Joseph, 91 adet değerlendirme yapmış.  (2/13)
Marslı
Marslı

9

http://kralicekitap.blogspot.com.tr/2015/09/kitap-yorumu-marsl-andy-weir.html Nasıl bir yorum yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yok. Çünkü daha önce hiç bilim kurgu kitabı okumamıştım. Diğer insanlar ne düşünüyor diye bakmak için Goodreads - Vikitap yorumlarına baktım ve kitaba bayılanlar kadar hiç beğenmeyenlerin de olduğu gördüm. Bu türle yeni tanıştığımdan, karşılaştıracak bir şeyim olmadığından mı bilmiyorum ama ben çok beğendim. Hatta bayıldım! NASA tarafından, Mars'a ilk kez insanlı uzay aracı göndererek daha çok bilgi edinmek için Ares isimli bir program başlatılıyor. İlk iki ekip görevini başarıyla tamamlayarak Dünya'ya dönüyor ve sıra Ares 3'e geliyor. Altı kişilik mürettebat Mars'a sağ salim varıyor ama görevlerinin altıncı gününde çıkan kum fırtınası yüzünden her şey iptal ediliyor. Bütün ekip dünyaya geri dönmek için uzay aracına gidecekken, fırtına yüzünden kopan iletişim çanağı Mark Watney'e çarpıyor ve onu diğerlerinden ayırıyor. Yeterli yiyeceği ve iletişim sistemi olmadan yaralı bir şekilde Mars'ta tek başına kalan Mark'ın macerası da böylece başlamış oluyor. Andy Weir'ın kalemini çok sevdim. Mizahi ve hafif -yaa ne demezsin dediğinizi duyar gibiyim :P- argoya kaçan anlatımı sayesinde o kadar bilimsel cümleye rağmen beni hiç sıkmadı. Okurken insanları en çok rahatsız eden şey yazarın sürekli bilimsel terimler kullanması olmuş. Onların aksine ben kitabın bu yönünü çok sevdim. Yani evet bazı yerlerde "Ne diyorsun sen allasen?" diye düşündüm ama genel olarak o kısımlar eğlenceliydi. :D Bence kitabın tek sorunu Mark'ın duygularına çok az yer verilmiş olmasıydı. Çok zeki, çok azimli, kendine güveni tam bir karakter yaratılmış ve sadece bu yönleri üzerinde durulmuştu. Okurken Mars'ta tek başına kalmış bir adamın çaresizliğini, sürekli bir şeyler berbat olduğunda yaşadığı korkuyu ya da işine yarayacak, hayatta kalmasına yardımcı olacak bir şeyler bulduğundaki sevinci hissedemedim. Ve gelelim sayın çevirmene... Kendisini tebrik ediyorum, çok başarılı ve özenli bir iş çıkarmış. Bu kitap çeviriyle berbat bir şeye dönüşebilirdi. Muhtemelen böyle bir kitabı çevirmek çok zordur, helal olsun vallahi. Çevirinin benim gözüme çarpan hiçbir hatası yoktu. :') Yazının başında da dediğim gibi daha önce hiç bilim kurgu okumamıştım. O yüzden "Bilim kurgu sevenler mutlaka okumalı," tarzında bir cümle söyleyemiyorum. Benim zevkime hitap eden bir kitaptı. Kitap zevkinin benimkine yakın olduğunu düşünenler varsa mutlaka okusunlar. Ben beğendim, onların da beğeneceğini düşünüyorum. ^^

Aylardan Aşk (Sancaktarlar Serisi #1)
Aylardan Aşk (Sancaktarlar Serisi #1)

7

http://kralicekitap.blogspot.com.tr/2015/07/kitap-yorumu-aylardan-ask-meral-kr.html Meral Kır, kalemini merak ettiğim bir yazardı ve sonunda fırsat bulup, okuyabildim. Bazı yönlerden kendisini çok başarılı buldum, bazı yönlerdense tam olarak beni tatmin etmedi. Bunu da yazardan ziyade serinin ilk kitabı olmasına bağlıyorum. ^^ Üstelik çok kalabalık bir karakter kadrosu vardı. Başlarda beni bunaltmış olsalar da okudukça hepsine alıştım. Yağız'ın tabiriyle 'cennet gözlümüz' Tanem, Sancaktar ailesinin en küçük çocuğu. Tanem sıradan, normal bir hayat yaşarken bir trafik kazası geçiriyor ve iki yıl boyunca uyuyor. Doktor Yağız tarafından ilk defa uygulanan bir tedaviyle hayata dönen Tanem, uyandığında kendisi ve ailesiyle ilgili hiçbir şey hatırlamıyor. Onca bilinmezliğin içinde Yağız'ı güvenli limanı olarak gören genç kız için aşk kaçınılmaz oluyor. İkisi arasındaki ilişkiyi ve tatlı atışmalarını okumak çok keyifliydi. Yağız'ın kitabın sonuna kadar kıza kendisiyle ilgili doğru dürüst tek kelime etmemesine sinir oldum. Yaşadığı olaylardan, düşünce şeklinden dolayı belki bu normaldi ama yine de bir yerden sonra şu adam artık çözülsün diye bekledim. Fakat doktor bey, nuh dedi peygamber demedi. :D Her neyse, biz de onu bu şekilde kabullendik... Aylardan Aşk, içinde bir sürü şeyi aynı anda barındıran bir kitap. Aşk, aile, dostluk, fedakarlık... Hepsi güzelce harmanlanmış. Diyaloglar kadar düşüncelere de yer verilmişti. Kalın bir kitap olduğu için bu durum beni yer yer sıksa ve sürekli ara vererek okumama sebep olsa da genel olarak güzeldi. Fakat o son... O son neydi öyle?! Doruk adamım dedim, adam bizi ters köşe yaptı. İkinci kitap onların hikayesini anlatıyor. Olayların iç yüzünü çok merak ediyorum ve içimden bir his, Aylardan Aşk'tan daha çok seveceğimi söylüyor. Okuyup, göreceğiz bakalım. :D Ve kitaptan daha çok sevdiğim bir şey var ki... Tasarımı! Müptela'nın cicili bicili kapaklarına hepimiz bayılıyoruz ama bu daha bir güzeldi. Her bölümün başında değişik renkte bir sayfa olması, ayracı, kapağı... Hepsi birbirinden güzeldi. Gerçekten emek verildiği çok belli, ilgili arkadaşları tebrik ediyorum. :') Özetle, merak edenler bir baksın derim. Mutlaka okuyun diyemem çünkü herkesin beğeneceği bir anlatım tarzı ve olay örgüsü olduğunu düşünmüyorum. Ama bu tarz kitapları, konuları seven insanlar beğenebilir.

Kurucunun Kızı (The Book of Ivy #1)
Kurucunun Kızı (The Book of Ivy #1)

10

http://kralicekitap.blogspot.com.tr/2015/06/kitap-yorumualntlar-kurucunun-kz-amy.html Uzun zamandır okuduğum en güzel kitaptı. Bir solukta bitirdim ve bittiğine o kadar çok üzüldüm ki... Keşke biraz daha uzun olsaydı. Kitabın tasarımı, kurgu, çeviri... Hepsi harikaydı. Özellikle orjinal kapak kullanılmış olması çok hoşuma gitti. Bittikten sonra da uzun uzun baktım ve o hikayeye başka bir kapak yakıştıramadım. Kurucunun Kızı bizlere; aşkın, güvenin ve ihanetin harmanlanmasıyla oluşmuş bir dünyayı anlatıyor. Lattimer'lar ve Westfall'lar: düşman iki aile. Yıllar önce yaşanan bir savaşın ardından küçük bir topluluk hayatta kalmayı başarmış ve yeni bir düzen kurulmuş. Ivy'nin ailesi tarafından kurulan bu küçük ülke, Bishop'un büyükbabası Alexander Lattimer tarafından ele geçirilmiş. Topluluğun başına gelen Lattimer'lar, barışın korunması için kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkeklerini evlendirmeyi kararlaştırmışlar. Ivy'nin ablası Callie, doğduğu günden beri annesinin ölümüne neden olan başkanın oğlu Bishop Lattimer ile evlenmek ve onu öldürmek için yetiştirilmiş. Fakat Bishop on altı yaşına geldiğinde evliliği erteleme kararı alıyor ve Callie'nin sırası Ivy'e geçiyor. Başkanın oğlunu öldürmek istiyorlar ki, planladıkları şekilde topluluğu ele geçirdikleri zaman onlara ayak bağı olacak kimse olmasın ve kendi yaşadıkları acıyı Başkan Lattimer da tatsın. Ivy, ablasından çok daha farklı bir karakter. Daha duygulu, daha akıllı ve kesinlikle kendisine söylenen şeyleri düşünmeden gözü kapalı bir şekilde yapmıyor. Evlendikleri andan itibaren, Bishop'un ona anlatılan kişi olmadığını anlamak Ivy için işleri çok daha zorlaştırıyor. Hatta çoğu zaman ona doğru olarak bildiği şeyleri sorgulattırıyor. Ve Bishop... Sanırım okuduğum en değişik karakterlerden biriydi. Bir insan bu kadar mı anlayışlı olabilir, bütün kitap boyunca şaşırıp durdum. Bir noktada patlamasını bekledim ama yine düşündüğüm şiddette olmadı. Ivy ve Bishop'un arasında oluşan tuhaf bağı okumak hem çok eğlenceli hem de çok merak uyandırıcıydı. Yani kız bir şeyler hissetmeye başlıyor biliyorsunuz ama körü körüne olmasa da yapması gerektiğine inandığı bir görevi var ve bu görev hissettiği her şeye ters düşüyor. Sonuna gelene kadar ne olacağına dair bir sürü teorim vardı ama Amy hepsini çürüttü. Üstelik kitap öyle bir yerde bitti ki... İkincisi çıkana kadar zaman nasıl geçer bilmiyorum. Son elli sayfada Ivy'nin cesaretine hayran kaldım. Öyle bir düzenin içinde çok az kişinin yapabileceği bir şeyi yaptı. Ailesine ise sinir oldum. Bence Ivy'nin içindeki cesaretin, gücün bir gramı bile onlarda yok. Her neyse, daha fazla uzatmayacağım. Şimdiye kadar okuduğum distopyalar arasında en iyisiydi. Türü seven herkesin bayılacağını, sevmeyenlerin de bu kitap sayesinde sevebileceğini düşünüyorum. Umarım ikinci kitap için bizi çok bekletmezler. :')

Mabet  ( Gölgediyarlar Muhafızları  # 1 )
Mabet ( Gölgediyarlar Muhafızları # 1 )

7

http://kralicekitap.blogspot.com.tr/2015/06/kitap-yorumu-mabet-sarah-fine.html Kitaba başladığım zaman öyle çok bir beklentim yoktu. İlk kırk elli sayfasında da sıkılınca iyice hevesim kırıldı. Ama sonra bir baktım ne olduğunu anlayamadan iki yüzüncü sayfadayım, "Ay acaba ne olacaaaaaak?" diye meraktan çıldırıyorum. :D İlk önce kısaca konudan bahsedeyim... Kadın karakterimiz Lela, sorunlu bir çocukluk geçirmiş ve bir koruyucu aileden diğerine geçip durmuş. Kendinden tamamen ümidi kesmişken yeni yaşadığı yerde okulun kraliçe arısı Nadia'yla tanışıyor. Nadia onu destekliyor, ona yeni bir amaç veriyor ve iki yıl boyunca en yakın arkadaşı oluyor. Sonra bir gün ansızın Nadia intihar ediyor. Daha önce intihar etmeyi denemiş ve intihar edenlerin nereye gittiğini bilen Lela, arkadaşı hakkında endişelenmeye başlıyor. Nadia'yla ve bulunduğu yerle ilgili gördüğü tuhaf sanrılar endişesini iyice arttırıyor. Düşünmek ve kafasını toplamak için yüksek bir tepeye çıkan Lela'nın ayağı kayıyor ve aşağı düşüyor. Ardından kendini tam olarak istediği yerde, öbür tarafta buluyor. Nadia'yı bulup, kurtarmak için her şeyi yapmayı göze alan Lela'nın hikayesi buradan sonra başlıyor. Yukarıda yazdıklarımdan sonra yaşananlar kısaca arka kapakta bahsedilmiş zaten, daha fazla uzatıp sıkmak istemiyorum. Kitabı sevmemin en büyük nedeni, bu tarz kurgulardaki "dünya bildiğimiz gibi değilmiş" olayının olmamasıydı. Öldükten sonraki yaşam ve yaptıklarına, ölüm şekline göre gittiğin yerler işlenmişti. Konunun zorluğuna ve derinliğine rağmen kitapta bana saçma gelen hiçbir şey olmadı. Yazar bu konuda oldukça başarılıydı. Olaylar, Kara Şehir isminde bir mekanda geçiyor. İntihar eden insanlar buraya geliyor. Burada tıpkı normal dünyadaki gibi evler, eşyalar hatta televizyonlar var. Sadece her şey daha karanlık, daha karamsar ve daha umutsuz. Lela, şehri koruyan muhafızların lideri Malachi ile karşılaşır. Gördüğü sanrılar sayesinde nasıl soğukkanlılıkla birini öldürebildiğine şahit olduğu adamın hiç de düşündüğü gibi biri olmadığını anlaması çok uzun sürmez. Malachi... Aslında öyle çok değişik bir karakter değildi ama ben ikisinin arasındaki kimyayı çok sevdim. Lela için yapmaya hazırlandığı şeyin anlamı çok büyüktü. İnsana, "Böyle erkekler gerçekten var mı, varsa nerede saklıyorlar bunları?" dedirtecek türden bir beydi. :D Bütün kitabın Lela'nın, Nadia'yı kurtarmaya çalışması üzerine kurulu olmasına rağmen Nadia o kadar pasifti ki... Kitap boyunca kıza kafa atasım geldi. -,- Hele sonunda yaptığı şeyden sonra sinirden saçımı başımı yolacaktım. Evet belki bulunduğu durumdan dolayı bu kadar zayıf bir karakter olarak anlatılması normaldi ama ben bir tık daha fazla olmasını isterdim. Biraz uzattım sanırım... Özetle, film tadında okunabilecek bir kitaptı. Serinin ilki olmasına rağmen oldukça başarılıydı. Diğer kitapların daha iyi olacağına inanıyorum.

Ayaklı Bela (Beautiful, #2)
Ayaklı Bela (Beautiful, #2)

8

http://kralicekitap.blogspot.com.tr/2015/05/kitap-yorumu-ayakl-bela-jamie-mcguire.html Bence aşk artık bu seriden sonra üç değil, tam altı harfli: T-R-A-V-I-S. Ayaklı Bela, ilk kitabın (Tatlı Bela) Travis'in ağzından anlatılmış şekliydi. Onun düşüncelerini okumak çok farklı bir deneyimdi. Jamie kadın olmasına rağmen bir erkeğin dünyasını çok güzel anlatmış. Ne çok abartılmıştı ne de öyle çok yüzeyseldi... Her şey tam tadındaydı. İlk kitabı okumadan yorumu okuyacaklar için kısaca konuyu özetlemek istiyorum. Esas kızımız olan Abby, geçmişinden kaçarak en yakın arkadaşı America'yla birlikte yeni bir yere taşınıyor ve burada üniversiteye başlıyor. Fakat bela yine onu bırakmıyor ve karşısına canlı kanlı, bol kaslı Travis Maddox olarak çıkıyor. Parasını sokak dövüşlerinden kazanan ve kızlara olan düşkünlüğüyle bilinen Travis, Abby ile birlikte bambaşka bir insana dönüşecek. Üstelik diğerlerinin aksine Travis, Abby'i ilk gördüğü andan beri onda bir şeyler olduğunun, dışarıdan göründüğü kadar masum olmadığının farkında! Olayları Abby'nin ağzından okumayı da çok sevmiştim ama Travis'in bakış açısıyla görmek daha bir başkaydı. Başta düşüncelerinin kabalığından dolayı hayal kırıklığına uğramış olsam da zamanla alıştım. :D Travis, her zaman Abby'e karşı o kadar kibar davranıyordu ki, birden gerçek düşüncelerinin içine dalmak çok tuhaftı. Fakat her şeye rağmen, Travis'in aşkı kesinlikle mükemmeldi. O acı çekerken benim de onunla birlikte içim acıdı. Kendi kendime sürekli "Bir erkek gerçekten bu kadar sevebilir mi?" diye sorup durdum. *iççekengülücük* Kitapta sevdiğim diğer bir noktaysa, Tatlı Bela'dan farklı olarak, sonuna gelecekten kısa bir epilog eklenmişti. Açık ara farkla kitapta en sevdiğim yer o bölüm oldu. Çok güzellerdi! Olaylar birebir aynı olduğu için sıkılmamak adına ilk kitap ve Ayaklı Bela arasına belli bir zaman koymanızda fayda var bence. Üçüncü kitabı okumak için sabırsızlanıyorum ama ne anlattığı hakkında hiçbir fikrim yok. :D Okuyunuz, okutturunuz. Pişman olmayacağınızı düşünüyorum. ^^

Sonsuza Dek (The Selection, #3)
Sonsuza Dek (The Selection, #3)

10

Bence bitebilecek en güzel şekilde bitti ve açık ara farkla seride en sevdiğim kitap oldu. Hala bu konunun, bu dünyanın hatta bu karakterlerin harcandığı görüşündeyim. Bu kurguyla çok bambaşka şeyler yapılabilirdi. :D Her neyse, sağlık olsun. Yine de güzeldi. :D

Elit (The Selection, #2)
Elit (The Selection, #2)

7

Şu kızı elime verseler saçını başını yolarım! -,- Daha önce de aşk üçgeni okudum ama bu serideki beni çıldırtıyor. Bir karar ver be yavrum! İlk kitaba göre bazı yönlerden daha iyiydi, bazı yönlerdense daha vasattı. Nasıl bir sona bağlanacak çok merak ediyorum.