Her yazar, yazdığı en son romanın en iyi romanı olduğunu sanır. Benim bu romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarlarının elinden kaçıp kurtulmak isterler. Romanın kişileri, kendi özyaşamlarına dönerler, en sonunda da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir roman bu. Üstelik oldukça da kısa. Sonuçtan hoşnutum. Bundan önce de en iyi romanım Yüzyıllık Yalnızlık değil de Albaya Mektup Yazan Kimse Yok adlı yapıtımdı. Ben öyle sanıyordum; ve bunu da sık sık söyledim. Şimdi de en iyi romanımın Kırmızı Pazartesi (Gronica de Una Muerte Anunciada) olduğunu sanıyorum.
Her yazar, yazdığı en son romanın en iyi romanı olduğunu sanır. Benim bu romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarlarının elinden kaçıp kurtulmak isterler. Romanın kişileri, kendi özyaşamlarına dönerler, en sonunda da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir roman bu. Üstelik oldukça da kısa. Sonuçtan hoşnutum. Bundan önce de en iyi romanım Yüzyıllık Yalnızlık değil de Albaya Mektup Yazan Kimse Yok adlı yapıtımdı. Ben öyle sanıyordum; ve bunu da sık sık söyledim. Şimdi de en iyi romanımın Kırmızı Pazartesi (Gronica de Una Muerte Anunciada) olduğunu sanıyorum.
Ürpertici, değişik bir roman.
Aynı zamanda toplumun duyarsızlığı çok iyi işlenmiş.Kim ne derse desin bu kitapta Santiago Nasar ne denli masumsa Vicario kardeşler de o kadar masum.Çünkü 15 yıllık eğitim hayatımda hiçbir şey öğrenmemiş bile olsam şunu öğrendim; olaylar gerçekleştiği zamanın şartlarına göre değerlendirilir.Kardeşler Santiago Nasar'ı öldüreceklerini bağıra bağıra tüm kasaba halkına ilan ederken hiç kimse kılını bile kıpırdatmadı, ikizler oysa insanlardan kendilerini durdurmaları için yardım istiyordu.Çok farklıydı, kitap, sarsıcıydı.Tam anlamıyla bana neler hissettirdiğini anlatmak imkansız.Santiago Nasar'ın ölümüne kendi ailemden biriymiş gibi üzüldüm.Hele bir annenin bilmeden oğlunu ölüme kendi elleriyle atması yüreğimi parçaladı.Angela'nın bekaretini kimin aldığıysa hala kocaman bir soru işareti kafamda.
İşlenen konunun gerçek yaşamdan alıntı olduğu her aklıma geldiğinde daha fazla sarsılıyorum.
Kesinlikle ödülünü hak etmiş bir kitap, aynı zamanda bu kitapla Maquez'i ilk kez keşfettim ben.Geç kaldığımı düşünüyorum bunun için.
Kısacası tarafımdan daha birçok kez okunacak bir kitapla daha tanıştım.
Artık sıradanlaşan bir konuyu bu şekilde anlatmak Marquez'in başarısıdır.
Biri beni öldürmeye geliyor duygusunu atamadım üzerimden. Psikolojik tahliller mükemmel..
Çok farklı bir romandı.
Hala kafamda bazı soru işaretleri var. Ama sanırım etkisi de buradan geliyor ;)
Şu an aklımda kalan ise, o kadar bıçak darbesine rağmen eve doğru gitmesi(ki görenler sapasağlım olduğunu söylüyorlar ki organları elinde olduğu halde) ve halası ne olduğunu sorduğunda "Beni öldürdüler, Wene Hala" demesi...
Gerçekten de çok ilginçti. Kitabın kapağında yazdığı gibi -işleneceğini herkesin bildiği bir cinayet- ama son ana kadar engellemeye çalışan kimse yok zaten aşaran da olmadı...
Kırmızı pazartesi' toplumsal önyargı, basiret ve kader üzerine yazılmış bir kitap diye düşünüyorum..
Kırmızı Pazartesi, işleneceği belli olan bir namus cinayetinin , kimse tarafından engellenmemesi üzerine yazılmış ilginç bir romandır.
Bizi anlatan bu roman Marquez sayesinde görürüz ki farklı toplumlarında ortak sorunuymuş.
Ülkemizde 2017 de tam 409 kadın, 2016 yılında 328 kadın cinayeti işlendi. Ve bunların büyük çoğunluğu, işleneceği belli olan ama kimse tarafından engel olunmayan , cinayetlerdi.
İşleneceği belliydi, çünkü katiller onlarca kez Vicario kardeşler gibi kurbanlarını tehdit etmişlerdi.
İşleneceği belliydi çünkü, bunu Vicario kardeşler gibi sağda solda kaç kez göstermişlerdi.
İşleneceği belliydi çünkü, kadınlar öncesinde şiddet görmüştü. Kurbanlar emniyete sığınmıştı.
Ama her defasında, Nasar'ın annesinin, oğlunun son kurtulma ihtimalini, kapıyı bizzat onun yüzüne kilitleyerek (istemeyerek de olsa) engellemiş olması gibi , sevgili devlet baba da kadınların son kurtulma ihtimalini istemeyerek de olsa bürokrasi uyuşukluğu ile engelliyor.
Kırmızı pazartesi, salı, çarşamba,perşembe, cuma, cumartesi, pazar bizim hikayemizin adı.
Bir cinayetin işleneceği bilindiği halde kimsenin engel olmamasını anlatan bir hikaye.
Kişilerin başta kitap karakteri sonrasında ise kendi düşünceleri irdeleyen bir kitap.
Tadı damağımda kaldı. Erken bitti, çabuk bitti.Ama aldığı ödülü kesinlikle haketmiş dedirtti.
İşleneceği herkesçe bilinen göz göre göre işlenen cinayetin romanı.Cinayet Kolombiya'da işlenir.Her namus(!) davası doğulu topraklarda işlenmiyormuş.Ayrıca cinayet gerçek bir olaya dayanıyor.Kitapta Marquez ismi de geçmekte.Hatta Marquez çocukluğunda olaya tanık olmuştur.
Ayrıca toplumda var olan kadın erkek eşitsizliği,toplumsal baskı,cehalet de arka planda.Kitaptaki en çarpıcı cümle bunu özetliyor.
"bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım"
Çevirmenden mi kaynaklanıyor orjinali mi böyle bilmiyorum ama ilk sayfaları inanılmaz karışık. Kitabın tarzını kavradıktan sonra elinizden bırakamayacaksınız.
Marquez' in o sakin, o dingin, masalsı ama abartıdan uzak anlatımı..
Başından sonu belli olmasına rağmen, akıcı bir roman..
Latin Amerika ülkeleriyle, Türk kültürü arasında ilginç benzerlikler yakalattı bana.
Kitabın ilk sayfalarından itibaren ne okuyacağınızı biliyorsunuz.
Peki hissedecekleriniz ya da hissetmek zorunda kalacağınız şeyler ne olacak? Bunu ciddi ciddi Marquez'e sormak isterdim.
Beni böyle çaresiz hissettiren başka bir kitap daha okumadım. Yüzüncü sayfaya kadar bir rüyadan bahsediyor gibiydi. Sonra Santiago Nasar'ın annesi olaya dahil oldu. İşte tam o anda oturduğum yer altımdan kaydı sandım. İçime ağladım.
Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumadım -ki bu kitaptan sonra onu bekletmeye karar verdim- ancak Benim Hüzünlü Orospularım ve Albaya Mektup Yok kitaplarındaki havayı burada daha ağır hissettim.
Her ne kadar Gabriel Garcia sonu başından belli dese de sanki öyle değilmiş hissine kapıldığım ve öyle olmamasını istediğim bu kitap gerçekten çok okunası bir kitap.Gabriel Garcia'nın en güzel kitabım tanımlamasına yakışacak güzellikte bir kitap olduğunu düşünüyorum.
gazete yazısı gibi yazılmış, sıkıcı bir kitap. fazla düz bir anlatımı var, şahsen tavsiye etmem.
Mükemmel bir Marquez kitabı. Çarpıcı betimlemeler, gerçekçi diyaloglar ve edebi bir akış... Her duyguyu iliklerinize kadar hissettiren nadir romanlardan. En sevdiğim kitaplardan biri oldu. "Beni öldürdüler, Wene hala." sözü hala aklımdan çıkmıyor.
Mahalle baskısını gerçekçi bir şekilde anlatan ve bu sayede nobel almış bir kitap. Ben çevirisinin zayıf kaldığını düşünüyorum. Bu yüzden beklediğim akıcılığı ve tadı alamadım.
Kader bizleri görünmez kılar...
http://www.kontesce.com/2013/02/krmz-pazartesi-gabriel-garcia-marquez.html
Olayların sonunu bildirip sondan başa doğru giden, ama akıcılığından hiçbirşey kaybetmeyen değişik bir kitap.. Güzeldi
Sonucun bilinmesine rağmen bir solukta okunabilecek bir kitap. İlk başlarda olayın içine girmekte biraz zorlansam da daha sonra olayları kavramaya başladığımda kitabı elimden bırakamadım.
Ancak herkesin durumu bildiği halde hiç kimsenin bir şey yapmamasına da insanın isyan edesi gelmiyor değil.
İşleneceğini herkesin bildiği ama kimsenin engellemedği bir cinayetin öyküsü. Olağanüstü bir kitap, olağanüstü bir hikaye.
Son yirmi sayfayı, kelimenin gerçek anlamıyla, soluk soluğa okudum. Baştan belli olan bir cinayeti bu kadar heyecanla okuyacağım aklıma gelmezdi. Hiç Marquez okumamışsanız ve merak ediyorsanız çok iyi bir başlangıç kitabı olacaktır.
Çevirisi de iyi: Benim okuduğum baskıyı İnci Kut İspanyolca aslından çevirmiş.
Bir kaç alıntı:
"Aşk da öğrenilir." (s. 37)
"Özellikle de işleneceği böylesine açıkça duyurulmuş bir cinayetin hiçbir aksilikle karşılaşmadan gerçekleşmesi yolunda hayatın edebiyatta bile görülmeyen onca rastlantıdan yararlanmış
olması ona büyük bir haksızlık gibi görünmüştü." (s. 89)
Bir çeviri güzelliği:
Özgün metin:
"Mi hermana sintió pasar el ángel."
Yakın çevirisi:
"Kız kardeşim melek geçmiş gibi hissetti."
İnci Kut çevirisi:
"Kız kardeşim, sanki kız doğmuş gibi bir sessizlik olduğunu hissetmişti." (s. 23)
Bence harika bir çeviri tercihi.
Çevirideki bir-iki ufak ifade hatası:
"Bayardo San Român'ın yalnızca her şeyi yapabilecek, üstelik de çok iyi yapabilecek biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda bitmek tükenmez olanaklara da sahip olduğu biçiminde çoktan ortalığa yayılmış olan söylenceye de uyuyordu bu yorum." (s. 30)
"Gergef işlemeyi, makineyle dikiş dikmeyi, kukalı dantel örmeyi, çamaşır yıkayıp ütü ütülemeyi, yapma çiçekler, kendi uydurdukları tatlılar yapmayı, aşk pusulaları yazmayı bilirlerdi." (s. 34)
Hayatımda okudugum en hazin ama gerçekleri anlatan bi kitap. Geçen hafta kaybettigimiz marquezin en güzel kitaplarindan. Toplumun Vicdanında çoktan öldürülmüş sucu kesinlesmeden namus cinayetine kurban giden hirinin öyküsü. Oldurulecegi bilinmesine ragmwn hickimse birsey yapmiyo. Sinirlerinizi bozuyor ancak okunmali üzerine dusunulmeli bu konu hakkında. Ozellikle bizim ülkede cok yasanan bir trajedi ne yazık ki.. kitabin anlatım bicimi de farklı. En baştan beri yasanacaklari anlatıyor ve detaylari sizin bir sonraki sayfayi okuma isteğinizi kamçılıyor.
Anlatım yönü çok kuvvetli bir eser, bundan dolayı da cinayetin işleneceğinin ta en baştan bilinmesi kitabın okunabilirliğini azaltmıyor. Aksine cinayetin nasıl işlendiği merak ettirip daha çok kendine içine çekiyor. Ayrıca toplumun olaylara nasıl kayıtsız kalabildiğini, başka nasıl olsa halleder tarzındaki bakış açısını, çok fazla dolandırmayıp yalın bir şekilde ustaca anlatmış Marquez.
Herkesin ayan beyan bildiği bir cinayetin yine ayan beyan işlenmesi çok Türkiye dedirtti...
Gerçekten güzel...
Toplumumuzda oldukça benzerlikler taşıyan bu roman bizlere çevrilmiş bir ayna gibi.
Kitap hiç kimsenin işlemek istemediği bir cinayeti anlatıyor. Hiç kimse istemese de sonunda istemedikleri şey gerçekleşiyor. Hepsi de bir diğerinin kurbanı uyardığını sanıyor. Bir hayatın kurtuluşu sürekli olarak erteleniyor ve nihayet daha fazla özürleri kalmadığında da her şey için çok geç olduğundan artık kurtarılacak bir hayat kalmıyor. Ne dersek diyelim; burada toplumun sorumsuzluğu önemli bir rol oynasa da başrol Santiago Nasar'ın talihsizliğiydi bence. Kader bütün ağlarını onun ölümü üzerine örmüştü sanki. Özellikle o kapının kapanışı, hem de onu en çok seven tarafından kapanışının başka ne gibi bir açıklaması olabilirdi ki zaten. Sorgu yargıcının da belirttiği gibi:
"Özellikle de işleneceği böylesine açıkça duyurulmuş bir cinayetin hiçbir aksilikle karşılaşmadan gerçekleşmesi yolunda hayatın edebiyatta bile görülmeyen onca rastlantıdan yararlanmış
olması ona büyük bir haksızlık gibi görünmüştü."
http://fairytaleess.blogspot.com.tr/2016/08/krmz-pazartesi-kitap-yorumu.html
Dünya çapında ses getiren ünlü bir roman olmasına şaşmamak gerek Kırmızı Pazartesi'nin. Üstüne üstlük kitabın konusu yazarın çocukken bizzat yaşadığı gerçek bir olaydan alıntıymış. Bunu öğrenmek beni hem şaşırttı, hem biraz üzdü. Ancak günümüzde yaşanan olaylara baktığımızda da bunu pek fazla garipsememek gerekli belki de. Bu ilgisizliği, tepkisizliği. İşimize geleni istediğimiz biçimde görmeye yatkınlığımızı.
Küçük bir kasabada kızkardeşlerinin düğün sabahı, Santiago Nasar'ı namuslarını temizlemek için öldüreceklerini ilan eden ikizler, bir kaç saat içinde emellerine ulaşırlar. Hemen hemen bütün kasaba halkı, onların niyetlerini duyar fakat bir türlü engelleyemez. İkizler sanki bu cinayeti işlememek için uğraşır gibi, her önlerine gelene söylerler. Belki de o yüzden kimi inanmaz, kimi ciddiye almaz , kimi de Nasar'ı uyarmak istese de ona ulaşamaz.
Kitabı okumayan arkadaşlar sonucu söyledim diye bana kızmasın çünkü kitabın ilk sayfası hatta ilk cümlesinde Santiago Nasar'ın öleceği yazıyor.
Yazar, gerçekte çocukluğunun geçtiği kasabada yaşanmış olan bu olayı, ustaca anlatım tarzıyla bizlere aktarıyor. Kitapta kısa olmasına rağmen onlarca isim geçiyor. Yazar bu insanlarla görüşüp, adım adım cinayete giden bu olay örgüsünü sıraya koyup, kurbanın arkadaşı sıfatıyla anlatıyor.
Bir tarafta; her ne kadar bazı şeyleri bilseniz de önüne geçemeyeceğinizi, bir tarafta da; insanların davranışları, düşünceleri, yaptıkları veya yapmadıkları eylemlerin başka hayatları nasıl etkilediklerini gösteren bu eseri, kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum.
Yalnız aklıma kitapta ki iki bilinmezden en merak ettiğim olan soru takılıyor: O sabah yağmur yağdı mı? Yağmadı mı?
Evet ilk cümlesinden itibaren Santiago Nasar'ın öldürüleceğini biliyorsun, fakat olaylar giderek gün yüzüne çıktıkça ve en sonda Nasar'ın çaresizlik ve şaşkınlıkla ortasında kaldığı cinayet sahnesi gözlerinin önünde canlandığında, önceden haberdar olupta olaya müdahele etmeyen herkese okkalı küfür savurasın geliyor. Ama ne yazık ki elden bir şey gelmez, artık kendisinin de dediği gibi "Beni öldürdüler, Wene hala."(((
Belki de gerçekten:
"Kader bizleri görünmez kılar."
Kitabın isminin Türkçeye tam çevirisi “Olacağı Bilinen Bir Cinayetin Kroniği” gibi bir şeymiş. “Kırmızı Pazartesi” ismi bence daha güzel ama çevirilerde yazarın bu kadar sınırlarının dışına çıkmak ne kadar doğru tartışılır. Gerçek bir olaya dayanan kitabın orijinal adı aslında kitabın kısa bir özeti de. Daha ilk satırda “Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30'da kalkmıştı.” diyerek kitabın sonu söyleniyor ama kitabın esas konusu bu cinayetten ziyade herkesçe bilinen bu cinayete toplumun duyarsızlığıydı. Herkesin genel tavrı bu olaya bulaşmamak ve nasılsa birileri ilgilenir mantığıyla sessizliğe bürünmekti. Sonradan yapılan soruşturmada herkes kendince “Elbet başkası uyarmıştır diye düşündüm”, “Namus meselesi olunca karışmak istemedim” veya “Onların bu cinayeti işleyebileceğini düşünmedim” gibi bahanelere sığınarak vicdan rahatlatması yapıyor. İşin ilginç yanı katil olan ikiz kardeşler bu göz göre göre gelen cinayeti işlemelerine engel olmaları için davranışlarıyla içten içe herkese yalvardılar. Ama tabii ki kimin umurunda? Cinayet zamanı geldiğinde ise bu umursamaz halkın bir maç seyrediyormuş gibi toplanıp olayı seyretmesi insanı ayrı bir çileden çıkaran detaydı.
Kitap genel olarak fena değildi ama bir yerden sonra fazla gereksiz ayrıntıya girilmiş gibi geldi bana. Bunun yerine psikolojik durumlara ağırlık verilseydi daha çok hoşuma gidebilirdi. Yine de okunulması gereken bir kitap. Günümüzde de bağırarak geldiği halde herkesin sağır olduğu cinayetler yok mu?
Bir cinayetin etrafında dönen, kahramanların hikayelerinin anlatıldığı güzel bir kitap. Kısa bir sürenin anlatılmasına rağmen, bir anın üzerinden yola çıkıp böyle bir hikaye ortaya koymak gerçekten başarılır. Akıcı ve sürükleyici bir kitaptı. Tek sıkıntısı bir sürü yabancı isim olmasıydı sanırım. Bir de nedense kitabın sonuna kadar Santiago Nasar'ın masum olduğunun ortaya çıkacağını bekledim :) Güzel bir kitap. Tavsiye ederim.
Kitap güzeldi ancak bir o kadar da karışıktı.
Yazar yan karakterlere aşırı yer vermiş ve bütün kasaba sakinlerinin isimlerini bilmemizi iştemiş.
Toplumun duyarsızlığı ve sorumluluktan kaçışı iyi bir şekilde işlenmiş.
Kisa ve öz demek isterdim ama kısa ve yorucu demek daha doğru olur.
Kurbanın ve katillerinin kim olduğu ilk sayfalarda söylenmesine rağmen etkileyici kurgu ve anlatım tarzı ile sizi kendisine bağlayan bir kitap.Sosyolojik açıdan da kısa ama bir o kadar çarpıcı.Yazarın da dediği gibi “Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.”
İşte bizim toplum! Namus bacak arasındadır ve bozuldu mu kan dökülmelidir. Çok sinir bozucu bir kitaptı, kimsenin bir şey yapmaması ve hepsinin aslında bu durumu onaylamasına acayip sinirlendim.
Sonunu bile bile, sona nasıl gittiğin. Olayların çorap söküğü gibi gelmesi ve bir şeyin sırf öyle olması istendiği için olmayacağı noktası. Son sayfaya kadar merak içinde kalıyorsunuz: "e peki ne hissediyor bu adam?"
Herkes o gün cinayetin işleneceğini biliyordu ama kimse engelleyemedi. Kimi bunu zaten engellemeyi istemedi, kimi umursamadı, kimi ise kaderin önüne geçemedi.
Basit bir hikaye gibi düşünmedim, derin toplumsal yaraların gözlerönüne serildiği harika bir romandı.
Herkesin gerçekleşeceğini bildiği bir cinayet var ortada, kurban hariç.. Herkes susuyor ve gözgöre göre bu cinayet işleniyor. Günümüz Türkiyesinin en büyük sorunlarından olan "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" bu kısacık romanda en büyük suça, bir cinayete yol açacak raddeye geliyor. Yer yer sıkıcı gelse de bu kadar kısa bir romanla insanların koyun gibi sürüye uyuşu gayet güzel kurgulanmış:) İyi okumalar..
Namus cinayeti kavramının sadece Türkiye'de olmadığını hatırlatan , çevirisi güzel olan ve ilgili olanların okuması gereken klasik denebilecek bir eser.
Santiago Nasar...
Genç, hareketli kısmen züppe..
Aklıma geldiğinde her zaman üzülürüm Nasar, çünkü savrulan bir küfür gibi onun ismi verilmiştir namus davasında. Peki ya ağızdan çıkan, geçerliliği belirsiz olan o sözün izi ne tür bir yara açar sayfalarda? Santiago Nasar yaralarını kapamaya çalıştığında akan kan, nasıl durmadan oluk oluk akıyorsa okurun bilincinde de aynı şekilde kalıcı bir hatıranın yarasını oluşturuyor Marquez.
Haklı ya da haksız, -ülkemizinde içinde bulunduğu durumu da gözeterek- namus dolayısıyla işlense de bir cinayet ne derecede meşru kılınabilir?
Yüzyıllık Yalnızlık'dan sonra gelir GABO'nun eserlerinde Kırmızı Pazartesi benim gözümde. Okunmalı; tekrar tekrar.
Bu romanda anlatılan şey bize hiç yabancı değil, yapabileceğimiz halde hiçbir şey yapmamak, nedensizce tepkisiz kalmak aşina olduğumuz bi durum. Bunu böylesine derin anlatmak elbette ki yazarın başarısı.
Yalnız çeviride bir sıkıntı var gibi, hikayenin içine girene kadar biraz rahatsız ediyor.
Bir cinayet öyküsünü kimsenin ele almadığı bir şekilde ele alıyor, başta sonucu söyleyip anlatmaya başlıyor. Kurgu olarak beğendim.
http://kitapbocegim.blogspot.com/2013/05/krmz-pazartesi-gabriel-garcia-marquez.html
Karton Cilt, Arı Matbaası, 107 sayfa
Şubat2016 tarihinde, Can Yayınları tarafından yayınlandı