Satranç

8 puan

Satranç; Yahudi kökenli yazarımız Stefan Zweig’in ölmeden önce veda niteliğindeki romanıdır.2. dünya savaşı sırasında Naziler tarafından eserleri yakılması gerekenler listesinde yer alan Zweig’e kendi ülkesinde yaşam hakkı tanınmamış, yaşamak gittiği bir çok ülkede de kendisini oraya ait hissedemeyen yazar; yazdığı “Dünün Dünyası” eserinde ifade ettiği gibi dünyanın artık eskisi gibi olamayacağına kanaat getirip arkalarında bıraktıkları mektupta ““Artık güneşin doğmasını bekleyecek gücüm kalmadı ama siz yeni doğacak güneşi mutlaka bekleyiniz.”diyerek eşi Lotte ile birlikte intihar etmiştir. İnsan en umutsuz zamanlarda bile kendini koruyacak savunma mekanizması geliştirse de yaşanan tahribatlar insan ruhunda geçmişten geleceğe izler taşır. Kitabın konusu ve yazarın hayatını özdeşleştirirsek bu bağlamda satranç kitabı otobiyografik özelliği taşır.

Satrancın nasıl bulunduğuna dair birçok rivayet var. Gerçekliği doğrulanmadığı için bundan bahsetmeyeceğim. Ama benim satranca başlamama neden olan olay tavla ve satrancın hikayesini okuduktan sonra başladı. Hikâye şöyle:

Eski zamanlarda Hint imparatoru, satranç oyununu yanında bir mektup ile hediye olarak Pers imparatoruna göndermiştir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj yazmıştır:
“Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. İşte hayat budur…”
Pers imparatoru dönemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint imparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister. Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer, daha sonra da on günde tavlayı icat eder ve imparatora sunar. Pers imparatorunun baş veziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu; dünyanın en popüler oyunlarından biridir. Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birliği olarak tavla bir tanedir. 4 köşesi 4 mevsimi, tavlanın içindeki karşılıklı 6′şar hane 12 ayı, pulların toplamı ayın 30 gününü, siyah-beyaz pullar gece ve gündüzü, karşılıklı 12′şer hane günün 24 saatini simgeler… Hint imparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır :
“Evet, Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. Ama biraz da ŞANS gerekir. İşte hayat budur.

Tabi etrafımda satranç oynayan insanların azlığı nedeniyle tutkulu bir satranç oyuncusu olamadım satranç bende hobi olarak kaldı. Ama bu oyundan aldığım en önemli ders; bir olayla karşı karşıya kaldığımda sakin kalıp bir sonraki hamleyi düşünmem gerektiği” oldu. Yapıyor musun derseniz eh çoğunlukla :) İşte bu noktada tavlanın şans mantığı e bazen de kader kısmet meselesi devreye giriyor. Sonra her hafta geleneksel tavla oynama hobim ise tavla oynamayı sevdiğim arkadaşımla araya giren mesafeler nedeniyle rafa kaldırıldı. Şimdi aile toplantılarında okey oynuyorum :)

Kitapta Hitler Almanya’sında sorgulanmak üzere Gestapo tarafından tek başına bir otel odasına kapatılan Dr. B’nin yalnızlıktan bunalıma girmesine ramak kala satrançla ilgili bir kitap bulması ve kendi kendine satranç oynamasıyla başlayan hikâyesinde doktorların “Satranç Zehirlemesi” denilen koyduğu tanıyla delirme noktasına gelmesini anlatıyor. Okurken bir gemi güvertesinde bir satranç oyununa kendinizi kaptırmış oluyorsunuz ama aynı zamanda 20. Yüzyılın psikolojik baskıları, kişiyi konuşturmak için yapılan işkencelere tanık oluyorsunuz. Bu tarzda okuduklarım arasında George Orwell’ın 1984 kitabında bu işkenceler öyle anlatılmıştı ki o çığlıklar hala hafızamdadır. Burada da “Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz” sözü ve o odadaki o hiçlik hissi… unutamayacağım hissiyatlardan en kuvvetlisi. Sanırım Albert Camus’ta “Cehennem hiçlikten iyidir” diyerek bu duygunun ne demek olduğunu iyice perçinlemiştir zihinlerimize. Dr. B sorgulama odasından çıktıktan sonra “yeryüzünde bana işkence yapmayan beni sorgulamayan bir insan var mı yeryüzünde” diye soruyor. İşte ne yazık ki cevabı bende “yok” olan bu soru her şeyi ve herkesi anlamsız kılıyor. Kimse kimseyi olduğu gibi sevmiyor, sevense şartlı seviyor. Ömürse her şeye rağmen seveni aramakla geçiyor. Dr. B dünya satranç şampiyonu ile bir el maç yapar ve maçı kazanır. Ancak doktorların satrançtan uzak durması gerektiğini söylemesine rağmen ikinci oyunu oynamaya başlar fakat yalnızlık zaafını fark eden dünya şampiyonu Dr.B’yi oyundaki hamlelerde 7-8 dakika süren uzun sürelere maruz bırakır. Dr. B o işkence odasındaki yalnızlığına döner, bocalama başlar, kendi içinde hamleler yapmaya başlar, oyundan kopar ve tekrar oyuna döndüğünde yanlış bir hamleyle oyunu kaybeder. Yani özetle 20. Yüzyıl savaşlarında tahribat ağır olsa da insanlık üstesinden gelmeyi başarmıştır. Biraz daha uzun sürseydi Dr. B örneğindeki gibi insanlık kaybedecekti…

Bu kadar az sayfada bu kadar çok şey anlatmak her kitapta ve yazarda olmayan bir özellik. Yalın, psikolojik çözümlemeleri olan, merak uyandıran ve içsel düşünceye sevk eden kitapta satrancın tanımı “Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem hayal gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşenleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez, bütün halklara ve bütün zamanlara ait tek oyun” şeklinde yapılmıştır.

Kitaptaki önemli detaylardan biri “eğer seçen siz değilseniz yalnızlığın mutsuzluk getireceği” . Uzun zaman yalnız yaşamış ve belki de hala yalnız yaşamaya devam eden biri olarak; “gerek sizin seçiminiz olsun gerekse yalnız bırakılmış olun yalnızlık delirme noktasındaki çıkış noktasıdır.” diyebilirim.

Kitaptan altını çizdiklerim:

-Bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar.

-Bu insan, bu akıl insanı, aklını kaçırmadan on, yirmi, otuz, kırk yıl boyunca bütün düşünme gücünü tekrar tekrar aynı gülünç amaca yöneltir; bir tahtanın üzerinde tahta bir şahı köşeye sıkıştırmak!

Yorumlar
« geri ileri »

0 ile 0 arası yorum gösteriliyor, toplam 0 yorum.
Yorum yazılmamış.
« geri ileri »