Sultanların Günlüğü, 188 adet değerlendirme yapmış.  (14/27)
Osman Gazi
Osman Gazi

5

Yavuz Bahadıroğlu, tarihi romanları da olan gazeteci ve radyocu bir emmi. Eğitimini bilmiyorum. Daha önce kitaplarını okumadım, bu ilk kitabı. Biyografi niteliği taşıyan Osman Gazi kitabını, bir önceki yorumladığım Ertuğrul Gazi 'Kuruluş' kitabında yazdığım gibi; Gökbörü ve Ertuğrul Gazi romanım için almıştım. Aslında Ertuğrul kitabını okuyunca Osman Gazi kitabına da hiç gerek kalmadığını gördüm. Çünkü onda da hem Osman Gazi hem de oğlu Orhan Gazi hakkında baya bilgi vardı. Hali ile Osman Gazi kitabı benim için bilgime bilgi katan, bilmediğim bir şeyi öğreten bir kitap olmadı ama artıları da yok değil. Örneğin bazı tekfur kalelerinin kendilerine özgün isimlerini öğrendim ve o dönemin konuşma tarzına biraz daha aşinalık oldu. Elbette ki birebir o günkü gibi yazıp çizmemiş yazar ama o havayı verecek kadar kafi derecede olmuş denebilir. Ve evet, bu yorumumdan da anlayabileceğiniz üzere yazar, Osman Gazi konusunu hikayeleştirerek bizlere anlatmış. Bu açıdan da roman okuyormuş havasına sahip olacaksınız. Yani hem tarih hem de tarihi roman severler için Osman Gazi, ikisini de size verebilecek bir kitap. Elbet ben ikisini karıştırmayı seven biri olmadığım için roman ise roman tarih ise tarih talep eden bir insan olarak bu özelliğini sevmedim. Hele ki şu an hiç roman okuma havasında değilim. Paso araştırma ve bilim kitaplarına yöneliyorum. Neyse. Sevenleri için tavsiye edebileceğim, hoş bir kitap. Yazarımıza teşekkür ederiz.

Ertuğrul Gazi 'Kuruluş'
Ertuğrul Gazi 'Kuruluş'

9

Bu sene Gökbörü isminde yeni bir tarihi fantastik seriye başladım. İlk kitap Gökbörü ve Oğuz Kağan idi. Hayalet Serisinin 2. romanını bitirdikten sonra, inşallah Gökbörü ve Ertuğrul Gazi romanına başlayacağım. Bu yüzden araştırma babında bu kitap aldım. Kitap, yer yer yazarın kendi aktarımı yer yer de derleme özelliği göstermekte. Birden fazla Osmanlı tarihçisinin kaleme aldığı kitaplardan bir sürü bilgi aktarımı var. Hepsinin kitaplarını okumuş kadar oldum. :) Fakat kitabın içeriği Ertuğrul'dan ziyade oğlu Osman ve torunu Orhan hakkında bilgi içeriyor desek yalan olmaz. Bu açıdan biraz tatminsiz olsam da bunun da mantıklı bir açıklaması var; maalesef Ertuğrul Gazi hakkında kaynaklar pek kısıtlı. Hal böyle olunca da rivayetlerle beraber bir kitaptan ziyade kitapçık çıkardı. Zaten kitabın ismi de Ertuğrul Gazi ve 'Kuruluş'... Yani hem bu büyük kahraman hakkındaki tüm bilgiler ve rivayetleri bize sunarken hem de Osmanlı'nın kuruluş serüveni kahramanları olan Osman ve Orhan Gazi hakkında da bilgi vermiş oluyor. Yer yer eski lehçe ile yazılmış aktarımlar söz konusu ama kendinizi verirseniz rahatça anlarsınız, merak etmeyin. Belki birkaç kelimenin manasını bilemezsiniz -ben gibi- ama onda da arama motorları yardımınıza yetişecektir. Hem eski lehçeyi görmek de güzel oldu. Bir de sesli okumayı denerseniz kulağa hem farklı hem de hoş geldiğini fark edeceksiniz. ;) Kitapta en sevdiğim noktalardan biri Ertuğrul ve Osman Gazi'nin silah arkadaşlarının da tanıtıldığı bölüm idi. Hatta alperenler olarak da tanımlayabileceğimi Şeyh Edepali gibi nice önemli şahsiyet hakkında da özel bölümler var. Birden fazla tarihçinin aktarımlarını bize sunduğu için aynı konuların tekrarı ile karşılaşmış oluyoruz ama bu, rahatsızlıktan ziyade konuyu pekiştirmemi sağladı. Genelde kendini tekrar eden noktaları boğucu bulurum ama bu iyi oldu. Genel olarak kitabı muhakkak tavsiye ederim. Şahsen beğendim. 5 üzerinden 4 veririm. :)

Bilge Sultan Abdülhamid Han
Bilge Sultan Abdülhamid Han

2

Sayın Yasin Bey'in ilk kitabını kutlarım. Ve sonraki kitapları için de başarılar dilerim. Kitabın altında yatan toplumsal vazifenin bilinci ile okuduğumu en başta belirtmek isterim. Yazılan kitapların, çekilen film ve dizilerin Toplumsal Vazife bilinci ile ortaya çıkması gerektiğine inanan biri olarak kendisini takdir ettiğimi söylemek isterim. Kitapta yıllarca 'Kızıl Sultan' denerek hakkı yenen Abdülhamid Han'ın 33 yıllık saltanatı hikayeleştirerek anlatılmış. Kendisi Osmanlı'nın son döneminin en büyük padişahı olarak tarihe geçmiş; 33 yıl boyunca devleti ve milleti için mücadele vermiş ama sonunda içimizdeki hainlerin de desteği ile bir nevi darbe ile tahtından indirilmiş büyük bir devlet adamıdır. Aslında onun yaşadıkları ile günümüzde cereyan eden olayların bu denli birbirine benzer olması oynanan 100 yıllık oyunun aksatılmadan devam ettiğini de gösteriyor. Elbette ki ilk kitap olmanın verdiği bazı eksikler mevcut. Elimden geldiğince dillendirmek istiyorum ki bir sonraki kitaplarda, yazarımız da eksiklerini geliştirerek daha iyi kitaplar ortaya çıkartabilsin. 1- Öncelikle hikayeleştirerek anlatım biraz fazla hızlı geçişler şeklinde olmuş. Yani demek istediğim ayrıntıya girilmeden üstün körü olan biten anlatılmış geçilmiş. Minik betimlemeler olsa da genel olarak roman tadını veren o betimlemelerden uzak kalınmış. 2- Anlatım dili yer yer biraz sıkıntılı olmuş. Örneğin; 23. sayfada; "Abdülhamid Han, aldığı bir karar ile göstermiş olduğu başarısızlıklardan dolayı Mithat Paşa'yı görevinden azlediyor ve sürgüne gönderiyordu." Hemen ardından da Mithat Paşa bu durumu sorgulamak için Padişahın karşısına çıkıyor. Şimdi yanlış bir anlatım dilidir. Kullanılan zaman dilimi çok yanlış. Yer yer böyle yanlış zaman dilimleri kullanılmış. 3- 74. Sayfada padişah şehzade iken yaşadığı bir anıyı anlatıyor. Abdülmecid Han'ın oğluna; saygılı bir şehzade olarak İngiliz büyükelçisinin elini öpmesini salık verdiğini ama yapmadığını anlatıyor. Öncelikle bu tarihi bir hatadır. Yani bırakın Türk şehzadelerini; batıdaki prensler dahi hiçbir büyükelçinin elini öpmez zira hepsinin üstündedir. Osmanlı'da da bir şehzadenin bırakın bir büyükelçiyi bir paşanın elini öpmesi vs. mümkün değildir. Şehzadeler padişahlardan sonra gelir dersem, yanlış olmaz. Zira o adam ileride padişah olabilir; el öpmek de neymiş? Bu ciddi bir hata. 4- Konu çok iyi ama kurgu çok zayıf kaçmış. Üzerinde çok çalışılma gereği duyulmamış izlenimi verdi. Daha zengin ve heyecan verici bir kurgu ile konu işlense idi kitap daha ilgi çekici olurdu. Açıkçası basit bir kurgu olduğu için sıkıldım. Bu yüzden bir noktadan sonra atlaya atlaya okuyarak geçtim. Fakat sonuna kadar gitmem yazara ve emeğine saygı gereği şarttı. Çünkü dediğim gibi kitabın yazılma bilinci takdire şayan ama keşke üzerinde daha çok çalışılsaydı. 5- Sayfa düzeni de çok düzenli kullanılmamış. Bunu da editörün yapmasını beklerdim. Yazarımız bu eleştiriyi okursa sakın yazma şevkini kaybetmesin. Yazım tekniği, yazdıkça gelişir ve yazmak uzun vadeli bir yatırımdır. Saygılar.

The 100 - Eve Dönüş   (The Hundred #3)
The 100 - Eve Dönüş (The Hundred #3)

5

Üçüncü kitabımızla birlikte seriye, şimdilik, veda ediyoruz. Sanırım yazar, 4. kitabı da yazmış ama daha Türkçe'ye çevrilmediği için 3. kitap bizim için hikayenin sonu olacak. Bundan sonra yazılanlar arasında dizi ve kitap hakkında bilgi içerebileceğini unutmayınız. Aslında içimden bu son kitap hakkında çok bir şey demek gelmiyor. Diğer iki kitaba nazaran biraz durgun ve sıkıcı geçtiğini düşünüyorum. Bizi şaşırtan ve aaa dedirten bir olay, kitabın genelinde zaten yok ama nedense bu sefer bol bol sıkıldım. Aslında sıkılma sebebim kitabın daha çok Glass ve Wells gözü ile anlatılmasından kaynaklı. Yani yazar, sanki sevmeyeceğim içine doğmuş gibi 3. kitabın ağırlıkta bu ikisinin gözünden anlatmış. Glass'ın POV'larının ilk iki kitap boyunca Koloni Gemisinde olan biteni az çok öğrenmek adına-onu da tam öğrendiğimizi söyleyemeyeceğim; yetişkinler ne halt ediyor bilsek daha iyi olurdu- gerekliydi tamam ama 3. kitapla birlikte çok gereksiz bir karakter Glass ve Luke. Yani bence hikayeye gereksiz yük olmuşlar ama inatla Glass'ın POVLARI Belalmy ve Clarke'dan daha çok gibi görünüyordu. Bence kitapta ölen karakter yerine bunları öldürseler daha iyi idi. Bir de Glass ile başlıyor ise Wells; Wells ile başlıyor ise Glass'ın POV'una geçiyor seri genelinde. Bu yüzden karakterleri sevmediğim için sıkılmış olabilirim. Besbelli ki dizi yapımcıları da sevmemiş ki Wells'i ilk yılın başlarında öldürdüler. Glass'ı da koymak yerine Raven'ı koyup Luke'u da Finn yapıp Dünya'ya gönderdiler. :) He kitap bitti ama Bellamy ve Wells'in babasının durumu hala bilinmiyor. En son hala komada idi ve gemide kaldı. Dizideki gibi 4. kitapta kalan birkaç kişi ile birlikte gelebilir. Seriyi genel olarak güzel bulduğumu söylemeliyim. 5 üzerinden 3,5 veriyorum ki bu da 3. kitap konusunda fazla hoşnut olmamaktan kaynaklı yoksa 4 verirdim. DİPÇE: Belirtmem gerekir ki Go Kitap, kitap kapaklarını çok güzel yapmış. Daha önce görmediğim tarzda bir cilteme olmuş. Beğendim. Tebrikler. :)

The 100 - 21. Gün   (The Hundred #2)
The 100 - 21. Gün (The Hundred #2)

9

Ve serimizin ikinci kitabı ile karşınızdayım. Kafadan söyleyeyim; ilk yorumda olduğu gibi kitap ve dizi içeriği hakkında oyunbozan bilgi içerir. Sonra bana kızmayın. :) İlk önce uyuz olduğum noktayı yazayım. İlk kitapta olduğu gibi Glass ve Wells POV'larını ve karakterlerin sürekli geriye dönmesini sıkıcı buluyorum. Fakat geçmiş olaylara dönüşün kurgu gereği gerekli olduğunun da farkındayım. Öyle ki bu kitapta iki karakter ile ciddi bir bağ kuruldu. Devam. İkinci kitap, birinci kitabın hızında devam ediyor. Aynı güzellikteki anlatım tarzı ve dil akışkanlığı ile kitap bir çırpıda bitiveriyor. Olay döngüsü güzel ilerliyor ve 'saçma' dediğiniz bir nokta yok. Clarke ve Bellamy artık resmi olarak iki aşık. :) Bellamy'nin dizideki hali ile kitaptaki hali biraz farklı. Kitapta gene güçlü falan ama dizideki gibi 'kral' unvanlı biri değil. Bu unvan nispeten Wells'e ait. Liderlik vs. Dizide Dünya'lılar ile ilk bağlantı Octavia'nın aşık olduğu Lincoln yerine Sasha ismindeki kız ile oluyor. Sanırım Wells ile Sasha için son kitapta bir aşk görünüyor. Şu ana kadar Lexa da yok. Komutan-Heda muhabbetleri de bilesiniz. Hali ile Clarke ile arasında bir anda -öyle bir yönleri olduğunu mucizevi eseri fark ettikleri- eşcinsel bir aşk falan doğma olayı yok. Bu kısım dizide saçmalığın daniskasıydı. Dedim ya dizideki Clarke'ın karakteri uyuz bir şekilde evrilmiş; kitapta bu daha iyi. Clarke, kitabın sonlarına doğru ailesi ile ilgili güzel bir haber alıyor ve Bellamy ile Wells'in akrabalık bağlarını keşfediyoruz. Doğrusu dizide bu pek mümkün olmaz idi eğer Wells'in yaşatsalardı; zira malum şansöyle siyah ve Bellamy beyaz. :P He evet, bu durumda Bellamy kendi ailesinden birini vurmuş oluyor. Gerçi bu akrabalık bağının derinliğini anlamışsınızdır ama yine de açık yazmayayım. :P He hazır bu konuda konuşuyorken bunun ortaya çıkışı ve Wells'in lak diye bundan bahsedip "Ya böyleymiş, biliyor musun?" havasındaki açıklaması vs. oldukça oldu bittiye gelen, üstün körü geçilmiş bir bölümdü. Daha ayrıntılı ve ne bileyim böyle şoklu falan anlatması lazım değil miydi? Karman çorman duygularla öylece bir duygu anlatımı beklerdim. Bu yönden bir eksi puan veriyorum. Kitap, genel olarak güzel ve zevkliydi. Tavsiye ederim.

The 100   (The Hundred #1)
The 100 (The Hundred #1)

9

The 100 serisini bilmeyen var mı, bilemiyorum ama dizisinden sonra kitabını okumaya karar verdiğim kitaplardan biri... İlk önce kitap hakkında fikrimi yazıp daha sonra dizi ile karşılaştırmasını ve farklılıklarına değineceğim. Bu yüzden bundan sonra yazılan çizilen şeylerin oyunbozan bilgi içerdiğini unutmayın. ;) Kitabımız Clarke'ın hapishane hayatı ve ardından gizli bir görevle, kendin gibi 100 suçlu çocukla beraber, Dünya'ya gönderilmesi ile başlıyor. Uzay Kolonisi hayatta kalmak için o kadar gaddar kurallar uygulamak zorunda kalıyor ki ahlak ve hayatta kalma arasındaki ince çizgiyi sorgulamaya iten bir durum olduğu kanısındayım. Yani olağan şartlarda ölüm verilmeyecek suçlara bile sırf oksijen tasarrufu olsun diye ölüm cezası veriliyor. Şahsen öyle bir hayat sürmekten ise Dünya'da bombalar altında can vermeyi tercih ederim. Zaten kimse beni kolay kolay uzayda yaşamaya gönderemez. Neyse. Kitap dili oldukça akışkan ve yazarın kafasındaki Dünya'yı bize sunuş şekli de oldukça takdire şayan. En ince ayrıntısına kadar insanın kafasında canlanmasını sağlayan güzel bir yazım tekniği var. Lakin her karakter POV'unda kişinin kolonideki yaşadığı dönemlerde bir sahne sunması ilk başlarda çok kafamı karıştırdı. Örneğin Glass, hapse düşmüş çocuklardan biri ama gemi kalkar iken kaçıyor ve sonra onun yaşadıklarını anlatıyor. Hapse düşüş sebebini anlatırken ben onu şimdiki zamanda yaşadığı şeyler falan sandım. Yani böyle kafa karışıklığı oldu ama editör de öyle karar vermiş olacak ki bunun önüne geçmek için geçmiş sahneleri farklı bir yazı tipinde ayarlamış ve uzun çizgiler ile geçmiş ve şimdiyi ayırmış. Şahsen zırt pırt geçmiş sahnelere gidilen bölümleri sevmiyorum, Labirent Serisinin yeni üçlemesindeki kitapta da buna değinmiştim. Sizi bilmem ama ben Glass ve Wells POV'larını çok sıkıcı buluyorum. Glass daha çok kolonide olanları anlatmak için eklenen bir karakter havası veriyor. Dizide sık sık koloni sahneleri görsek de dizide sadece Glass'ın sahneleri ile yetinmek zorundayız. Bu yüzden yönetimin neler yaptığı konusunda bihaberiz. Bu ikisi dışındaki yegane POV'lar da Bellamy ve Clarke. Sadece bu ikisi olsa razıyım. :D Kitabı yarım günde bitirdim. Bu derece akıcı işte. :) Gelelim dizi ve kitap arasındaki farklara. İlk olarak dizide Bellamy ve Clarke arasındaki çatışma kitapta yok ve dizinin aksine ilişkileri hızlı bir şekilde ilerliyor ve 2. kitapta bir nevi adı konmamış bir ilişkileri var. Bellamy'nin Şansölyeyi vurduğu sahne dizide gizli kapaklı olurken kitapta tüm çocukların gözü önünde oluyor ve 2. kitaba geçmeme rağmen hala durumu hakkında bilgi sahibi değiliz. Dizide Clarke'ın sadece annesi yaşarken ve babası az oksijen kaldığı haberini duyurmaya kalkarken yakalandığı için idam edilmişken kitapta bu çok başka bir sebeple meydana geliyor ve hem annesi hem babası ölüyor. Dizide babasını ihbar eden Wells gibi görünüp annesi çıksa da kitapta tüm suç Wells'in. Dizide Wells ve Clarke bir nevi yakın dost gibi olsa da kitapta eski sevgililer. Dizide yer alan Jasper, Finn ve Monty, Raven ve Marcus gibi karakterler kitapta yok. En azından şimdiye kadar görünmüyor. Marcus, dizide şansöyle yardımcısıyken kitapta bu iş çok başka bir karakterde ve kötü biri gibi görünüyor ama Clarke'ın ailesinin yargılanma sahnesi dışında kendisini göremedik. Dizideki baş belası kötü çocuk Murphy; kitapta Graham isimdeki çocuk yerine geçmiş. Genel fikrim neden böyle gereksiz karakter değişim ve eklemelere gidilmiş bilmiyorum. İlk kitap, dizinin ilk yılı için, nispeten, az hareket içerdiği için ufak değişiklikler ve eklemeleri olağan görüyorum ama bu şekilde pek hoşlaştığımı söyleyemem. Neyse. Bir de dizideki Clarke karakterinin geldiği noktayı hiç sevmedim. Kitapta daha iyi. Kitabı diziden daha çok sevdiğimi söyleyebilirim.

Holokost Endüstrisi
Holokost Endüstrisi

10

Ramazan ayında başladım ama bir türlü bitiremedim. Bunun sebebi kitabın sıkıcı olması değil benim kitap okuma iştahımın bir süredir olmamasıydı. Arkadaşım yazar Meryem Seyda Parlak, bunun sebebini yaz bunalımına bağladı. Vallahi olabilir, her şey mümkün. :D 53 gün olmuş kitaba başlayalı. Offff :D Neyse. Kitaba bir başka kitabı okurken rastladım. Hangisi derseniz inanın hatırlamıyorum ama İslamofobi Endüstrisi kitabında iken olabilir. Az çok fark ediyoruz ki Dünya'da bir şeyler üzerinden kazan elde eden bir Endüstri var. Ve şahsi fikrim bunların hepsine Dünya Endüstrisi demek doğru olacaktır zira hepsi de aynı adamlar özünde. Neyse. Devam. Kitap, ağırlıkta Amerikan Yahudi Örgütlerinin, Nazi Holokostunda hayatını kaybetmiş ve işçi-köle olarak çalıştırılmış Yahudiler adına başta İsviçre olmak üzere çeşitli ülkelerden para tırtıklaması üzerine kurulmuş. Ve bunu yaparken de oldukça iğrenç ve çirkin yalan dolan ve saptırmalara başvurmaktan çekinmiyorlar. Adamlar güzelce paraları topluyor ama iş dağıtmaya gelince çoğu kişi avucunu yalıyor. Kısacası adamlar sözde Yahudi ve Yahudi mağdurlar için o paraları tazminat olarak alıyor(elbette bunu yaparken kendilerini tüm Dünya Yahudiliğinin temsilcisi ilan ediyorlar.) ama aslında Yahudileri sömürerek kazanç elde ediyorlar. Hali ile sözde Yahudi diyorum ama bu siyonistlere göre herhalde öldürülen ve işçi-köle olarak çalıştırılanlar gerçek Yahudi olmasa gerek ki bu kadar vicdan rahatlığı ile bu ve fazlasını yapıyorlar. Daha önce okuduğum Yahudiliğin Büyük Sırrı kitabında, bilhassa israil'de, Yahudilerin de kendi içlerinde bir çeşit kast düzenine benzer bir sınıflandırmaya gidildiğini öğrenmiştim. Biliyorsunuz ki Yahudiler, Yahudi doğmadığın sürece seni gerçek Yahudi kabul etmezler. Fakat bugün bunları ayıklamaya kalkarlar ise bir avuç kadar kalırlar. Hali ile varlıklarını reddetmeyip gerek askerlik gerekse holokostlarda kurbanlık koyun olarak kullanmak için yanlarında tutuyorlar. Yani başka türlü aklım almıyor kendine Yahudi deyip (bir de milliyetçi-dindar yahudi deyip) de Yahudileri böyle mağdur edip, sömürmelerini... Yazık be! İnsan ne çekerse kendi ailesinin içindekilerden çekermiş! Babam derdi; elalem canımızı yakar ama yakınımız canımızı alır.... Biliyorsunuz ki biz İslam alemi olarak da bu konuda çok can kaybettik ve maalesef kaybediyoruz. Allah (C. C.) yar ve yardımcımız olsun. Kitap hakkında genel görüşüme değinecek olursam; alıp okumanızı tavsiye ederim. Amerikalı Yahudilerin, ilk zamanlar İsrail'i hiç takmaması, Holokost'u bile ağzına almaması ama zaman içerisinde oluşan şartları değerlendirerek Holokost'u tam bir endüstri haline getirmesinin aşamalarını öğrenmek şaşılacak bir tarihsel-sosyolojik bir olay. Bu olay yarın başka her türlü olaya uyarlanarak da aynen kullanılabilir. Yeter ki şartlar oluşsun. Eh, ortada acı çeken bir kesim varken onu sömüren bir kesim elbet olacak. Sonuçta bu Dünya'da ölüm ve kandan beslenen bir güruhlar çetesi var.