Kutsal dram kitabı çıkmış ortaya. Kitap kapağındaki abi kardeşe aldanmayın. O sadece bir başlangıç.Devamında karakterler kalabalıklaşıyor ve her birinin kendi dramı tüm detayları ile anlatılıyor. ''İyi de kardeşim sonuçta bu iki kardeş kavuşuyor mu?'' diyorsunuz. Diğer Hosseini kitapları gibi akıcı yalnız fazla kalabalık. (Tabi yine kahraman Amerika profili). Olaylar kelebek etkisi kıvamında. Birinin tanıdığının tanıdığı diğerinin tanıdığının tanıdığının tanıdığını tanıyor gibi olmuş.Uçurtma avcısı gibi değil.Daha karışık ve daha çok takip zorunluluğu var.Kim kimin nesi oluyordu iyi bilmelisiniz yoksa ilerideki sürprizi kaçırabilirsiniz.Uçurtma avcısı ile tek ortak yanı sade olan dili. Yine de kitap öyle hüzünlü ve hareketli başladı ki maalesef sonunda sadece hüzün kaldı.
Bir çoğumuzun bildiği üzere Fahrenheit 451 kağıdın yanma derecesi. Neden bu isim? Çünkü kitabın konusu bu. Bir dünya düşünün kitaplar yasaklanmış.Evde kitap mı bulunduruyorsunuz hemen itfaiye gelir evinizi yakar.(İtfaiyenin asıl işlevinin yangın söndürmek değil ev yakmak olduğu bir dünya). Eh her yasak kendi isyancısını da yaratır mantığıyla aklı mantığı yerine gelmeye başlayan ya da gelmiş ve sistemden hükümetten kaçan insanlar da var. Kaçanların çoğu da Ya harverd'da kürsü sahibi ya başka bir üniversitede hoca. İnsanlar TV'lere hapsolmuş.Duvardan duvara Tv alıp saçma programları izlemek ana dertleri. Yalnız bize çok uzak bir dünya da değil hani. Özellikle şu satırları okurken 'hadi canım aynı biz dedirtiyor.' Eğer politik bakımdan mutsuz bir adam istemiyorsan, kaygılandıracak bir soruda ona iki bakış açısı verme, birini ver. Daha da iyisi hiç verme. Bırak savaş gibi bir şeyin var olduğunu unutsun. Eğer Devlet yetersizse, havaleliyse ve vergi delisiyse, insanların Devlet üzerine endişelenmesindense bırak böyle olsun. Huzur, Montag. Onlara yarışmalar düzenle, en popüler şarkıların sözlerini, devletlerin başkentlerini veya Iowa'da geçen yıl ne kadar mısır yetiştirildiğini bilerek kazansınlar. Onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur, öyle lanet olası olaylarla tıka basa yap ki, kendilerini bilgileriyle gerçekten zeki hissetsinler. Sonra düşündüklerini hissedecekler, hiç kımıldamadan hareket ettikleri hissine kapılacaklar ve mutlu olacaklar, çünkü bu tür olaylar değişmezler. Olayların bağlantılarını kurmaları için onlara felsefe ve sosyoloji gibi kaypak şeyler verme. O zaman melankolik olurlar. Bugünlerde birçok adamın yapabildiği gibi, TV duvarını ayırıp tekrar birleştiren kişi, insanı kaba, hayvansı hissettirmeden ölçülüp biçilemeyecek olan evreni ölçüp biçmeye çalışan kişiden daha mutludur. Biliyorum, ben denedim, cehenneme kadar yolu var. Sen kulüplerini ve partilerini, akrobatlarını ve sihirbazlarını, gözüpek adamlarını, jet arabalarını, motosiklet helikopterlerini, seks ve eroini, otomatik refleksle yapılacak her şeyi getir onlara.”
Kitabın neredeyse 3/4'ü sonu merak edilesi hikayelerle dolu. Her bir hikaye mükemmel bir edebi tarz ile anlatılmış yerel bir edebiyat esintisi taşıyor. Kahramanlar devrimci, inandıkları uğruna ölmeyi göze alanlardan oluşuyor. Devrimci dediysem elinde kızıl bayrak oradan oraya koşmuyor. Kimisi aşkı için devrimci olmuş aşkı paraya servete tercih etmiş kimisi kaderine karşı gelmiş kimisi haksızlığa. Kadın konusunda ciddi anlamda bir sistem eleştirisi var. Kiliseye ise bir başkaldırı. ... bir insan... başka bir insanı öldürdü; herkes, azılı katil dedi. kral onu öldürdü; herkes adaletli kral dedi. ... bir insan... kiliseyi soymaya kalktı; herkes, gözü dönmüş hırsız dedi. kral onun hayatını elinden aldı; herkes, erdemli kral dedi. ... bir kadın... kocasına ihanet etti; herkes, fahişe dedi. kral onu çıplak olarak teşhir etti ve herkesin gözü önünde taşlayarak öldürttü, asil kral dediler. kan dökmek haramdır. peki, kralın kan dökmesi helal midir? mal gasbetmek suçtur. peki, can gasbetmek erdem midir? kadının ihaneti iğrençtir. fakat insanı taşlayarak öldürmek güzel midir? yasa, bir kötülüğe, daha büyük bir kötülük ile karşılık vermek midir? töre, bir yanlışı, daha büyük bir yanlışlıkla düzeltmek midir? adalet, bir suçu, daha büyük bir suçla cezalandırmak mıdır? --------------------------------------------------------------------------- Güçlü zenginlerin konaklarına ,zayıf fakirlerin kulübelerine girdim .Fildişi parçalarıyla ,altın iplikleriyle süslenmiş odalarda ,ümitsizliğin gölgesiyle ölümlerin nefesleriyle dolu barınaklarda durdum ,çocukları sütle birlikte köleliği emerken ,oğlan çocuklarını alfabeyle beraber boyun eğmeyi bellerken ; kızları ,elbiselerine tutsaklık ve baş eğmeyi astar olarak geçirmiş giyerken ,kadınları itaat ve uysallık yataklarında uyurken gördüm . -------------------------------------------------------------------------- Hemen hemen bir çok konuya değinen yazarın kitabında kölelik çeşitlerinden, fabllara,insanlık dersinden,aforizmalara dek birçok şey mevcut.
Belki şimdi sınıf farkı bu kadar anlam ifade etmiyor küreselleşme nedeniyle yalnız o zamanlar daha belirgin olan bu fark üzerine işlenmiş roman tadından yenmez.Bulabildiğiniz en kalın cildini okumaya çalışın. Konusu;denizci olan işçi sınıfından bir gencin (Martin Eden) yazar olma sevdasıdır. Çaba bile değil bu bir aşktır. Ruth adlı bir kızı ölesiye sever. Bir yandan yazar olmaya çalışır bir yandan Ruth'u elde etmeye çalışır. Oldu mu olacak mı cidden istediğini yapcak mı? Olursa ne değişecek olmazsa Martin ne yapacak derken koca itap bitiyor. İçeriğini, okuyacak olan arkadaşlar için anlatıp beddua almak istemem yalnız kesinlikle okumanız gerekir ve kesinlikle zevk alacağınız, sizde iz bırakacak bir kitap olacaktır. Sizi temin ederim. Bu arada Jack London neden intihar etmiştir açıkça bellidir. Bir nevi Martin Eden ile özdeşleştirerek kendisini anlatmıştır.
Klasik bir hikaye olabilir. Bir sokak var sokağın içinde yaşayan insanlar ...Kimi dürüst kimi o.. kimi Allah'a yakın kimi hırsız. İlk 10 sayfa insan ve sokak tasviri zaten ama kalan tam bir şenlik. Kendinizi bir film izliyor havasına girmiş hissediyorsunuz. Necip Mahfuz Mısırlı bir yazar. Arap dünyasının en büyük yazarı olarak görülüyor. Türk sineması tadında diyeceğim ama filmi de çevrilmiş zaten.
İnsan nasıl olunur? kitabıdır aslında. Altı çizilesi not alınası sonra da çerçeveye alıp duvara asılası sözcüklerin 100 sayfa bile etmeyen bir kitaba sığdırılmasının somut hali. Keşke diyor insan keşke olsa böyle. ''Çünkü sana bir şey verenden çalıyor, seni soyana bir şeyler veriyorsun. Konuşma ve eleştirme özgürlüğüyle sorumsuz gevezelik ve adî şakaları birbirine karıştırıyorsun. Eleştirmeye her an hazırsın, ama eleştirilmek istemiyorsun ve bu nedenle de başkalarından kopuyorsun. Başkasına saldırmaya bayılıyorsun, ama saldırı karşısında kalmaya dayanamazsın. Bu yüzdendir ki, her zaman gizli bir siperden saldırıyorsun.'' (...) Kendi mutluluğunu yiyip bitiren sensin. Tam bir özgürlük içinde mutluluğun tadını çıkardığın olmadı hiç. Bu yüzden büyük bir oburluk içinde kendi mutluluğunu yiyorsun ve mutluluk sağlama onu koruma sorumluluğunu hiç üstlenmiyorsun. Mutluluğunu korumayı, onu, bir bahçıvanın çiçeklerini, bir çiftçinin ürünlerini yetiştirdiği, onlara gereken besini verdiği gibi beslemeyi öğrenmekten yoksun bıraktılar seni. Büyük araştırmacılar, ozan ve bilgeler kendi mutluluklarını korumak için senden kaçtılar. Senin çevrende, senin yörende mutluluğu yiyip bitirmek kolay ama onu korumak çok güçtür Küçük Adam. (...) Bu büyük adamın sunduğu engin bilgi ve fikir hazinesini sen nasıl kullandın peki, Küçük Adam? Bütün söylenenlerden yalnızca tek bir sözcük kaldı kulaklarında: diktatörlük! O büyük zekânın ve koca sıcak yüreğin önüne boca ettiği şeylerden tek bir sözcük kaldı ortada: diktatörlük. Geri kalan her şeyi denize döktün, özgürlük denen şey gitti, açıklık ve hakikat, iktisadî kölelik sorunlarının çözülmesi, ileriyi görme yöntemleri... her şey, ama her şey alaşağı edildi. Yerinde olmakla birlikte istenmeyerek seçilmiş tek bir sözcük kaldı elinde: diktatörlük!
Ütopta seviyor musunuz? Hele ki disütopya! Kesinlikle keyif alacaksınız bu kitaptan.Huxley'in Cesur Yeni Dünyası kadar akıcı, sürükleyici ve tabi ki feminizm öğeleri bolca var. Hitler'in zafer kazandığı üzerinden 700 yıl geçtiği, Hitlerin tanrılaştırıldığı(gökgürültüsü tanrısının kafasından doğmuş), Hristiyanlığın aşağılandığı, sadece Almanların üstün kandan geldiği bir İngilizin bile Alman tarafından aşağılandığı, kadınların gettolara doldurulduğu ve sadece Damızlık olarak kullanıldığı,saç uzatmalarının dahi yasak olduğu,güzelliklerinin bilinçli olarak kaybettirildiği, erkek bebeklerinin 18 aylıkken ellerinden alındığı kız çocuklarının kendilerine bırakıldığı ,tecavüzün yasal olduğu, kadınların kendilerini erkeklerin karşısında değersiz olarak gördüğü bir ütopya. Aslında kitap 1937'de yazılıyor ancak o dönemlerde okunmuyor çünkü tam anlamıyla bir Nazi eleştirisi.Yine ilginç olan 1937'de yazılmış olmasına rağmen Yahudi soykırımını öngörebilmiş olmasıdır.