Semaver

...Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.diyen büyük yazarın; ilk kez 1936 yılında yayımlanan hikâye kitabı Semaver yeniden gözden geçirilerek hazırlandı. TADIMLIKSemaver-- Sabah ezanı okundu. Kalk yavrum, işe geç kalacaksın.Ali nihayet iş bulmuştu. Bir haftadır fabrikaya gidiyordu. Anası memnundu. Namazını kılmış, duasını yapmıştı. İçindeki Cenabı Hakla beraber oğlunun odasına girince uzun boyu, geniş vücudu ve çok genç çehresi ile rüyasında makineler, elektrik pilleri, ampuller gören, makine yağları sürünen ve bir dizel motoru homurtusu işiten oğlunu evvela uyandırmaya kıyamadı. Ali işten çıkmış gibi terli ve pembe idi.Halıcıoğlundaki fabrikanın bacası kafasını kaldırmış, bir horoz vekarıyla sabaha, Kâğıthane sırtlarında beliren fecri-kâzibe bakıyordu. Neredeyse ötecekti.Ali nihayet uyandı. Anasını kucakladı. Her sabah yaptığı gibi yorganı kafasına büsbütün çekti. Anası yorgandan dışarıda kalan ayaklarını gıdıkladı. Yataktan bir hamlede fırlayan oğluyla beraber tekrar yatağa düştükleri zaman bir genç kız kahkahasıyla gülen kadın mesut sayılabilirdi. Mesutları çok az bir mahallenin çocukları değil miydiler? Anasının çocuğundan, çocuğun anasından başka gelirleri var mıydı? Yemek odasına kucak kucağa geçtiler. Odanın içini kızarmış bir ekmek kokusu doldurmuştu. Semaver, ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi.Sabahleyin Alinin bir semaver, bir de fabrikanın önünde bekleyen salep güğümü hoşuna giderdi. Sonra sesler. Halıcıoğlundaki askeri mektebin borazanı, fabrikanın uzun ve bütün Haliçi çınlatan düdüğü, onda arzular uyandırır; arzular söndürürdü. Demek ki, Alimiz biraz şairce idi. Büyük değirmende bir elektrik amelesi için hassasiyet, Haliçe büyük transatlantikler sokmaya benzerse de, biz, Ali, Mehmet, Hasan biraz böyleyizdir. Hepimizin gönlünde bir aslan yatar.Ali annesinin elini öptü. Sonra şekerli bir şey yemiş gibi dudaklarını yaladı. Annesi gülüyordu. O annesini her öpüşte, böyle bir defa yalanmayı âdet etmişti. Evin küçük bahçesindeki saksıların içinde fesleğenler vardı. Ali birkaç fesleğen yaprağını parmaklarıyla ezerek avuçlarını koklaya koklaya uzaklaştı.Sabah serin, Haliç sisli idi. Arkadaşlarını sandal iskelesinde buldu; hepsi de dinç delikanlılardı. Beş kişi Halıcıoğluna geçtiler.Ali bütün gün zevkle, hırsla, iştiyakla çalışacak. Fakat arkadaşlarından üstün görünmek istemeden. Onun için dürüst, gösterişsiz işliyecek. Yoksa işinin fiyakasını da öğrenmiştir. Onun ustası İstanbulda bir tek elektrikçi idi. Bir Almandı. Aliyi çok severdi, İşinin dalaveresini, numarasını da öğretmişti. Kendi kadar usta ve becerikli olanlardan daha üstün görünmenin esrarı çeviklikte, acelede, aşağı yukarı sporda, yani gençlikte idi.Akşama, arkadaşlarına yeni bir dost, yeni bir kafadar, ustalarına sağlam bir işçi kazandırdığına emin ve memnun evine döndü.Anasını kucakladıktan sonra karşı kahveye, arkadaşlarının yanına koştu. Bir pastra oynadılar. Bir heyecanlı tavla partisi seyretti. Sonra evinin yolunu tuttu. Anası yatsı namazını kılıyordu. Her zaman yaptığı gibi anacığının önüne çömeldi. Seccadenin üzerinde taklalar attı. Dilini çıkardı. Nihayet kadını güldürmeye muvaffak olduğu zaman, kadıncağız selam vermek üzere idi. Anası:-- Ali be, günah be yavrum, dedi. Günah yavrucuğum, yapma! Ali:-- Allah affeder ana, dedi. Sonra saf, masum sordu:-- Allah hiç gülmez mi?Yemekten sonra Ali, bir Natpinkerton romanı okumaya daldı. Anası ona bir kazak örüyordu. Sonra yükün içinden lavanta çiçeği kokan şilteler serip yattılar.Anası sabah namazı okunurken Aliyi uyandırdı.Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Onda yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi.* * *Alinin annesine ölüm, bir misafir, bir başörtülü, namazında niyazında bir komşu hanım gelir gibi geldi. Sabahları oğlunun çayını, akşamları iki kap yemeğini hazırlaya hazırlaya akşamı ediyordu. Fakat yüreğinin kenarında bir sızı hissediyor; buruşuk ve tülbent kokan vücudunda akşamüstleri merdivenleri hızlı hızlı çıktığı zaman bir kesiklik, bir ter, bir yumuşaklık duyuyordu.Bir sabah, daha Ali uyanmadan, semaverin başında üzerine bir fenalık gelmiş; yakın sandalyeye çöküvermişti. Çöküş, o çöküş.Ali annesinin kendisini bu sabah niçin uyandırmadığına hayret etmekle beraber uzun zaman vaktin geciktiğini anlayamamıştı. Fabrikanın düdüğü, camların içinden tizliğini, can koparıcılığını terk etmiş ve bir sünger içinden geçmiş gibi yumuşak, kulaklarına geldi. Fırladı. Yemek odasının kapısında durdu. Masaya elleri dayalı uyuklar gibi vaziyetteki ölüyü seyretti. Onu uyuyor sanıyordu. Ağır ağır yürüdü. Omuzlarından tuttu. Dudaklarını soğumaya başlamış yanaklara sürdüğü zaman ürperdi.Ölümün karşısında, ne yapsak, muvaffak olmuş bir aktörden farkımız olmayacak. O kadar, muvaffak olmuş bir aktör.Sarıldı. Onu kendi yatağına götürdü. Yorganı üstlerine çekti; soğumaya başlayan vücudu ısıtmaya çalıştı. Vücudunu, hayatiyetini bu soğuk insana aşılamaya uğraştı. Sonra, âciz, onu köşe minderinin üzerine attı. Bütün arzusuna rağmen o gün ağlayamadı. Gözleri yandı, yandı, bir damla yaş çıkarmadı. Aynaya baktı. En büyük kederin karşısında, bir gece uykusuz kalmış insan çehresinden başka bir çehre almak kabil olmayacak mıydı?Ali birdenbire zayıflamak, birdenbire saçlarını ağarmış görmek, birdenbire belinde müthiş bir ağrı ile iki kat oluvermek, hemen yüz yaşına girmiş kadar ihtiyarlamak istiyordu. Sonra ölüye bir daha baktı. Hiç de korkunç değildi.Bilakis çehre eskisi kadar müşfik, eskisi kadar mülayimdi. Ölünün yarı kapalı gözlerini metin bir elle kapadı. Sokağa fırladı. Komşu ihtiyar hanıma haber verdi. Komşular koşa koşa eve geldiler. O fabrikaya yollandı. Yolda kayıkla giderken, ölüme alışmış gibi idi.Yan yana, kucak kucağa, aynı yorganın içinde yatmışlardı. Ölüm munis, anasına girdiği gibi onun bütün hassasiyetini, şefkatini, yumuşaklığını almıştı. Yalnız biraz soğuktu. Ölüm bildiğimiz kadar korkunç bir şey değildi. Yalnız biraz soğuktu o kadar...Ali, günlerce evin boş odalarında gezindi. Gece ışık yakmadan oturdu. Geceyi dinledi. Anasını düşündü. Fakat ağlayamadı.Bir sabah yemek odasında karşı karşıya geldiler. O, yemek masasının muşambası üzerinde sakin ve parlaktı. Güneş sarı pirinç maddenin üzerinde donakalmıştı. Onu kulplarından tutarak, gözlerinin göremeyeceği bir yere koydu. Kendisi bir sandalyeye çöktü. Bol bol, sessiz bir yağmur gibi ağladı. Ve o evde o, bir daha kaynamadı.Bundan sonra Alinin hayatına bir salep güğümü girer.Kış Haliç etrafında İstanbuldakinden daha sert, daha sisli olur. Bozuk kaldırımların üzerinde buz tutmuş çamur parçalarını kırarak erkenden işe gidenler; mektep hocaları, celepler ve kasaplar fabrikanın önünde bir müddet dinlenirler, kocaman bir duvara sırtlarını vererek üstüne zencefil ve tarçın serpilmişsalep içerlerdi.Yün eldivenlerin içinde saklı kıymettar elleri salep fincanını kucaklayan burunları nezleli, kafaları grevli, ıstıraplı pirinç bir semaver gibi tüten sarışın ameleler, mektep hocaları, celepler, kasaplar ve bazan fakir mektep talebeleri kocaman fabrika duvarına sırtlarını verirler; üstüne rüyalarının mabadi serpilmiş salepten yudum yudum içerlerdi.Varlık, (37), 15 Ocak 1935

...Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.diyen büyük yazarın; ilk kez 1936 yılında yayımlanan hikâye kitabı Semaver yeniden gözden geçirilerek hazırlandı. TADIMLIKSemaver-- Sabah ezanı okundu. Kalk yavrum, işe geç kalacaksın.Ali nihayet iş bulmuştu. Bir haftadır fabrikaya gidiyordu. Anası memnundu. Namazını kılmış, duasını yapmıştı. İçindeki Cenabı Hakla beraber oğlunun odasına girince uzun boyu, geniş vücudu ve çok genç çehresi ile rüyasında makineler, elektrik pilleri, ampuller gören, makine yağları sürünen ve bir dizel motoru homurtusu işiten oğlunu evvela uyandırmaya kıyamadı. Ali işten çıkmış gibi terli ve pembe idi.Halıcıoğlundaki fabrikanın bacası kafasını kaldırmış, bir horoz vekarıyla sabaha, Kâğıthane sırtlarında beliren fecri-kâzibe bakıyordu. Neredeyse ötecekti.Ali nihayet uyandı. Anasını kucakladı. Her sabah yaptığı gibi yorganı kafasına büsbütün çekti. Anası yorgandan dışarıda kalan ayaklarını gıdıkladı. Yataktan bir hamlede fırlayan oğluyla beraber tekrar yatağa düştükleri zaman bir genç kız kahkahasıyla gülen kadın mesut sayılabilirdi. Mesutları çok az bir mahallenin çocukları değil miydiler? Anasının çocuğundan, çocuğun anasından başka gelirleri var mıydı? Yemek odasına kucak kucağa geçtiler. Odanın içini kızarmış bir ekmek kokusu doldurmuştu. Semaver, ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ıstırap,... tümünü göster


Değerlendirmeler

değerlendirme
7 puan

Kitabı üç gün içinde okuyup bitirdim ve sevdim. "Sevmek Korkusu" isimli öyküsünü de diğer blogda paylaştım. Bunun dışında "İhtiyar Talebe" isimli öyküyü de en az o kadar sevdim. Şayet okursanız bu iki öyküye dikkat etmenizi isterim.

7 puan

Sait Faik hikayelerinde kurduğu atmosferi çok iyi yaşatan bir yazar. Yansıttığı seksen yıl öncesi Atatürk Türkiye'si belki de günümüzden de canlı...

Profil Resmi
7 puan

Her bir öykü birbirinden güzel gerçekten.

Profil Resmi
8 puan

Çarpıcı betimlemelerle dolu ilginç bir sait faik kitabı.

7 puan

Herhangi bir insanın herhangi bir yerde geçirdiği herhangi bir gününün belli kesitlerine şahit oluyormuşum gibi bir hissiyat edindim bu kitaptaki öyküleri okurken. Yani ufak tefek ama gerçek detaylardan oluşuyor hepsi. Okumak lazım.

8 puan

favoriler;semaver, babamın ikinci evi, bohça,düğün gecesi, şehri unutan adam

8 puan

Öykücülüğünün ilk dönem eserlerinden olan bu kitapta yazarın hayatıyla paralel öyküler yer almakta. Çocukluktan, gençliğe ve Fransa'da yaşadığı zamanlara dair hikayeler adeta sırasıyla ele aldığı dönemlerle birlikte ilerlemiş ve yazarın tarzı daha bir oturmuş gibi. Bir nevi Sait Faik'in yazım gücünün gelişmesine de tanıklık edebileceğiniz bu eserde gelecekte tarzı olacağı üzere yalnızlık olgusu kendini hissettiriyor. Yalın insanlara ve hayatlara dair gözlemleriyle sarmalanmış hikayelerinde özellikle ekonomik olarak alt sınıf diye tanımlanabilecek insanlara olan sevgi ve umutla yaklaşımı da ayrıca dikkat çekiyor.

2 puan

Dünyanın en sevimsiz öykü kitabı

6 puan

36 çeşit öykü.
Muhakkak beğendiğiniz öyküler de olacaktır.

6 puan

Sait Faik'in cümleleri istemsiz bir şekilde Chicago'dan ''Does Anybody Really Know What Time It Is?'' parçasını getiriyor aklıma, tüm öykülere daha derin anlam katkısı yapıyor. Tıpkı Can Atilla'nın müziğinin İhsan Oktay Anar kitaplarındaki havasında...

Böyle büyük öykü anlatıcılarının kitaplarını değerlendirmek hadsiz hesapsız bir durum görülüyor. ''Benimle Birlikte Seyahatten Dönen İnsanlar'' bölümündeki 15 Aralık 1934 tarihinde Varlık'ta yayımlanmış ''Sevmek Korkusu'' öykü derlemesinin en hoş olayıydı. Her cümlesi ezberlenecek kadar mühimdi. Aforizmaların keskinliği ve iki sayfada anlatılan olayların tüm hayatı değiştirebilecek kapasitede olması bu kitabı okumanız için iyi neden.

Bir oturuşta BİTİRİLECEK, fakat ABARTILMAYACAK bir derleme.

10 yıl, 10 ay

Baskı Bilgileri

Karton Cilt, 106 sayfa
Mayıs2002 tarihinde, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı


ISBN
978-975-08-0510-0
Dil
Türkiye Türkçesi

Diğer baskılar


Etiketler: öykü

Benzer Kitaplar

Şu An Okuyanlar

beyzaschengen fakiradaminilahisi samisaygın d10s otekiben
10 kişi

Okumuşlar

ezgican Defnea Anarkos TheSpell diamond
396 kişi

Okumak İsteyenler

pinar yeşil Büşra Atalay akhillaus semen2 rabstein
73 kişi

Takas Verenler

çikolatalıkahkaha Daytuna
2 kişi
Puan : hepsi | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10
Değerlendirme Zamanı: en yeni | en eski