Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hâlâ malûm konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu... Rendekâr doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makûl. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum. Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapadı. Az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasında şunları geçirdi:Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır.
Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hâlâ malûm konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu... Rendekâr doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makûl. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum. Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapadı. Az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasında şunları geçirdi:Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır.
özellikle istanbulda yaşayan ve vakit sıkıntısı olmayan arkadaşlara önerim;
İhsan Oktay Anar kitaplarını okurken Eminönü, Galata, Beyazıt, Ayasofya civarlarında dolanarak, ilk bulduğunuz kafeye ya da parktaki herhangi bir banka oturursanız, kafanızı kaldırdığınızda okuduğunuz sayfalardaki karakterleri etrafta dolanırken görebilirsiniz.
Düşlere inananlar içindir Puslu Kıtalar Atlası.
Gerçeği düşten üstün görenlerin yeri yoktur çünkü içinde.
İnsan düşledi mi çünkü, sağırken duyabilir ve görebilir, kör olsa bile..
Bu kitabı uzun zamandır okumayı düşünüyordum; ancak fırsat olmuyordu. Sonra bir pazar günü nasıl olduysa elime geçti kitap. Ardından da zaten olan oldu. Bitirmeden elimden bırakamadım.
İhsan Oktay Anar gibi bir hayal dünyam olsun isterdim. Çok güzel yazmış. Ben özellikle kitabın giriş kısmını, oradaki İstanbul tasvirini çok beğendim.
Şahsi kanaatim okunması gereken bir kitap olduğu yönünde, kesinlikle değeceğine inanıyorum.
farklı karakterleri ve olayları iyi bir dil ile anlatan fantastik bir kitap.
pek ahım şahım bir eser değil, bence fazlaca abartılmış.
okumasanız da olur.
Başka bir dünyaya yolculuk. İhsan Oktay Anar bunu çok güzel başarıyor. Tek kötü yanı o dünyanın hemen bitmesi ve bir anda gerçek dünyaya düşmek olsa gerek.
Kitabı şöyle bir göz atmak için elime aldım, alış o alış, kendime geldiğimde kitabı çoktan yarılamıştım. Kitabın yarı masalımsı yarı gerçekçi –belki de büyülü gerçeklik- kurmaca evreninde kaybolup gitmişim. Kitap bir günde elimde eriyip gitti. Kitabı bitirdiğimde, biri bana "şu romanın konusunu anlat hele" diye sorsa, ne anlatabilirim diye düşündüm. Kitaptaki olguları düşünüp, derleyip toparlayıp tam bir öykü oluşturamadım kafamda. Ancak şöyle bir kaç cümle kurabilirim diye düşündüm: "Anladığım kadarıyla kitap "Düşünüyorum, öyleyse varım" tezine karşı "Düşünen bir insanı düşünüyorum, düşünebildiğim için ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu insanın da var olduğunu biliyorum" karşı tezini eksenine alan, yarı masalımsı yarı gerçekçi bir şeylerden bahsediyor" derim ve işin içinden sıyrılırım diye düşündüm.
Yazarı İhsan Oktay Anar olan bir roman okudum, ama tam olarak düşle gerçek arasında... Ben bu kitabı sevdim, belki de sevdiğimi düşledim. Ama neden sevdiğimi (belki de sevdiğimi düşlediğimi) kelimelere dökemiyorum.
Bu kitap hakkında hep olumlu düşünceler okuyunca koşa koşa aldım. Aslında Yedinci Gün'ü okumuştum ve pek aradığımı bulamamıştım. Bu kitapta da aradığımı bulamadım. Her ne kadar çok hayranı olsa da bir daha okumayacağım bir yazar sanırım....
İlk cümlesi en muhteşem kitaptır sanırım.Artık bırakamazsınız .Sanki o devirde yazılmış da biz bugün buluvermişiz gibi..Öyle de güzel ..İhsan Oktay Anar'ın tüm kitapları bana bu duyguyu verir ve itinayla severim kendisini..
Ardına "Şaheser" diye not düştüğüm kitaptır. Anar'ın dilinin tınısı ve akıcılığı beni benden almıştı okurken. Fantastik puslar içinde, bir gecede okuttu kendini. Türkçe'deki, zamanımızın en iyilerinden biri.
ihsan oktay anar okuyucuyu resmen bir peri masalının içine alıyor ve bize hiçliği, kıyameti, acıyı, esrarengizliği, özenle seçildiği belli olan hikayeleriyle mükemmel bir düş dünyasına götürüyor.
yazarında dediği gibi "düşünüyoruz öyle ise var değiliz, bizler düşündüğümüz için hepimiz varız." diyerek descartes'e göz kırpması çok hoşuma gitti.
gerçekten bitmesin diye yavaş yavaş okudum ancak dil çok güzel olduğu için durduramadık efendim.
ayrıca dil üslubu yazarın gerçekten tarihe ve türk diline hakim olduğunu gösteriyor. çok naif kelimelerle karşılaştım. konusu ise "mehdi" ile ilgili deyim başkada sır vermeyim tadı kaçmaması için. :))
Tarihin karanlık diyarlarında, felsefik düşünceler eşliğinde yapılan tatlı bir gezinti. Keşke bu kadar çabuk bitmeseydi.
Okumadan önce kitaba dair duyduğum genellikle dilinin ağır olduğuydu. okuyanların kimisi çok beğenmiş, kimisi ise ağır geldiğinden yarım bırakmış. Bense kitabın dilini ağır bulmadım, en azından anlaşılamayacak kadar. Okuması oldukça keyifli. Olayların içinde hissediyorsun kendini. Ama sonuna geldiğimde aklımda soru işaretleri ve ünlemlerle kaldım. Benim ki de rüya değil de bir yanlış anlama mıydı yoksa?
İhsan Oktay Anar bana ilk kitabıyla Eski Osmanlı Yaşamını , düşleriyle , hayalleriyle sevdiren adam diyebilirim. İyi ki okumuşumu o kadar çok hakediyoki .
Steampunk denilen bir tarz oluşturulmuş bu kitapta yada ben öyle sezinledim. Sayfalar ise ; rüzgarın esintisi gibi hissedilmeyecek bir ferahlık kadar arsızca ilerleyip geçti gitti. Anlamadım bitişine tanıklık edişime.
Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Ve buradaki birey düşünüyor olmasından var olduğu sonucunu çıkarıyor. Ortaya bir Descartes çıkıyor. Düşündüm de zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, karanlığın ta kendisi değil miydi ? :)
Düşünmekle düşlemenin iç içe girmiş hali… Kitabın sonunda her şeyin ve herkesin bir düşten ibaret oluşu ve sarmal bir anlatım.. Kitap okuma tarihimde bir ilktir kitabın sonuna gelip tam olarak algılayamadığımı düşündüğüm için tekrar başa dönmek dolayısıyla kitabı aralıksız iki kez okumuş olmak.
Kitaptaki olaylar Osmanlı’nın en parlak dönemlerinde geçtiği için kitabın dili eski Türkçe-Osmanlıca karışımı terimlerden oluşuyor bu yüzden okurken zorlanabiliyorsunuz. Ama ortalardan itibaren olaylar zincirini takip ederken bu dile alışıyorsunuz.
Kitap uzun cümleler içeren betimlerden oluşuyor. Bu konuda aynı hissi Orhan Pamuk / Kafamda Bir Tuhaflık eserinde İstanbul’un son 40 yılını yaşamış kadar okuyucuya yansıtır. İhsan Oktay Anar’ın bu eserinde de Kostantiniye’nin her köşe bucağını o dönemde yaşamış hissine kapılırsınız. Kitapta olaylar sadece başkahraman üzerinde dönmüyor yan karakterlerde kitapta bir o kadar etkili. Çünkü Onar; kahramanlarını tarihsel kişiliklerden seçerek farklı rollerde gerçeğe uyarlamış. Bir Efrasiyab karekteri vardır mesela, İran destanı Şehnâme'nin kahramanlarından Efrasiyab Alper Tunga’nın ta kendisidir. Bilme arzusunun esiri Ebrehe karakteri Yemen’de, Habeşistan Krallığına bağlı Hıristiyan bir valiydi ve Kabe’ye fillerle saldırdığı Kuran-ı Kerimde geçmektedir. Uzun İhsan Efendi’de yazarın kendisinden başkası değildir. Arap İhsan’ın verdiği kitabın çevirmesini yapan Rendekar karakterinin çevireme olarak söylediği “düşünüyorum öyleyse varım” sözü Rene Descartes’e aittir.
Yazarın felsefe bölümünden master ve öğretim üyeliği yapmış olmasını baz alırsak kitabın Tarihi-felsefik ve fantastik bir kurgusu var diyebilirz. İçinde çoğu ibretlik olmak üzere küçük hikayelere değinmiş bu masalsı anlatım kitabı okurken okuyucuda merak, heyecan ve öz kültürümüzü benimseme, sahip çıkma duygusu uyandırıyor. Yazarın zekâsına, hayal gücüne, bakış açısı ve betimlerine hayran kaldığımı söylememe gerek yok sanırım ama Anar’ın, 2009 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü almış olmasını, imza günlerine katılmayıp medyatik görünmekten uzak, tanıyan arkadaşların dediğine göre mütevazi bir kişilik oluşunuda atlamayalım
Kitaptan altını çizdiklerim:
- Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı.
- Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk; bilmek ve bu Dünya’nın şahidi olmaktı.
-Sence tabiatta etki eden kuvvetler içinde en büyüğü hangisi? Doğru cevap akıl. Ateş dediğimiz güç nasıl ki odunla beslenirse akıl da bilgiyle beslenir.
- Buna göre ölüler nasıl ki ışığı görmezlerse, yaşayanlar da karanlığı ölüler kadar iyi göremezlerdi
- Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?”
- Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz.
- Ben de düşünüyorum dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, yelkenci hanı bitişiğinde ikamet eden uzun ihsan efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek?
-Her şey ben ve benim düşüncelerimden ibaret olsa da bu dünyada yaşamak zevkli bir şey." diyordu, "Sen! Oğlum! Sen benim zihnimde bir düş, bir düşüncesin. Bana şu anda dokunuyorsun. Ama ben sana dokunamıyorum. Çünkü düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?"
Öncelikle okuduğum en enteresan kitaplardan biriydi. Bunu çok net söyleyebilirim. Alışılagelmişin çok dışında zihni zorlayan ve kafa karıştıran bir yapısı var.
Kitabın başlarında olaya bir türlü dahil olamadım. Karışık bir yapısı var kitabın ne diyor ne anlatıyor bir konu bütünlüğü bir türlü oluşturamadım kafamda. Lakin okudukça o olayların birbirleriyle bağlantısı, o ilgi çekici hikayeler ve hiç akla gelmeyecek bağdaştırmalar beni içine çekti. Kitap o andan itibaren ilgimi çekmeye başladı.Yine de ilerleyen bölümlerinde de sürekli araya farklı hikayeler sokarak anlattığı için ara ara kitaptan yine kopar gibi oluyorsunuz ama İhsan Oktay Anar öyle güzel bağlamış ki bittiğinde hayran kalıyorsunuz.
Ayrıca doğma büyüme İstanbullu biri olarak o mekan betimlemelerine çok bayıldım. Ara sıra vapurla geçerken o kitapta anlatılan yerlerin tam karşında duruyor olması çok ayrı bir his.
Kitabı kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. Farklı yapısıyla Türk Edebiyatına farklı soluk getirmiş bir eser...
Müthiş ve çok yoğun bir kitap.Çok ince düşünlmüş,ince elenip sık dokunulmuş.Sizde zaten kitabı ince eleyip sık okuyarak anlayabiliyorsunuz.Türk fantastiğinin nadide eserlerinden.
Çizgi roman haliyle 2.kez aynı zevkle okudum. Bu romanı kesinlikle çizgi toman olarak da deneyimleyin
Dili kurgusu beni benden aldı. Bazı satırları dönüp dönüp okudum ve yazara hayran oldum.
Herkes her kitaba aşık olamıyor demek. Beni benden almadı, belki de beklentimi epey yüksek tuttum, bilemiyorum.
Fantastik bir öge içermemesine ragmen büyülü bir Istanbul portresi çizen, ana karekterin etrafinda dönen birçok masal barindiran harika bir kitap.
Okunma zamanını ve süresini kendi seçen bir kitap...
Şimdi, 4 günlük bir okuma için, yıllardır kütüphanemde sabırla beklemesinin , -romanın kahramanı Uzun İhsan Efendi'nin 'Düş'lemesi gibi - nihayet 'Bir Düşleyen' olduğumu hatırlamakla ilgili olduğunu düş'ünüyorum...
Not: Daha önce 'Tanrılar Okulu'nu düş'lemiştim ! ;)
Açıkçası felsefe ile halk hikayelerinin bu denli harmanlaştığı bir eseri ilk defa okuyorum ve çok beğendim.Efrasiyab hikayelerinı de beğenmiştim.Ama bu bambaşka,harikulade.Kesinlikle kütüphanelerinizde yer almayı hakkediyor.
Okuduğuma en mutlu olduğum kitap. İyi ki varsın İhsan Oktay Anar. Sen çok yaşa çok kitap yaz inşallah.
Daha arka kapağında yazan yazıyla sizi 1 saat düşündürebilen bir kitap Okuyun okutun okumayanları uyarınç
Yazarın okuduğum ılk kitabı ve bütün kitaplarını okumak ıstiyorum. Eski ıstanbul, tarih kokan farklı yaklaşımlar ile güzel ele alınmışti... Dilenciler, bilginler, kehanetler,dùşler... Çok beğendim...
İhsan Oktay Anar'ın okuduğum dört kitabı içinde (suskunlar, amat, efrasiyabın hikayeleri, puslu kıtalar atlası) en iyi kitabı.
oldukça etkileyici bir kitap, yer yer fantastik izler görülmekte fakat bu kitapta rüyaların yaşanmışlığını ve gerçeklerin kurgusallığını görebilirsiniz. kaliteli kurgusu ve yazarın zengin anlatımıyla sizi kendine çekmeyi başarıyor. efsunlu bir macera...
üst düzey turk romancılgının şanını yükselten bir roman..her kütap sever mutlaka okumalı..
Yazıldığı döneme göre iyi bir eser olsa da benim için bekleneni verememiş bir sona sahip.
ihsan oktay anarın akademik felsefe altyapısıyla tarihi canlı kanlı hale getiren anlatım biçiminin harmanlanmasıyla oluşmuş ilginç anektodlar barındıran okunmaya değer su misali akan romanı
Harika bir kitap olduğunu söylemem gerekiyor. Müthiş bir kurgu, müthiş bir hikaye... Zevkle okudum. Yazarın diğer kitaplarını da çok merak ediyorum. Herkese tavsiye ederim...
Gerçekten büyüklere masallar denen türden bir kitap. Kişilerin ve olayların birbiriyle olan bağlantıları mükemmel kurgulanmış.
düş nerede başlıyor, nerede gerçeğe dönüşüyor bilinmez. hangisi düş hangisi gerçek. mükemmel kurgu.
"gördüğün her şey benim düşüncemden ibaret. bunu sakın unutma. zihnimle bütün olaylara yön verebilirim. eğer ister ve düşünürsem, şu gemiyi içindekilerle birlikte yok edebilirim."
fantastik sevmeyen ben, bu kitabı çokça severek okudum.bazı yerler sıkıcı gelsede genel itibariyle güzeldi..
eğer sizden dedelerinizden ve ninelerinizden hikayeler okumayı seviyorsanız bu kitabı kaçırmayın derim...
bu arada binbirbereket ablayada üzüldüm :(
Çok sevilen kitabın çizgi romanı!
Olur mu olmaz mı, o kompleks hikayeler örgüsü çizgi roman haline dönüştürülebilir mi gibi onlarca soru vardı aklımda kitabı ilk gördüğümde. Ama olmuş! Hem de çok güzel olmuş!
Puslu Kıtalar Atlası'nın masalsı dünyasına yeniden dalmak, üstelik bu kez renkli-resimli bir uçan halıyla! Uzun zamandır bu kadar keyifli bir yolculuk yapmamıştım.
Meraklılarına ısrarla tavsiyemdir.
Son derece kaliteli bir kitap.Okuduğum en iyi yerli eserlerden biri.
Kitabı parça parça okumamak lazım,kısa sürede bitirmeli.Çünkü ön plandaki karakterlerin hepsinin ana hikayeden önceki hayatlarını şöyle bir anlatmış yazar.Ara verildiğinde isimler birbirine karışabiliyor.
İhsan Oktay Anar'ın leziz bir üslubu var,kitabın kurgusunu da çok zekice yapmış.İçinde felsefe de var.Velhasılıkelam naif bir kitap.
Kitabın ilk sayfaları oldukça zorlayıcı olmasına rağmen ilerledikçe, hem siz dile alışıyorsunuz; hem de dil nispeten sadeleşiyor. Önemliden önemsizine, farklı karakterlerin, farklı hikayelerine yer verirken; konunun ilerleyişinde bu hikayeler başarı ile bir araya geliyor. Bir bölümde detaylarıyla anlatılan bir karakterin sonunu, ileride farklı bir kişiyi ya da durumu anlatan olay örgüsünde öğreniyorsunuz. Kurgu oldukça başarılı. Buram buram tarih kokan, bilmediğim detaylarla zenginleşen, ilginç bir eser oldu benim için. Darphaneden lağımcılara, istihbarattan saraya, saraydan sokağına kadar Osmanlı İstanbul'una farklı bir bakış açısı aslında. Yaşanmışlık ile hayal, düş ile gerçek hep içiçe.
bastan sona gerçekle hayalin dansı.bir osmanlı ovgüsü ve yergisi.tarih için yaşananlara bakmadan gelecek yazılamaz derler.bu sözün hakkını veren güzel bir yapıt.ihsan hocamızın kalemine aklına sağlık
Kesinlikle çok beğendiğim bir eser oldu benim adıma Puslu Kıtalar Atlası. İçerdiği çeşit çeşit karakter, Osmanlı Dönemini başarıyla yansıtan anlatımı ve betimlemeleri, başta karışık görünse de okurken hayli keyif veren dili sayesinde tadı damağımda kaldı. Her yeni bölümü bir hayli geriden başlatıp bir karakteri bize uzun uzun tanıtmasını sevdim. Sonlara doğru tüm bu hikayelerin birbirine bağlanması ise ayrı bir enfesti.
Anlattığı macera kadar içerdiği ince esprileri de çok sevdim. Takip etmeleri gereken adamı 'gözden kaçıran' kör dilenciler, bir muhasebeciye hesap hatası yaptığı için çıkışan bir başka kör dilenciye çok güldüm. Ama en çok da uçurumdan atılan devasa mermer zarların bile sebayü dü (3-2) gelmesine güldüm. Aralarda İhsan Oktay Anar'ın kendisini görmek de bayağı hoştu doğrusu.
Kitabın sonuysa tam beklediğim gibi bitti ama buna üzüldüğümü söyleyemem. Bence olması gereken de buydu. Velhasılkelam gözlerimi üstadın sonraki kitaplarına dikmiş durumdayım.
Hayalgücü yüksek, Red kit ve Asteriks'te bulunan mizahın benzeriyle kurgulanmış, enfes bir roman.
Karton Cilt, 238 sayfa
1995 tarihinde, İLETİŞİM YAYINLARI tarafından yayınlandı