Atatürk 'e dair birçok kitap okumuş biri olarak bu kitabi da okuma isteği duydum. Milli mucadele dönemi basta olmak uzere, çocukluğu, aşkları, yenu bir devlet ortaya çıkarma noktasinda yaşadığı zorluklar ve ozellikle Atatürk 'un kişiliğine, karakterine dair oldukca fazla bilgi sahibi olabilecegimiz bir eser. Ozellikle çocukluğunda da asi , hircin bir çocuk olarak gorunen M.Kemal'in ilerde de bu hircinligini gostermekten hicbir zaman geri durmamasi ilgimi cekti. Osmanliya, padişahlara, Osmanliya dair ne varsa duydugu nefret zaten onun ilerde yapacağı devrimlerin gostergesi sanirim. Zira , buyuk devrimlerle beraber saltanatı, hilafeti kaldiran Ataturk bu ugurda , bu köklü degisimler karsisinda afallayan, karşı duran en yakinindakileri dahi daragacina götürmekten cekinmemistir. En yakinindakilere dahi bu sekilde yeri geldiginde acimasiz olmasi onun devrimler noktasındaki kararliliginin en acik gostergesi. Kitapta Atatürk 'un ozellikle Cumhuriyet'in ilani ile kendini diktatör olarak nitelendirmesi(bi bolumde) , yenilikleri zorla mecliste kabul ettirmesi( silah zoruyla), bu yeniliklere karsi duranlarin hemen yasamina son vermesi oldukca ilgimi cekti. Yine kitapta Ataturk'un cumhuriyeti ilan ederken ve ilan ettikten sonraki kalabaliklar icindeki yalnızlığı da kitapta sık sık dile getirilmiş. Askeri yeteneği okuyucuya mükemmel sekilde sunulmus. Sadece bu kitaba bakarak bile dünyanın en büyük devrimcilerinden biri olduğunu görebiliriz. Tarihi olaylarin sikmadan, biktirmadan edebi dille okuyucuya sunulmasi da kitabi okunulur kılmış .
Önce şunu söylemeliyim,orijinali Kürtçe eserin ve Türkçe ‘ye çevirilmiş hali oldukça başarılı. Yazarin ilk eseri ve oldukça sade, samimi bir dil kullanılmış. Bu kadar katı, sert bir konu bu kadar yumuşak anlatilabilirdi ancak. Bu esere bakarak bile yazar hakkinda oldukça naif bir kişilik diye yorumda bulunabilirim sanirim. Eserin içeriği, beni benden aldi. Çoğu yerde duygulandım. 80 döneminin acimasiz yönünü “sen" diyerek anlatmaya başlamış yazar. Diyarbakır cezaevinde yapilan işkenceler, anlatilanlara mutlaka tanik olmusuzdur. Işte yazar bir gece ansızın sadece kitap okuduğu için, evinde Kürtçe şiir bulunan gencin sorgusuz sualsiz tutuklanmasini, Diyarbakir cezaevinde inanilmaz iskencelere maruz kalmasini anlatiyor. Buram buram dram.. Kendi dilini konusmasina musaade edilmemiş ,kültürünü yaşamasına izin verilmemis, kendi ulkesinde hapsolmuş bir halkin yakarisi olmuş bir kitap bu. Basilan evler, toplatilan kitaplar, koca bir halki, dili hiçe sayan zihniyet,iskenceler, insanlığın insanliktan çıktığı dönem...Dayatmalarla, baskilarla,asimilasyon politikasiyla devam eden süreç .. Uzulmemek elde degil, dilini konusmasi bir insanın, bundan daha doğal ne olabilir? Kültürünü yaşaması bir insanin, bundan daha samimi ne olabilir? Kitapta ozellikle çoğu kesmi rahatsiz edecek askerlerin düşman gosterilmesi ile ilgili boyutlar olabilir ama eseri okudukca ve bir butun olarak ele aldikca , amcanin , hocanin ve sen denilen kisinin soylediklerine kulak verdikce bazi seyleri cok daha rahat sekilde idrak edeceksiniz. Daha çok soylenir ama dil de yetersiz kalir bazen..Herkes kitap okutalim, onerelim, her turlu kitaplari okumasini tavsiye edelim. Ne günlerdi, bu ugurda ziyan olan nice insan. Simdilere her yerde Kürtçe tipki olmasi gerektigi gibi.. Peki zamaninda neden yapmadilar? Birlik ve beraberlige kast eden kimlerdi acaba?
11 Eylül saldırısının sonrasini, kimlerin yaptigini, ABD derin devletinin mi olayi yaptigini, sonrasinda Dunyadaki gelişmelerin nasil olabileceği, ABD 'nin Orta Dogu üzerindeki emellerini soru cevap şeklinde sorgulayan, eski bir mitçi ( kimileri ajan olduğunu söyler)Mahir Kaynak'in kitabı. Dunya dengelerinin hangi gucler tarafindan, nasil saglandigini sorular uzerinden cevapliyor yazar. Türkiye 'nin Orta Dogu icin, buraya kurulacak egemenlik icin anahtar rol üstleneceğini ifade ediyor. ABD'nin super guc olarak bu bolgedeki petrol denetimini saglamak, piyasayi kontrol altina almak uzerinde Irak, Suriye ve Afganistan gibi ulkelere planli olarak isgallerde bulunduğunu anlatıyor . Salt buralarda petrol cok, onun icin buralara bahaneler ureterek giriyor diye dusunulmemesi gerektigini kendine gore aciklamis bizlere.
Nihat Genç “Biz Türk filmlerindeki tecavüz sahnelerini izleyerek mastürbasyon yapan bir halkin çocuklarıyız; kimse bizden saf ve temiz duygular beklemesin” diyen az çok bu sözüyle dahi kimligini desifre eden yazar, gazetecidir. Oldukça sert üslubu vardir, yazilarinda kelimeler birbirini kovalar, cümleler bir ırmağın akışı gibi akar, ağzını çoğu noktada bozmaktan cekinmez ve bircok noktada birçok kisiye ( aydinim diyen gecinenlere ozellikle) ciddi manada eleştiriler getirir. Düşündüğünü söylemekten asla cekinmeyen bir yapisi var. Bu uslubu ile defalarca sansure uğramış. Ama ne gariptir ki susturulmamis, hapse atilmamistir. Zira emsallerinin maruz kaldiklari malumunuz. Bu eserinde de bircok konuyla ilgili dusuncelerini ifade etmistir. Ozellikle basta ABD, Ingiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkelerin dunya duzenini nasil degistirdigini, nasil yönettiğini, insanlari birbirine kırdırdigini gozler önüne sermis. Acikcasi ben düşüncelerini, yer yer küfürler etse de cesur şekilde ifade ediş biçimini sevdim. Yine Terör Savaşları, Orta Doğu ‘nun nasil kan gölü haline getirilmeye calisildigini , Bati'nin bu topraklara nasil nifak tohumlarini ektigini ilgiyle okudum. Yazarin ozellikle Bati'nin modern ama medeni olmadığına, bizim kadar guzel, genis kültürleri olmadigina, medeniyet kavramini bizden ogrendiklerine dair goruslerine imzami atarim. Bati , ekonomiye tapar, insanin onemi yoktur, dini kotuler, insanlari kutuplastirir, insan haklari diyerek, biz medeniyetin besigiyiz diyerek dunyanin bircok noktasinda zuhur eden katliamlara ya on ayak olur ya da sadece sessizce izler. Batsin sizin medeniyetiniz! Evanjelistler yazisi bihaber olduğum bir gizli yapılanmaya ışık tutmasi acisindan ilgimi çekti. Pazarlar ile ilgili yazisi da gercekten ilgi cekici. Gunumuz magaza, avm vb kurumlarin yaninda eskimeye yuz tutmuş pazarlarin insanlari geçmişte nasil birbirlerine bagladigi, nasil kulturel etkileşimlerin yasandigi yazar tarafindan guzel sekilde ifade ediliyor. Petrolle,sanat ve ahlakla,yemenle ilgili yazilari da yine harikaydi. Velhasil kelam uslubu sert, dili sivri, düşündüğünü soylemekten cekinmeyen, sagcisini solcusunu, muhafazakarini, sosyalistini topa tutan bir adamla karsi karsiyayiz. Okuyunuz efenim.
Okuduğum ilk Halil Inalcık kitabi oldu. Bu konuda, yani Osmanlı Tarihi konusunda Turkiye'deki yetkin profesorleriden oldugunu biliyordum . Keza bu eseri de yogun bjr arastirmanin ürünü. Osmanli tarihine dair yanlis bilinenleri, efsaneleri yazar arastirmalari sonucu okuyucuya sunmus. Acikcasi eserin dili sıkça kullanilan eskiye dair belgeler ile oldukca agirlasmis. O yuzden okurken bu bilincle okunmali, kolay bir eser okunmadığının bilincinde olunmalidir. Osmanli'nin kuruluş dönemi, Ertuğrul Gazi, Çaka Bey , Ikinci Osman'in katli , Kosem Sultan'in katli, Taht kavgalari , Sultan 1.Ibrahim'in katli ve birçok kisi ve olaya dair pek bilinmeyenler, perde arkasinda kalanlar yazarin mukemmel arastirmasi aonucu agir bir dille de olsa tum ciplakligi ile gozler onune serilmis.
12 Mart Muhtırası sonrasi istifa ettirilen Süleyman Demirel basbakanligindaki hükümete yonelik ciddi elestirilerin olduğu bu kitapta Uğur Mumcu, tek tek şahıslara yüklenmiş, ülkedeki bozulan düzeni sorgulamış, sebeplerini irdelemis, adam kayirma, rüşvet, yolsuzluk gibi yasadışı faaliyetleri , gelisimimizi sekteyen ugratan bu tür etkenleri sorgulamış, adeta hukumeti goreve cagirmistir. Ozellikle Suleyman Demirel'in yegeni Yahya Demirel'in mobilya yolsuzlugu ile ilgili yazilari kitabin ilgi ceken noktalarindan. Keza kardeşi Haci Ali Demirel'in de devletten aldigi krediler, yaptigi hayali ihracatlar detayli olarak yazilarinda irdelenmiş. Dönemin sağ-sol catismasi, neredeyse her gun öldürülen gençler, sağ kesimin komunist, sosyalist gruplara yaptığı baskilar yazarin gündemini oldukca mesgul etmistir. Israrla yazilarinda her gun sokaklarda kimligi belirli olup , cinayet işleyen sağ kesimi temsil eden ozelliklu ülkücü gruplarin işlediği cinayetlerin perde arkasinin aralanmamasi konusunda sitemleri yazilarinda yer almaktadir. Süleyman Demirel ve ailesinin ülkenin yönetimine gectikten sonra sifirdan zenginliğe ulasmalarini da yine belgeleriyle gozler önüne sermiştir. Ulke tarihimizin 60 darbesi sonrasi calkantili gecen surecte 71 muhtirasi ile yeni bir arayisa girildigi bu donem maalaesef ilaç olmamis, 80 darbesine zemin hazirlanan bir surece evrilmistir. Uğur Mumcu milli cephe hukumetini yazilarinda topa tutmuş, yine CHP 'ye de yazilarinda ciddi elestiriler getirmiştir. Nerdeyse butun yazilarinda belgelere yer vererek iddialarini saglam dayanaklara gore sunmustur. Bu yazilardan bile ne kadar kalemi sivri , cesur olduğunu, birilerinin hosuna gitme gibi bir ereği olmayan, gördüğünü yazan bir gazeteci oldugunu ve belki de bu yapisinin bu kirli duzene uymadigini , faili meçhule götüren surece dönüştüğünü anlayabiliyoruz. Ulkece aracina konulan c4 yapimi bomba ile suikaste kurban edilen Ugur Mumcu gibi gazetecilere hasretiz, sizce de öyle degil mi ?
Ülkemizin kıymetini bilemediği, sürgünlere yolladığı, adını tarihe altın harflerle yazdırmış bir aydın daha.. Büyük şair Nâzım Hikmet'in hayatının anılarıyla, aşklarıyla, çektiği acılarla, hapis hayatlarıyla onunla bir dönem arkadaşlık etmiş Hıfzı Topuz'un kaleminden anlatıldığı eser.. Kitabi okurken bir insan sirf düşüncesi yüzünden neden bu kadar acıya maruz bırakılır? Bu kadar büyük bir yetenek, kaleme hayat veren biri neden düşünceleriyle beraber dört duvar arasına hapsedilir? Neden bizden olmayana tahammülümüz yok, neden böylelerinin değeri bilinip el üstünde tutulması düşünülmezken , sindirmeye, söndürmeye yönelik girişimlerde bulunur? Sorular , sorular... Kitaba gelince, Nazım Hikmet'in edebi yönü, eserleri daha çok ön plana çıkarılabilirdi. Çalkantılı aşk hayati o kadar ön plana çıkarılmış ki çektiği acilar, edebi şahsiyeti arka planda kalir olmuş eserin bütününde. Yer yer sıkıcı bir anlatim olsa da genel itibariyle kendini okutan bir roman. Anlatilan sahis, Nazim Hikmet Ran unca zaten kitabi elinizden bırakamıyorsunuz. Ulkelerden ulkelere, asklardan asklara , hapislerde suren bir hayat ve bu hayatin verdiği meyveler. Aşk anlaminda ise açıkçası çok yadırgadım. Bu kadar çok kişiye aşık olabilmek, sürekli biri için diğerini birakmak, bir muddet sonrasinda biraktiklarindan yine medet ummak açıkçası beni şaşırttı. Ama aşk, büyük adam dinlemez vesselam. Adami madara eder, bunu net olarak anladim. Bu aşk maceralarının değil de "Hapishanede Kalanlara Öğütler " , " Memleketimden Insan Manzaraları " gibi eserleri oluşturan o kuvvetin ön plana çıkarılması beni daha mutlu ederdi. En nihayetinde, böylesi bir değer gözlerini gurbette hayata yumdu. Bu da bizim ayıbımız olsun. Nazim Hikmetler kolay bulunmaz, Nazim Hikmet kolay olunmaz..