Sultanların Günlüğü, 188 adet değerlendirme yapmış.  (12/27)
Devletin Gizli Sahipleri Heyet
Devletin Gizli Sahipleri Heyet

6

Kitap, 'Türk-Araştırma-İnceleme' türü olarak karşımıza çıkıyor. İddiası ise şu; HEYET isminde(bizim Aksakallı ya da Aksaçlı olarak bildiğimiz.) gizli bir Türk teşkilatının tarihini anlatması ve bunu da tarihte olmuş olayların perde arkasına değinerek yapması. Örneğin; önemli biri olarak doğmamış Selçuk Bey'e bir anda ondan da büyük beylerin anında biat etmesinin ardındaki sır neydi? gibisinde... Veyahut Kürşat Kağan'ın 40 çeri ile Çin sarayını basmak gibi bir çılgınlığa girişme sebebi neydi? Bu ve fazlasının ardında HEYET'in tertipleri olduğu iddia edilmekte. Okurken oldukça ilginizi çekeceğini düşünüyorum. Kitabı görüp, vaat ettiği şeyi görünce hemen siparişini verip, okudum. İki günde bitirdim. Alışmış olduğum araştırma kitaplarından ziyade soru-cevap havasında geçen, yarı roman havasında bir kitaptı. Yaşanan olayların hepsi gerçekti gerçek olmasına da perde arkasında geçen olayların gerçekliği muhakkak ki şüpheli... Yani anladığım kadarı ile soru cevap faslındaki soruyu soran kişi yazarın kendisi oluyor ve kitabın sonundan da anladığım kadarı ile devamı gelecek. Fena bir çalışma olmamış. Kendi kurgusu dahi olsa akıllıca ve çoğu isabetli kurgular söz konusu. Bana ilham bile verdi. :) Yalnız, kitapta ilk Müslüman Türk devleti olarak Karahanlılar geçiyor ama benim bildiğim İdil Bulgar Devleti, asıl ilk Müslüman Türk devletidir. Ayrıca Dündar Bey ile yeğeni Osman Gazi arasında isyan-öldürme gibi bir durum da geçmiyor. Bu bir rivayettir ama tarihçilerden dinlediğim ve okuduğum kadarıyla, böyle bir durum söz konusu değildir. Osman Gazi'ye tekfurun tertibini haber eden de Köse Mihal idi; düğün meselesi ile davet edilmiştir. Köse Mihal de Hristiyan zannedildiği için, onu da tertibe dahil etmişler ama o da gidip durumu Osman'a söylemiştir ve malum tertibi kurarak, durum tekfurların aleyhine dönmüştür. Neyse, okuduğum tarihi araştırma kitabında bütün kaynaklar bu şekilde aktarılmıştı. :P Ayrıca kitabın şöyle sayfa düzeninin yeniden yapılmasını ve imla kurallarına uygun olarak yeniden gözden geçirilmesini tavsiye ederim.

Hun Kartal Savaşçısı
Hun Kartal Savaşçısı

6

Uzun zaman önce elime geçen ama ancak okumaya fırsat bulduğum bir roman. Yazarı da ben gibi Türk tarihi üzerine yazmayı seviyor, hali ile bu şekilde bir sürü romanı var. Tarihi roman severler şimdiden duyurulur. :) Roman, Gökberk ismindeki Hun Türk'ünün (doğu hun) Kartal Savaşçısı olmak için yola düşmesini konu alıyor. Romanın akışkanlığı fena değil; tarihi bilgiler, obaların yaşam düzeni hakkında bilgiler de çok hoş ayrıntılar olarak yer alıyor diyebilirim. Güzel savaş taktikleri ile birkaç savaş sahnesi, macera seven arkadaşlar için eğlenceli olacaktır. Araştırınca bu Kartal Savaşçısı olayının gerçek olduğunu gördüm. Aslında tarihte geriye gittikçe Türk Devletleri hakkında bilgimin de azaldığını gördüm. Bu açığı en kısa sürede kapatmam gerek, zira çok güzel ayrıntılar söz konusu tarihte. Yazar, romanda eski kelimeleri de kullanmış ki ben gibi biri için bu, romanın en güzel kısmı. Eski Türkçe kelimeleri öğrenmeyi seviyorum ve elbette kitaplarımda kullanmayı da. Tekrar romana dönersek, sıkıcılıktan uzak ama öyle heyecan seviyesi çok yüksekte olmadığını söylemem gerekir. Düz ve yüzeysel bir kurgu var karşımızda. Anlatım tarzı ağır değildi ama nasıl anlatayım, bilemedim; dağınık bir tarzı var desem, demek istediğimi tam ifade etmiş olamam galiba ama şimdilik kullanacağım kelime bu; dağınık, karışık... Elbette anlatım tarzı, yazarların kendi tercihidir ve kimse buna laf edemez. Ha kimi okuyucunun tercihi başkadır, orası ayrı. Bunun dışında bir çok imla hatası ve devrik cümle de tespit ettim. Bu üç şey birleşince romanın akıntısını sekteye uğratıyor. Aslında imlaya çok takmam ama bazı şeyler birleşince rahatsızlık veriyor. Yani AMA ve Kİ bağlaçtır ve virgül kullanılmaz ama her defasında kullanmış desem, yanlış olmaz. Bunda da iş editöre düşüyor aslında, yazara değil. Yazarların imlası kötü olabilir de editör ne iş yapar? Hep onlara kızıyorum bu konuda, malum. :) Yine 3 ila 3,5 arasında kaldığım bir tarihi roman oldu(şu son okuduklarımda hep böyle oluyor.).

Sultan 1. Kılıç Arslan
Sultan 1. Kılıç Arslan

8

Bu aralar elimdeki ne kadar tarih romanı varsa bitirmeye karar vermiş gibi hissediyorum. Hazır Didiriliş 'Ertuğrul'un 3. ve son yılı da bu akşam başlarken size Anadolu Selçuklularının kurucusu olan Süleyman Şah'ın oğlu ve devletin 2. sultanı 1. Kılıç Arslan'ın hayat hikayesini konu alan bu romanı yorumlayayım. Kitap bizi 1. Haçlı Dönemlerinin olduğu 1080-90'lı yıllara götürüyor. Elbette haçlı seferleri öncesinde Sultanın daha bir melik(yani şehzade-tigin) iken amcası tarafından Büyük Selçuklu Devletinin başkentinde esir hayatını okuyarak olaya giriyoruz. Ondan sonra da esirlikten kurutulup, kardeşleri ile babasının kurduğu Türkiye Selçukluları olarak da bilinen Anadolu Selçuklu Devletine dönüp, tahta oturmasını ve hem iç hem de dış mücadelelerine tanıklık ediyoruz. Muhakkak ki roman, tarihten ilham alınarak kurgulanmış ama burada amaç, kurgu ile de olsa sultanın yaşamını -kısmen de olsa- okuyucuya sunmak. Yazar, o dönemin iç çalkantılarını, siyasi mücadeleleri güzelce bizlere anlatmış. Kurgu da olsa kitapta geçen olaylar, gerçek tarih ile paralellik gösterdiği için biz de bilgi edinmiş oluyoruz. Anlatım tarzı fena değil; ağır olmaktan uzak, akışkan diyebileceğim bir tarzı var. Tarih seviyorsanız okurken sıkılmazsınız. Okurken kendimi o dönemlerde hissettirmeyi başardı yazar. Fakat... Karalp karakterinin evlendiği aşık olduğu kadın ile olan ilişkisi ağzımıza bal çalınsın, tat versin diye eklenmiş bir kurgu ama zaman atlamaları ve ana olaylara odaklanmaları yüzünden ikisinin ilişkisi havada asılı kalmış. Yani balı ağzımıza çalmış, gerisini vermemiş. Hiç böyle bir ekleme olmasaydı da olurmuş; gereksiz olmuş. Kızın babasına ne oldu misal? Bir iki gere göründü, kayboldu. Karakterler boşa kullanılmış, unutulmuş gitmiş havası vermiş oldu. Olaylar düz ve yüzeysel; sabit bir çizgide ilerlediği için zaman zaman sıkıcı gelmedi değil. Aslında tarih romanlarındaki sorunlardan biri de budur. Sonunu biliyoruz.... Hal böyle olunca 'sonu ne olacak?' şeklinde değil de 'o sona nasıl gelinecek?' sorusunu sordurması gerekir yazarların. Kitap, bu ikisi sorudan da mahrum olduğu için heyecan vermiyor ve düz bir çizgide ilerliyor. Yine de dediğim gibi genel olarak sıkıcı bir roman değildi. Bir günde okudum, bitirdim. Hatta dün yarım günümü romana ayırdım. Ancak yorulunca bıraktım da kalan az buçuk sayfayı ertesi gün bitirdim. Bir de ufak tefek devrik cümleler ve imla hataları ile karşılaştım ama öyle çok ciddi boyutlarda olmadığı için rahatsızlık hissetmedim. Genel olarak bir önceki İskit romanı gibi 3 ila 3,5 arasında kaldığım bir kitap oldu. Ağırlığım yine 3,5'dan yana.

İskit
İskit

6

Emin değilim ama sanırım ya bu sene başlarında ya da geçen senenin ikinci yarısında kitap elime geçmişti. Bizzat yazarından imzalı, sağ olsun. Ayrıca kitap, bir edebiyat derneğinden de ödüllü idi yanlış hatırlamıyorsam. Konu, Od isminde hikaye anlatma yeteneği, savaşma yeteneğinden daha gelişkin olan bir İskit'in yaşamını konu alıyor. Od, oldukça korkar bir insandır ve savaşmak-hayatta kalmak namına ne yapması gerektiğini hakkı ile bilen biri değildir. O, daha çok hikayeler uydurmayı ve anlatmayı sever... Bu yönü ile roman yazan insanlara benziyor aslında. İçinde yazma aşkı taşıyanlar bilir; yazmazsanız eğer o ateş sizi bir süre sonra rahatsız eder. Nefes almak gibidir yazma isteği. Od da işte böyle bir kişi ama yaşadığı toplum, buna müsait bir toplum değildir. Kabul görmek için onlar gibi olmak, yaşamak ve davranmak zorundadır. Tüm kitap boyunca karakterin; Hikayeci Od ve İskit Od arasındaki iç çatışmayı görüyoruz. Kitabın sonunda da -biraz allak bullak oldum doğrusu; yanlış anlamadım herhalde?- kazanan 'ateş' oluyor, diyelim. :P Kitap, gerek geçtiği dönem gerekse toplulukların gelenek göreneklerini(doğru veya yanlış; bu kısmı tartışmıyorum.) ayrıntılı bir şekilde gözler önüne sererek anlatması; betimlemeleri ve cümleleri kullanışı, kelime zenginliği oldukça yerinde. Aslında 'benzetme sanatıyla anlatım' tarzını biraz aşırıya kaçırdığını düşündüm. Okurken bu durum sıktı ama şimdi fark ettim ki aslında yazar, Od'un kafasının içindeki HİKAYECİ'nin ağzı ile yazmış. Hali ile kitabın büyük kısmı benzetme sanatı ile betimlenmiş. Çünkü bir hikayecinin en büyük silahı budur. ;) Kurgu, genel olarak güzel; farklı bir tat veriyor ama öyle çok heyecan verici değil. Adrenalin seviyesini yükseltmiyor yani. İlk 77 sayfaya kadar sıkılabilirsiniz bile. Lakin kendinizi kasıp 100 sayfayı geçin. Sonrasında tat vermeye başlıyor roman. Şaşırdığım bir nokta falan da olmadı. Genelde romanların beni şaşırtmasını beklerim ama bu, yazarların tercihine kalmış şeyler tabi. Od ismini duyunca, karakterin Odin'e dönüşeceğini falan sandım, çünkü tek gözü kapalı idi ama alakası yokmuş. :) O da zaten As halkından çıkma biri. Yani düşünmem gerekirdi bunu. :D Olumsuz kısmı da yok değil. Öncelikle, imlası iyi olmayan benim bile dikkatimi çekip rahatsız verecek derecede bol bol imla hatası vardı. Virgüller, noktalı virgüller vs. doğru yerlerde kullanılmamış. Ayrıca cins ve özel isimlerin ayrımı gereği bir ismin büyük harfle mi küçük harfle mi başlaması gerektiğini umursamadan BOZKIR ismi gibi bazı CİNS isimleri hep büyük harfle başlatmış. Oysa bozkır dediğimiz şey sürüsüne bereket bu alemde; küçük harfle yazılmalı. Bunun dışında yine bol bol devrik cümleler vardı; öznenin başta, yüklemin sonda olması gerektiği kuralına çok riayet edilmemiş maalesef. Bu ve benzeri imla ve dil bilgisi hataları beni aşırı rahatsız etti. Yazarın, sonraki kitaplarında azami derecede dikkat etmesi gerekir. Zira okurken hikaye ile olan bağı sekteye uğratıyor ve akışkanlığı bozuyor(Takip eden bilir; imla konularında suçu hep editörlere atarım. Sonuçta onların işi bunlara bakmak. Bunu dahi yapmıyor iseler o kitaba isimlerini yazmanın manası ne ola ki? ). DİPÇE: Bir de cidden merak ettim; bir kızın götünü açıp bir erkeğin üzerine işemesi nasıl bir olaydır? Erkeğin buna izin vermesi ayrı bir olaydı. Çok saçma bir şeydi. Puanlarken 3 ila 3,5 arasında kaldım. Çünkü yukarıda bahsettiğim olumsuzluklar çok fazla canımı sıktı. Yani ödüllü bir kitaba yaraşır bir şey değil. Onları göz ardı ederek değerlendirmeye çalıştığımda 3,5 veriyorum. Yani 3 ila 3,5 arası diyelim.

Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?
Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?

8

Kitabın inceliği, yazarın; Castillia Kralı mı Prensi veya ikisine de bilgilendirme amaçlı yazdığı bir mektup olmasından kaynaklı. Yani adam, oturayım da bir kitap yazayım, dememiş. Kitabın başından sonuna kadar İspanyolların kıta'da yaptığı katliamların -yazarın tabiri ile- 10'da biri kadarı gözler önüne sermiş. Papaz, bu katliamların önlenmesi için kralına yazıp çizmiş ama şimdiki duruma bakarsak Amerika kıtasının; hiç işe yaramadığı da aşikar. Aslında bir kitapta, bir papazın dahi katliamları destekleyip, acımasızlık yaptığını okumuştum yıllar evvel. Fakat kitabı hatırlamıyorum maalesef. Başka bir konu ile ilgili iken ek bilgi olarak yazılmıştı. Neyse. İspanyolların yaptığı katliam çeşitlerini sıralamam gerekirse oldukça yaratıcı olduklarını söylemem gerekir. Yani böyle şeyler de ancak şeytanlaşmış insanlardan (zaten papaz da onları 'şeytan' olarak ifade ediyor bazı yerlerde.) beklenirdi. Kafa ancak böyle kötülüğe çalışsın. 1-El, burun ve kulak kesmek, 2-Yerlileri ızgarada kızartmak, 3-Yerlileri yakmak, 4-Tabanları yakarak, yavaş yavaş öldürmek, 5-Yere veya kazıklara çivilemek(sonra yakma gibi işlemlerden geçirmek.), 6-Onlar için özel tazı köpekler yetiştirmek ve üzerilerine salarak parçalatıp yedirmek. Hatta bunu bazı yerlerde av sporuna dönüştürenler bile var. 7- Köpeklerini besleyecek bir şey bulamayınca yerlilerin bebeklerini alıp, öldürmek, parçalamak ve köpeklerine yedirmek, 8- En ağır işlerde durmaksızın ve yemek su vermeksizin çalıştırıp toplu ölümlerine neden olmak, 9-Yürüyemeyecek kadar yorgun olduklarında (veyahut öldüklerinde) zincirleri çözme zahmetinde kurtulmak için kafalarını kesmek, 10-Köleleştirmek, satmak, 11-Putlarını(totemlerini) ellerinden alıp zorla geri satın aldırmak, 12-Ellerinde ne varsa çalıp çırpmak(zaten işkence şekillerinin hemen hemen hepsi de sırf altın vb. değerli hazinelerini versinler diye yapılıyor.), 13- Saman evlerine veya kendileri için yaptırdıkları tahta evlere vs. neyse sokup, topluca yakmak, 14- Aç susuz bırakarak, birbirlerinin ölülerini yedirip yamyamlık yaptırmak, 15-Elbette ki tecavüz! Olmaz ise olmaz! Aklıma ilk gelenler bunlar. Tüm kitap boyunca bu katliam şekillerini anlatıyor ve sık sık da daha anlatmadığı çok şey olduğunu vurgulayıp; kalbiniz veya mideniz kaldırmaz diyor. Yerlilerin ilk başta gelen yabancılara karşı çok sıcak ve misafirperver davrandıklarını ve hemen hemen her şeylerini paylaştıklarını ama İspanyolların aç gözlülük edip hep fazlasını almak için adaları ve bölgeleri toplu katliam(soykırımlar) ile halksız bıraktıklarını söylüyor. Sırf 7-10 yıl içerisinde 4 milyondan fazla insanın katledildiğini söylüyor. Bazı katliamların sayısını bilemediği için en düşük sınırı söylüyor. Düşünün sonraki yıllarda katliama uğrayanları. Hep Yahudi Soykırımından bahsediliyor ama Amerikan yerlilerine yapılanlar, Yahudi ve Çingenelere yapılanlardan az değil hatta daha beter bile diyebiliriz. En azından onlar üç-dört yıl çekmişler ve ama bu adamların tüm nesli çekmiş... Eh Stalin(Türk-Kafkas Halkı Soykırımcısı) ve Hitler (Çingene ve Yahudi Soykırımcısı) gibi nice nesillerin hangi kültürün eseri olduğunu artık daha iyi biliyoruzdur. Adamların içlerinde var vahşet. Sonra size bize gelir barbar, vahşi der; soykırım yalanları atarlar! Haçlı seferlerinde bile bu Amerika'da yaptıklarını bize ve Araplara yaptı bunlar hatta ve hatta yamyamlık yapanlar bile var! Cesetlerimizi yediler! Bu yüzden güçsüz düşüp, topraklarımız işgal edilirse neler olacağı ortada! Neyse. Gelelim olumsuz eleştirdiğim kısımlarına. Yazar, sık sık aynı şeyleri farklı şekillerde tekrarlayarak anlatımını sürdürmüş. Yani farklı bölgeler ve farklı şahısların yaptıklarını anlatmış ama hep de yukarıda sıraladığım şeyleri yazmış çizmiş ve tekrar edip durmuş. Yani bunu yapacağına bölgelerin vs. isimlerini yazıp ahan da bunları yaptı deyip bitirseymiş de olurmuş. Gereksiz bir uzatma söz konusu. Gerçi belki de bu şekilde yaparak kraliyet ailesini etkileyip, durdurması için harekete geçirmeye zorlamak istemiş olabilir. Bir de katliamın başındaki kişilerin isimlerini vermekten kaçınmış. Başının belaya girebileceğini mi düşündü ki? Bileydik isimlerini; belki bugün bildiğimiz kişilerdir de ne halt olduklarını öğrenirdik. Zaten Kolomb'un vs. biliyoruz. Zaten bu katliam bu adam tarafından başlatılmış. Kitabın ön sözlerinde de o dönemde kıtanın nüfusu 30-50 milyon arası tahmin edildiği belirtilmiş. En kötü tahminler 10 milyon deniyor. Papaz da neredeyse insan nüfusunun çoğunluğu bu kıtaya yerleşmiş diyor ve ilk zaman geldiğinde gördüğü o kalabalık yerini ıssızlığa bıraktı, diyerek katliamın boyutlarını dile getiriyor. Ne diyelim? Allah bunun bilinçli sorumlularına lanet etsin ve engellemek ve duyurmak için elinden geleni yapanların toprağı da bol olsun. Bilgiler İspanyolların yaptıklarını anlatıyor zira karaya ayak basan ilk koloniciler bunlardı. Sonra Portekiz ve sonra da İngilizler(1600'lü yıllar sanırım.) Elbet bunların da yaptığı şeyler olsa gerek (kafa derisi yüzmek gibi) ama bunun için daha kapsamlı bir çalışma yapılmış kitap almam gerek. Okurken delirdim desem çok abartmış olamam herhalde? Zavallıların çektikleri acılar... Çok üzücü. Kitabı tavsiye ederim.

Ejderin Büyüsü (Ejderha Serisi 4)
Ejderin Büyüsü (Ejderha Serisi 4)

9

Kitap dostum serinin kitaplarını göndermeye devam ediyor. Fakat sanırım ilk kitaptan sonra küçük bir hata yapıp son kitabı göndermiş ve ben, diğer kitapların gelmesini bekleyebilecek kadar sabırlı hissetmiyorum. Bu yüzden elimdeki kitap biter bitmez hemen bu kitaba geçtim. Zaten Gölge Varlıklar Serisi gibi; Fearghus ve kardeşleri için birer kitap şeklinde yazılmış. Yani her bir kitap, kendilerine özel bir macerayı konu alıyor ama önceki kitaplarda okuduğumuz karakterler ve olayları ile de dirsek temaslı gidiyor. İç içeler yani. Yine de öyle büyük bir kopukluk yaşamadım. Sadece -doğal olarak- tanımadığım birkaç karakter seriye dahil olmuş ama bağlantıyı kurmak da zor değil. Bu yüzden son kitabı okumak bende sorun olmadı. Ejderin Büyüsü(4.kitap) ilk kitaba göre daha hareketli ve diğer karakterlerin de işin içinde olduğu dolu dolu maceraların yaşandığı bir roman olmuş. Karakterlerin birbirleri ile olan ilişkisi hoş bir mizahi yön katmış ve elbette ki kendilerine ait özgün kişilikleri de çok güzel bir artı. Şahsen bu Fearghus ve ailesini ve de dahi eşlerini çok sevdim. Yazar, oldukça güzel bir evren kurgulamış ve sırıtan tek bir yanı dahi yok. Sekiz kitaplık Ejderha Serisinin şu ana dek 5 tanesi çevrilmiş vaziyette. Darısı diğer kitapların da başına. Seri yarım kalmamalı, değil mi? :) DİPÇE: Sonunda gönlüme göre bir kitap puanlama cetveli buldum ve aşırıp kullanmaya başladım. Nasıl? Bu şekilde artık buçuklu puanları da daha kolay vereceğim. Yakında puan cetvelini güncellerim. :)

Yerebatan Sarnıcın Sırrı
Yerebatan Sarnıcın Sırrı

7

Uzun zamandır elimde olan bir romandı. Yazardan ismime imzalı olduğunu da yazayım da az hava atayım. :) Sürekli tarihi roman yazmaktan tarihi roman okumaktan sıkılmıştım (bunda birazcık da olsa okuduğum kötü bir iki tarihi romanın da katkısı var tabi.). Bu yüzden bu roman da uzun süre bekleyenler listesindeydi. Geçen akşam sonunda kitabı elime aldım ve okumaya başladım. Hikayemiz, Kösem Sultan'ın oğlu İbrahim'in tahta oturması ile başlıyor. Bir tarafta padişah, Hüseyin(cinci hoca) Efendi, yeniçeri isyanları ve vezirler arasında olaylar olurken; diğer tarafta da Ahmet isimli bir gencin çevresinde ayrı bir olay cereyan ediyor ve kitabın sonlarında her birinin kaderi birbirine bağlanıyor. Zaten Ahmet ve Hüseyin Efendinin evvelden tanışıklığı da vardı. Elbette bir de Yerebatan sarnıcı ile ilgili oldukça ilginç bir hikayemiz var. Bu kısımda her birini birbirine bağlayan halatlardan biri zaten. Kitap, o dönemin Osmanlı yaşantısını -doğru veya yanlış- gözlerimizin önüne seriyor. Doğrusu oldukça güzel bir şekilde işlenmiş, olaylar örgüsü birbirine ustaca bağlanmış bir eser var elimizde. Yazarın anlatım tarzı hiç sıkmıyor ve o dönemin havasını konuşmalarıyla olsun betimlemeleriyle olsun güzelce yansıtmış. Hatta anlatım tarzını oldukça farklı bile buldum. Üzerinde emek harcandığı belli olan ve takdir edilmesi gereken bir kitap. Zaten hikaye uzatılmadığı için insanı sıkmıyor; her şey tadında olup bitiyor ve sonuca bağlıyor. Yazarın zengin dili de okumayı kamçılıyor. Okurken puanlama konusunda da iki arada bir derede kaldığım bir roman oldu. Heyecanı tavanlarda gezen ve insanı çok da meraklar içinde bırakan bir roman değildi ama yukarıda bahsettiğim sebepler yüzünden beğendiğim kısımları da az değil. 24 saatte bitirdiğim bir roman oldu. Yani sıkmadı da. Bu yüzden zor puanladığımı söylemem lazım. Puan cetvelinde buçuklu görsellerim olmadığı için bu sefer yazı ile puanımı vereceğim(sanırım görselleri yenilemem lazım. :D ).