Alper Kamu serisini çok sever çok da gülerim. Yeni kitabı da büyük bir merakla beklemiştim. İşleniş biçimi olarak serinin diğer kitaplarından daha farklı ve sevmediğim bazı noktalar oldu. Öncelikle teknolojinin devreye girmesinden pek hoşlanmadım. Alper Kamu serisini bana sevdiren, olaylar arasında kurulan mantıksal bağ oldu her zaman. Ve ben bu bağın klasik yöntemlerle kurulmasını daha çok seviyorum. Bana göre bu durum Alper Kamu’yu hikayelerdeki asıl gerekli adam kılıyordu. Öte yandan kitabın sonuna kadar ana karakterin “sıradan bir çocuk” gibi aksettirilmesinden de bir parça rahatsız oldum. Evet, Altan karakterinin seriye farklılık kattığı çok açık. Ama Alper Kamu’nun özel bir çocuk olmasına dair ana düşünceyi sarstı ve aslında hareketlerini normalleştirmiş oldu. Oysa seriyi özel kılan ana karakterin normalden oldukça farklı bir çocuk olmasıydı bana göre. Kitabın sonlarına dek, kendi adıma rahatsız edici bulduğum noktalar devam etti. Ancak sonrasında satranç bölümüyle eleştrilerim törpülendi. Aradığım Alper Kamu’yu kitabın sonlarında buldum. Ayrıca yazmadan geçemeyeceğim; seriyi ne zaman okusam Amcabey, Tahtakafa ve Kız Tevfik’i görünce çok eski arkadaşlarımı görmüş gibi mutlulukla doluyor içim. Onlarla beraber bir masanın etrafında toplanmak ne güzel olurdu. Teşekkürler Alper Canıgüz. Bize güzel insanlar, güzel kitaplar kattın.
Sezgin Kaymaz’ı keşfettiğimden beri her kitabını okumaya çalışıyorum. Öyle ki, bu okuduğum 7. Kitabı. Ama maalesef o kadar büyük bir zaman kaybıydı ki yazarı okumaya biraz ara vermeye itti beni. Arka kapak yazısında “ Kafa kızlar” olarak tabir edilen roman karakterlerinin kurgulanışı tam bir felaket. 27 yaşında ve üniversite son sınıf öğrencisi olmasına rağmen; silgisini koparıp sınıf arkadaşlarına atan, sinirlendiği zaman dil çıkaran bir ana karakterden bahsediyoruz. Böyle bir karakter değil üniversite, lise son sınıf öğrencisi olarak bile kurgulanamazdı. Üstelik 331 sayfalık kitabın her zerresinde olan bu kafa kızlar(?) arasındaki sohbetler o kadar bayağı ki, karakterlerin üniversite öğrenimi görmekte olan 2 genç kadın olduğunu kabul etmek çok güç. Bu yorumumu yanlış anlayanlar olacaktır. Ancak bir roman okurken beni rahatsız eden şey hiçbir şekilde karakterin küfretmesi veya toplumca hoş görülmeyen sözler söylemesi olamaz. Ben bizzat romanın yazım dilini abes buldum. Kitapları hiçbir zaman atlayarak okumam. Bu kitapta kendimi çokça zorladım. Elimden bıraktığım anda kitaba asla dönmeyeceğimi bildiğim için her şeyi bir kenara bırakıp bitirmeye çalıştım. Yazı dilinin kötülüğü kurguyla telafi edilebilir umudum, olumsuz sonuçlandı. Okumamış olmayı tercih ederdim. Yazarı ilk kez okuyacak arkadaşların, yazarın diğer kitaplara yönelmesi çok daha iyi olacaktır.
Aşk romanları okumaktan uzak duran ben, kitap hakkındaki övgülere kayıtsız kalamadım. Ancak bu romanın olsa olsa hastalıklı aşk hikayelerinden bahsettiğini söyleyebilirim. Kendimi hiçbir karakterle özdeşleştirmem mümkün olmadı. Roman bir müddet sonra, sonu getirilemeyecek bir sürece girdi. Öyle ki devam etseydi dahi sürecin nasıl devam edeceği tahmin edilebilir oldu. Bu noktada da roman aniden bitirildi.
Yaşar KEMAL’in okuduğum ilk eseri. Başarısına diyecek söz yok. Kurguladığı distopyayı, sonu bu kadar tahmin edilebilir olmasına rağmen büyük iç sıkıntısıyla okudum. İyilik kadar kötülüğü de anlayabilirim, kötülüğün de kendi içinde ‘her ne kadar anlamlandıramasak da’ bir mantığı olduğuna inanırım. Ama ne bu kitapta ne de gerçek hayatta, hem fillerin yanında olup onlarla birlik olan hem de zaman zaman karıncaların dertleriyle dertlenen Ulukepez gibileri anlayamıyorum. Ben sadece bu distopyanın ardından refah günleri de okumak ve içimi rahatlatmak isterdim. Kitabın bitişiyle, kendimce fillerden ve hüdhüdlerden öcümü alamadım.
En sevdiğim öykü yazarıdır Yalçın TOSUN. Öncesinde okuduğum 2 öykü kitabında da ( Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler) ( Peruk Gibi Hüzünlü) işlenen konular oldukça ağır gelmiş, kitapları elim kalbimde, uzun uzun düşünerek bitirmiştim. Dokunma Dersleri’ni alalı bir yıl kadar oldu ancak okumaya cesaret edememiştim bir türlü. Bugüne kısmetmiş. Korktuğum gibi olmadı. Diğer öykü kitapları kadar sarsıcı değildi. Çok daha hızlı okudum ve duygusal olarak o kadar fazla zorlanmadım. Ama onlar kadar etkilemedi de beni. Yine de okuduğuma pişman olmadım. Yalçın TOSUN hep yazsın hep okuyayım istiyorum.
Kitap 3 kısma ayrılmış. İlk kısım; yazarın ne yazık ki bizzat deneyimlediği, toplama kampında geçirdiği anlar ve bu anların psikolojik değerlendirmesinden oluşuyor. Çok etkileyici ve duygusal olarak çok ağırdı. Böyle bir felaketten kurtulduktan sonra tüm bu yaşananları kaleme almak eminim yazar için de kolay olmamıştır. Bu yönüyle benzerine az rastlanabilecek bir kitap bu. Özellikle af yanılsaması kavramı ve Kapolar, bu kitabın bana kattıkları oldu. 2. ve 3. Kısım ise yazarın logoterapi kuramı ile ilgili bilgileri aktarmasına dayanıyor. Psikolojiye özel ilgisi olanlar için dikkat çekici olacaktır. Bu yöne ilgim olmadığı için ilk kısımdan çok daha ağır okuduğumu söyleyebilirim.