Luthien Tinuviel, 62 adet değerlendirme yapmış.  (3/9)
Dublörün Dilemması
Dublörün Dilemması

7

Murat Menteş, birden farklı kahramanın gözünden olay örgüsünü inceleyen; parlak ve zekice bir planı işleyen; yer yer kelimeleri ve cümleleri ile okuyucuyla oynayan cambaz bir yazar. Eğer film olsaydı bu okuduklarımız çok tanıdık gelirdi eminim ki. Mizahi yanı da güçlü olan yazarımızın bu kadar ünlü olmasına şaşırmıyorum. Çünkü insanlar eğlenceyi hayatlarının temeline alıyor ve bu kitaplar eğlendiriyor. Ve bunu "güldürürken düşündüren" klişesi ile sağlıyor. Bu kötü değil, aksine sevimli. Tabi herkesin sempatisini toplamayabilir. Yazar hakkında asılsız çıkarımlar yaptıktan sonra kitaba gelebiliriz. Kabul etmeliyim ki Ruhi Mücerret'ten daha iyi bir hikayeydi. Bunun sebebi karakterleri daha samimi bulmamdan kaynaklanıyor. -Spoiler- Nuh Tufan'ın Çöplük fikri, İbrahim Kurban'ın saydığı ihtimaller ve Habip Hobo'nun "Bir erkeğin hayatında...." ile başlayan cümleleri. Her bir karakterin bölümünde kendine özgü ve tekrarlı olan şeyler, beni karaktere daha çok bağlıyor. Ruhi Mücerret'te olaylar silsilesi iki ağızdan anlatılırken, Dublörün Dilemması dört ağıza bölünüyor. Bu karakterleri daha fazla tanıma imkanı demek. Karakterlerin kitaplar arasında yolculuk yapması (bknz: Habip Hobo'nun gizliajan olarak Ruhi Mücerret'te görünmesi) ve bol bol genel kültür göndermeleri benim hoşuma giden şeyler. Bazı kimseler bu genel kültür göndermelerinin, okuyucunun gözüne sokulduğunu ve itici olduğunu düşünebilir ama ben bilmediğim şeyleri öğrendiğimi düşünüyorum. (Avunmak) Sonunu beğenmediğim bir kitap oldu. Çok yavandı. Ruhi Mücerret de öyleydi. Bu kadar iddiali yazıp böyle sonlar yazmak hayal kırıklığı resmen. Son satırdaki bilmeceyi çözebilen varsa beni de aydınlatsın. -Spoiler- Genel olarak akıcı olduğu söylense de buna katılamıyorum. Bazı kelimeler, cümleler ve paragraflar okurken beni çok yordu. Ancak tekrar tekrar okuyunca oturtabildim. Filmi çıksın da izleyelim diyorum. Hatta Onur Ünlü yönetse ne güzel olur. Absürt mizahın aksiyonla, felsefeyle harmanlanması işte. Güzel şeyler bunlar.

Ruhi Mücerret
Ruhi Mücerret

7

Afili Filintalar yazarı Murat Menteş'in yayımlanan son; benim ise okuduğum ilk kitabı. Sanırım biraz tersten başlamış oldum Murat Menteş kitaplarını okumaya zira, bir çok kişi yazarın önceki kitaplarının daha güzel olduğunu söylemiş. Ben ise bu kitabı çok sevdim, yazarı sevdirdiği için. Kapağına tav olduğumdan mıdır bilmiyorum ama, elime ilk bu kitabı almak istedim. Murat Menteş, kelimeleri oyun hamuruymuşçasına şekillendiren bir yazar. Çok nazik; bazen de kafa yoran. Mizah desen, sık sık gülümseten, bazen de kahkaha attıran bir seviyede. Karakterlerin isimleri de kişilikleri de ayrı bir dünya. Olay örgüsü ise çok sürükleyici. Her bir karakteri dünyasından dinliyoruz olayları ki bu çok çekici geliyor bana ve kısa kısa bölümlerden oluşması da kitabı okurken mola vermiş hissi yaratıyor. Bilmediğim kelimeler çok sıktı, bu da öğretici bir yan diyelim. Çokça not alınası, felsefeli cümleler ve diyaloglar vardı kitapta. Ruhi Mücerret'in mezar taşına yazdıracağı cümle ile Civan Kazanova'nın eğer olmasaydı icat edeceği şeyler kitaptaki en hoş satırlardı. Uçarı bir kitap. Edebi olarak da ele alırsak kelime oyunları yetmez. Bazı bazı yoğun aforizmalar, -her ne kadar altı çizilesi, tekrar tekrar okunası olsa da- kitabı ciddi bir noktaya taşımaya yetmemiş. Ama yazarın huyu bu, belli. Bu da güzel bir şey bence. Bu kitabı okurken aldığım zevk, bu çetenin diğer üyesi Alper Canıgüz'ü okurken aldığım zevk ile aynı. Birbirlerine ne kadar benzeseler de, birbirlerinden farklılığını okuyunca anlıyorum. Güzel yazarlar, güzel yazıyorlar.

Eğlence Parkı
Eğlence Parkı

5

Stephen King'in eski romanlarından sanmıştım. 2013 yılında basıldığını öğrenince şaşırdım biraz. Nedense o eski Stephen King havasındaydı. Sanırım olayların geçtiği zamandan kaynaklı. Söylemek istediğim ilk şey ülkemizde basılmış versiyonun kapağı. Lunaparkta çalışan Hollywood kızlarından olduğunu anlayabiliyoruz ama keşke kitabı bir okusalarmış çizim yapmadan önce. Çünkü o kadar alakasız ki. Kitabı okurken ara sıra kapağa bakıp olay örgüsünü kafasında canlandıran biri olarak bunu sinir bozucu buldum. Olması gereken kapak da şudur: http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/b/b1/Joyland.jpg Bu konudaki mızmızlanmamı bir kenara bırakırsak, kitabı başarısız bulmadım. Kendini kanıtlamış bir yazar olan Stephen King, bu romanı, bu şekilde kaleme almak amacındaydı zaten diye düşünüyorum. Konusu itibariyle, 21 yaşında, kalbi kırık bir oğlan çocuğunun bir yaz tatilinde lunaparkta çalışması diyebiliriz. İlk bakışta polisiye katılmış doğaüstü bir gerilim romanı olacağını düşünmüş olsam da yanılmışım. Stephen King'in gerginliği, ürkütücülüğü ya da gizemi yoktu bunda. Durgun bir anlatım, tahmin edilebilir olaylar.... Peki, neydi Stephen King'in amacı? Okuyucunun kafasında canladırabileceği parlak detaylar, lunapark lisanı ve hayata kahramanımızın gözüyle bakabilmek. Genç ve kalbı kırık o oğlan çocuğunun hayatındaki önemli bir kesiti bize yaşlanmış haliyle anlatmasını dinlemek. Basit ama samimi. Belki vaat ettiği kadar etkileyici değil ama bir şeyler bu kitabı sevmemi sağladı. "When you're twenty-one, life is a roadmap. It's only when you get to be twenty-five or so that you begin to suspect you've been looking at the map upside down, and not until you're forty are you entirely sure. By the time you're sixty, take it from me, you're fucking lost."

Harry Potter ve Ölüm Yadigârları (Harry Potter, #7)
Harry Potter ve Ölüm Yadigârları (Harry Potter, #7)

8

Harry Potter serisinin sonu. Bu kitap beni büyük bir çıkmaza sürükledi. Yazara bir yandan kızarken, bir yandan da beni bu dünyayla tanıştırdığı için minnettar oldum. Kitabın son sayfasını kapatırken bir Muggle olduğum gerçeği, Hogwarts'tan gelen bir mektuba hiçbir zaman sahip olamayışım ve o büyüden, sihirden ayrılışım bana burukluk veriyor. Muhteşem bir evrenle tanışıp sonra dışlanmak hissini kabullenmek zor gerçekten. Eğer salt kitap hakkında konuşmak gerekirse, bazı ölümler çok gereksizdi. Hatta amaçsızdı diyebilirim. Bunu sevdiği karakterler öldüğü için çemkiren bir okuyucu olarak değil; bu ölümlerin sadece vurucu olması istendiği için gerçekleştirilmiş olduğunu düşünüyorum. Kitap olaylar yönüyle, akışıyla çok tatmin ediciydi. Ancak son 200 sayfada bütün gizemlerin çözülmesi, arka arkaya düğümlerin açılması alelacele yazılmış hissettirdi maalesef. Kitabın sonunda 19 yıl sonrayı anlatan iki sayfalık yazının basitliği ise hayalkırıklığı diyebilirim. Bunlar çok da önemli değil açıkçası. Çünkü ben bu seriye tam anlamıyla bağlandım diyebilirim. Aradaki 19 yılı okuyabilmek isterdim. Serinin hala devam etmesini isterdim. Her şeyi öğrenmek isterdim. Ama bir maceranın daha sonlandığını kabul etmek gerekiyor. Zamanla o da olacak.

Hobo
Hobo

3

Hobo kavramını, yolları, yolculuğu, farklı bir kültürü ve yaşanmışlığı yansıtmaya çalışmış bir kitap. Amerika'yı, trenleri ve uçuk bir jargonu gösteren kitap. Belki çeviriden, belki de yazarın gerçekten başarısız olmasından kaynaklı sevemedim bu kitabı. Güzel malzeme var, karakterler ilgi çekici ama yazarın dili ve anlatımı çok zayıf. Okuyucuya o duyguyu -yolu, yolculuğu, trende bir kaçak olmanın heyecanı, rüzgarın hızı, yarının belirsizliği- hissettirememesi çok üzücü. Yaşanmış ama yaşattıramayan bir roman. Hakkında söylenecek çok şey var aslında. Çünkü çok başarılı olabilecekken, bir zaman kaybına dönüşen kitap, tek kelimeyle üzer.

Azil
Azil

8

Hakan Günday'ın iyilerinden. Belki de en iyisinden. Malafa ve Zargana'dan sonra düşen çıtayı alıp ikiye kıran bir kitap. Felsefe, bilim ve sosyoloji ile dolu. Ya çok sevilecek ya da nefret edilecek kitaplardan. Bu kitabı sevmemdeki ana unsur sanırım belirsizlik oldu. Muammanın içinde Azil ile sahneler ve mekanlar arasında sürüklenmek, bir filmin içindeymişim gibi hissettirdi. Kitabın bilmeceli yanı, yazarın, okuyucuyu olayların gerçekliğiyle sınamasıydı. -Spoiler- Kurallar; -Aynı zihinde yer alan karşıt düşünceler birbirini yok eder ve ışığa dönüşürler. -Her şey ve herkes ışık yayar. Sonuç, nedenlerin aydınlattığı noktada, nedense sonuçların aydınlattığı noktadadır. -Her düşünce bir diğerini doygunlukları ve aralarındaki uzaklık ölçüsünde çeker. -Düşünceler mükemmel, ancak davranışlar kusurludur. -Düşünceler ışık hızında hareket eder. -Zaman, var olan bütün etkenler ölçüsünde değişkendir. -Davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir. -Düşünceler, duyguların çekim alanlarına girince bükülürler. Bu kuralların yanı sıra, kitabın içinde yazılan kitaplar da Günday'ın kaleminden çıksa çok güzel olabilecek malzemeye sahip. Özellikle kargo paketi hırsızının psikolojisi çok güzel anlatılmıştı. Ve bir de sosyal deneyler vardı. İnsanların gerçekten ne kadar kötü olabileceğini ispat edebilmek için çarpıcı fikirler. Bu bölüm beni biraz karamsarlığa sürüklemedi değil. Romanın felsefi yanından sonra olay örgüsüne geçiyoruz bir anda. Çok hızlı gelişiyor her şey ve bu yüzden muhteşem bir akıcılık söz konusu. Kitabın sonlarına doğru sayfaların arasına giren Yahya'nın daha fazla satır sahibi olmasını isterdim. Bu yüzden kitabın sonunun aceleye getirilmiş olduğunu düşünüyorum. Evet, Azil için olması gereken son buydu: Toplum tarafından linç edilmek. Ama Hakan Günday'ın "doğru" sonlar getiren bir yazar olduğunu düşünmüyorum. Biraz daha farklı olabilirdi. -Spoiler- Genel olarak bir kez daha Hakan Günday'ın başarılı olduğunu düşünüyorum. Sevilmesi her ne kadar zor bir yazar gibi görünse de en azından yaratıcılığı takdir etmemek, haksızlık olur.

Ruhaltı
Ruhaltı

5

Bahadır Baruter ilginç bir karikatürist. Mizahi yanı zayıftır ama düşündürür. Lombak ve Penguen dergilerinde bir süre denk gelsem de çizgisinden bir türlü hoşlanamadım. Bu resimli edebiyat denebilecek eserde Baruter bıçaklarla, fillerle, salyangozlarla ve geçitlerle (özellikle piramitler) kendini birazcık tekrarlamış diyebilirim. Karakterlerin ve aslında her şeyin, sürekli bir başkalaşım halinde olması ve bunu siyah-beyaz şekilde anlatımı etkileyici. En çok hoşlandığım çizimler kitabın kapağındaki ve en sondaki 32. çizim oldu.