Kitabin adindan da anlaşılacağı gibi insanlığın ortaya çıkışı, tarihsel gelişimini konu edinen , okuyucuyu kesinlikle bilgilendirirken bogmayan , sikmayan , bilimsel veriler eşliğinde bizi aydınlatan mükemmel bir kitap. İlk insan Afrika'da ortaya çıkıyor ve dünyaya yigiliyor. Dünyaya yayılırken de zaman içerisinde çevresel etkenlerle , genetik etkenlerle değişime uğruyor. Doğaya etki ediyor. Özellikle avcı toplayıcı dönemle , tarım yapilan dönemleri karşılaştırıyor ve bize öğretilenin aksine avcı toplayıcı iken insanlığın daha iyi bir gelişim gösterdiğini , daha iyi durumda olduğunu belirtiyor. Özellikle yerleşik hayatla beraber artan nüfus , hastalık, ürünlerin çeşidinin azalmasını söylüyor. İlk imparatorlukların nasıl ortaya çıktığını , kapitalizm , düalizm, komünizm, liberalizm gibi kavramlara ışık tutuyor. Özellikle bilişsel devrimin getirdiği düzen, insanoğlunun sürekli değişimi kitabin içerisinde sürekli dile getiriliyor. .. İlgimi çeken bir cümle : " tarih çok az insanın 'yaptığı ' , geri kalanların tarla sürdüğü veya su kovalari taşıdığı bir seydir. " İnsanoğlunun binlerce yıllık gelişimine bu denli geniş bir perspektifle bakması takdire sayan. Ve kullanilan dil kitabin türüne gore çok sade ve anlaşılır. Paranın insan hayatındaki yeri , günümüz koşullarının değerlendirilmesi , yapilan bilimsel çalışmalar. İnsana ait bir çok farklı alandan görüntüleri sunuyor kitap bize. Kitabi okurken yahu bu adam neden hep Türkiye ve İstanbul ağırlıklı ornekler vermiş diye düşündüm. Yazarın adından İsrailli olduğunu anladım ve neticede öyleymiş , çeviriyi yapan kişi sanırım örnek kısımlarını kendine gore çevirmiş.
Son derece işine bağlı, sadık, kuralcı ve disiplinli biri olan Stevenson İngiltere'de Darlington'un sahibi olduğu bir malikânenin baş uşağıdır. Yeni işvereninin önerisiyle İngiltere gezisine çıkar ve ayni zamanda malikânenin eski çalışanı Miss Kenton'ı ziyarete gider. Kitap bu geziyi , Stevenson'ın malikanedeki anılarını, pismanliklarini anlatıyor. Sadece ve sadece kendini isine adayan Stevenson'ın hislerini öldürmesinin pişmanlığını geç şekilde anlaması konu ediniyor. Miss Kenton onun hislerinin ölmesinin en büyük pişmanlığı olmustur. Bu kitap yasanan değil yaşanmamış şeylerin pişmanlığı. Bir yara , bir sessiz haykırış. Anthony Hopkins ve Emma Thompson'ın başrollerini oynadığı filme uyarlaması da vardır. Filmi de büyük sükse yapmıştır. Stevenson'ın ne kadar hissiz ve kendini isine adamış bir adam olduğunun kanıtları : ölen babası için bir damla gözyaşı dokmeyip malikaneye misafirliğe gelenlerle ilgilenmesi ve Miss Kenton'un gözyaşlarına kayıtsız kalmasi... En nihayetinde işi uğruna hayatini heba etmiş ve hala da kusursuz olmayı başaramamış bir adamın trajik hikayesi.
Bulgakov eserinde henüz üniversiteyi yeni bitirmiş yıl öğrencisinin doktor olarak göreve başladığı köy hastanesinde yaşadığı olayları, hastalarla ve hastalıklarla ilgili anıları anlatıyor. Okurken doktorun tecrübesizlikten kaynakli içinde bulunduğu sıkıntıyı biz de onunla beraber cekiyormusuz gibi hissettim. Bulgakov dönemin SSCB rejiminden de bahsettiği sıkıntının, imkânsızlığın ve bu şartlar içindeki muazzam başarının anlattığı bu eseri tek solukta okunacak , insanı sikmayacak , dili akıcı ve anlaşılır bir eser.
Maske ve makyajdır izleyenleri büyüleyen.Hayat da tiyatro oyununa benzer bir şeydir,maskesi düşene kadar herkes bu oyunu sürdürür.Hayattır nitekim insanlara olduklarından farklı roller biçen:az önce morlar kuşanmış bir kral olan bir bakarsınız paçavralar içinde bir köle oluvermiş.Bir yanıltmacadır sürüp gider ama bir komediden de farklı bir şey beklenemez doğal olarak.. #Abartılmış bilgelik ne kadar sersemce ise zıvanadan çıkmış akıl da bir o kadar tehlike arz eder. #Ahmaklar , tanrının demirbaşıdır. Yorum: Kitap içerisinde barındırdığı yoğun mitolojik kavram ve terimlerden dolayı çok anlaşılır olmayabilir. Dikkatle ve kendini vererek okumakta fayda var. neticede bir romandan ziyade bir düşünceyi okuyoruz. Erasmus bu kitabı dostu Thomas Moore'u eğlendirmek amacıyla bir hafta sonunda yazmış.Bu kadar kısa sürede bu kadar yelpazesi geniş ve anlamı derin bir eser ortaya koyması sanırım Erasmus'un ne denli zeki ve donanımlı olduğunu ortaya koyuyor. Kitap adından da anlaşılacağı gibi ahmaklığı öven,ideal insanın budala olan olduğundan ironik bir şekilde bahseder. Bilgeliği , kendini bilmiş sananları eleştirir,alaya alır. Erasmus yaşadığı dönemdeki sanatçıları, hukukçuları,din adamlarını , soyluları, kralları , filozofları , eğitimcileri hemen hemen tüm çevreyi eleştirmiş , alaya almıştır. Bu insanların kitlelere göstermediklerini kendi penceresinden ortaya koymuş , manzaranın görünmeyen yüzünden dem vurmuştur. Budalalığı makul kabul edip hayatın budala tarafından daha iyi idrak edebileceği görüşünü savunmuştur. Bence de aslında delilik , budalalık , çılgınlık ne dersek diyelim bunlar bizim bilinçaltımızda hep yer edinmiştir. Bir nevi hepimiz biraz deliyiz. Ve yine dikkat ederseniz en güzel şeyleri, en çok haz duyduğumuz şeyler hep o deli tarafımızla, çılgın tarafımızla yaparız. Kendini bilmiş sanıp, bilmediği hakkında bile yorum yapanlara göre budala yönümüz her zaman daha evladır. İroni ve hicivin buram buram koktuğu bu kitap mesajı tam da adresine yollayan türden.
Bende Körlük kitabı kadar etki yaratmadı. Muhtemelen genel kanı da bu yöndedir. Körlük'ten sonra okunması gereken bir nevi devamı niteliğinde bir kitap olmasına rağmen bence bağlantı zayıf kalmış. Kitap yapılan seçimlerde halkın büyük oranda boş oy kullanması ve akabinde tekrarlanan seçimlerde %83 oranında boş oy çıkması sonrasında bunu bilinçli bir eylem olarak addeden hükümetin başkenti terk etmesi ve boş oylari kullananların tespitine yönelik eylemlerini anlatıyor. Hükümet bombalı eylem , usulsüz yargılamalar ile halkın huzuruna kastediyor. Son derece doğal bir hak olan oy kullanmayı kendilerine tanınan "boş " seçeneği yönünde değerlendiren halka zulüm eden bir hükümetin öncülüğünde sisteme , temsili demokrasiye yergi niteliğinde bir eser ortaya koymuş Saramago. Polislerin işin içine girdiği andan itibaren kitap durağan halden akışkan bir kimliğe bürünüyor. İlk kitapla bağlantı noktasında biraz zorlama olmuş gibi oldu. Bu kitapta karakterler daha dönük kalmış gibi.
Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan ile eğitim ve öğretmenlik ile ilgili sohbetlerini kaydedip kitaplaştırmışlardir. Aslında öğretmen olarak zaten bildiğim şeyleri bana anlatmışlar. Yazarlara saygısızlık olmasın ama eğitimciler olarak zaten okulu , öğrenciyi , çevreyi kısacası eğitimin bütün paydaşlarının birbirleriyle olan ilişkisinin nasıl olması gerektiğini , eğitime yön veren değerleri biliyoruz .. Kitaptan edindiğim en iyi şey ; öğretmenlik , öğretmenlik yapmak değil öğretmen olmaktır. Sadece sana verilen görevi yapmak değil bir nevi kendini aşmaktır
#Yenilikler , ancak onlar için yer açtığınız zaman yaşamınıza girebilirler. #Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur, farklı olan yürek ve niyettir. #Bir sınavı geçmek için önce o sınava girmelisin. Bir kadın doktorun tıp alanındaki çalışması için Avustralya'da gitmesi ve burda aborijinlere katılarak aylarca onlarla beraber yürüyerek hem de bütün eşyalarının yakılmasına müsaade ederek Avustralya'yi yürüyerek kat etmesini anlatıyor roman. Kendilerine Gerçek İnsanlar diyen aborijinler , insanlara mutant adını veriyorlar. Kadın doktor bu süreçte doğanın insana karşı ne kadar cömert olduğunu çöl ortasında insanın istediği takdirde doğanın onlara neler sunduğunu görüyor. Bu yerlilerin insanlığa verdiği mesajı ozumsuyor. Yaşamını , ABD'deki hayatını sorguluyor. Kendisinin ve diğer insanların yaşayışına eleştiriler getiriyor. Vücudundaki değişimi yargılamadan , kabullenerek hayatı anlamaya , anlamlandırmaya bırakıyor. Bu yerlilerin sürdürdüğü mücadeleyi , yaşayış tarzlarını hayranlıkla gözlemliyor. Ve en nihayetinde yaşadıklarını kaleme alıyor. İnsana, insanlığa mesaj niteliğindeki bu kitap insanlığımizi, hayatı sorgulamamiza vesile olacaktır eminim.