yedikule ve bostancı arasında gezerken bizi yanında gezdiren pınar selek romanı.eleştirilerin çoğuna katılıyorum, dilin yavanlığı ve öykü boyunca insana bir kez bile aaa, olamaz dedirtemeyen tesadüflerin gereksizliği konusunda ama yedikule'de iken sanki oraya, bostancı sahildeyken de kayalıkların üzerine oturmaya gider gibi hissettim ben kendimi. nihayetinde, diğer kitaplarını da edinerek binlerce şans daha vermek istemekteyim kendisine, dilerim daha çok, hiç vazgeçmeyerek ve daha uzun soluklu öyküler yazar. not:tüm bu fikirlerin oluşmasında pınar selek'in kişiliğinin etkisi, romanın etkisinden daha fazla olmuştur, eleştiriyi yapan göz göre göre adam kayırmış, eyyam yapmış, tamam abicim, iki satır olmadı diye hemen terslenmek mi lazım diyerek içinden türeyen eleştirileri bertaraf etmiştir. itiraf ediyorumdur.
kitap bitiminde yarattığı duygudur: deniz kenarında kola rom içerek çitinin çevresinde gezen minik boylu geyikleri izleyen bir adam. açığa alınmış bir dedektif, lokanta müfettişliğine atanmasıyla 8 kilo veren bir aç. denizde bulunan kol andrew'in tüm hayatını değiştiriyor. kol, otopsi, eski sevgili, cody, kız kardeş derken işler bir güzel karışıyor. neville çok uzaklardan ama öykünün başrolüne oynuyor. ejder kraliçe ve driggs ise hikayenin en orjinal kahramanları. bunca dil dökmeye okursunuz sanırım. bir edebiyat harikası değil belki ama çok süratle okunabilen muzip bir polisiye. filmi de çıksa da izlesek dedirten türden.
"bilmezler ki gölge, ağacın yere düşen düşüncesidir." -iç döküm, kitapla ilgili çağrışımlardan ibarettir.- daha ikinci sayfada sen bunu yazarsan zaten benim aklım uçar. ve galiba zaten onca durağanlık içerisinde, tam da ortada uçuşup duran bir beyaz poşet, dönerek. erken gidenlerin hep hüzünlü hikayeleri var, kendilerinden çok ardlarında bıraktıklarından mütevellit. ne üzünçlü bir kuşakken nasıl böyle eğlenceli şeyler üretebildik biz. bu kadar renkli reklamcılıklar dünyasında nasıl bunca süratle adapte oluverdik. gezicilerin abi ve ablaları olduk galiba biraz, şamarın büyüğünü yiyen büyük kardeş niyetine. ama bu yeni çocuklar pek iyi, pek dürüst ruhları var bir yandan, sanki daha kolay da anlatabiliyorlar kendilerini. böyle iyi, böyle âlâ... -bitti-
ve tanrı harfleri biz her satırında patti smith'e bir kez daha aşık olalım diye yarattı. onun yazdıklarını okurken, mesela o montunu alıp beresini takarken ben sanki arkasından aynı kapıdan çıkacakmışım gibi hissediyorum. çoluk çocuk benim için unutulmaz bir anı, m treni de öyle olacak gibi...
çok zaman sonra okuma şansı bulduğum ve kuyu şiirine vurulduğum kitaptır. şöyle der şiir: kuyu sen bana bakmıyorsun ben sana bakmıyorum ya o sıra, birileri kova sallıyor ortamızdaki kuyuya kuyudur, her zaman yusuf çıkmaz içinden faydalı ihtimaller çıkıyor bizim de bahtımıza ihtimal ki bana baksan bir sürü şey düzelecek ihtimal ki sana baksam boynuna sarılacağım ihtimal, dize getireceğiz devleti ve anneni ihtimal, kuyuya beton bile dökebiliriz iki susuzuz suyu bulsak kana kana içebiliriz başkaları ne der demeden birbirimizi sevebiliriz.. çok yaşasın dük
insanı metrobüste otobüste püskürten bir alexander mccall smith kitabı. içerisinde profesör ıgelfeld'ın başından geçen, birbirinden matrak kısa hikayeler barındırıyor. portekizce düzensiz fiiller ile başlayan profesörün maceralarında bu kez profesörün amerika yolculuğuna tanık oluyoruz, fakat bir yanlış anlaşılma yüzünden bir dil bilimci değil, sosis köpeklerin incelikleri konusunda uzman bir veteriner olarak. daha fazlasını sürpriz bozan olmaması açısından anlatamayacağım ama bu incecik kitabı bitirdiğinizde içinizin humor, neşe ve kaliteli bir mizah anlayışı ile cilalanacağını garanti edebilirim.
elden ele geçirilerek okuyabileceğimiz, doğan kitap'ın kimse kitap okumasın felsefesinden yola çıkarak fiyatlandırdığı minik murakami masalı, toplam okuma süresi 20 dakika, hadi resimlerine falan da baktınız diyelim, yarım saat. öykü elbette güzel, bir de arada minik osmanlı atıflarıyla falan insana yakın da geliyor ama böyle güzel bir öykünün bu şekilde heder edilmesine gönül razı olmuyor. yine de ustanın ellerine sağlıık, doğan kitap'a haram zıkkım olsun ama...