sühan

Profil Resmi
0 takip ettiği ve 0 takip edeni var. 0 değerlendirme yapmış.

Son Aktiviteler

Profil Resmi
sühan okumuş.
Falaka

Ömer Seyfettin, öykücülüğümüzün büyük ustası ve sade dilcilik akımının öncüsüdür. Rumelide bulunduğu yıllarda Yunan, Sırp, Bulgar ayrılıkçı komitelerinin gizli çalışmalarını sezmiş, ileride yazacağı yapıtlar için gözlemler yapıp malzemeler toplamıştı. Ulusçu ve idealist bir yaklaşımla, birçok öykülerinde bunları işledi. Doğru bulduğu tarihsel ve toplumsal değerleri savundu, yanlış bulduklarını eleştirdi, yerdi. Çökmekte olan bir devletin bireylerini yurt ve ulus sevgisi aşılayarak moral vermeye, bölücü, ayrılıkçı akımlara karşı, ulusal bütünlüğü savunmaya çalıştı.\n\nHer sabah Çarşı Camiinin arkasındaki harap zaptiye ahırlarının önünden, bir serçe sürüsü gibi, cıvıldayarak geçerdik. Mektep biraz daha ileride, alçak duvarlı, oldukça geniş bir avlunun ortasında tek katlı bir bina idi, etrafında yükselen büyük kestane ağaçlarının birine karışmış koyu gölgeleri, bütün çatısını kaplardı....\n\nNiye geldin?
Hoca Efendi söyledi.
Ne söyledi?
\n\nÖmer Seyfettin Falakada, çocuklar için öğretici 9 öykü sunuyor. Usta bir kalemin sunduğu bu öyküler, kuşkusuz çocuklara yeni ufuklar açacaktır.\n\nHer sabah Çarşı Camiinin arkasındaki harap zaptiye ahırlarının önünden bir serçe sürüsü gibi, cıvıldayarak geçerdik. Okul biraz daha ileride, alçak duvarlı, oldukça geniş bir avlunun ortasında idi. Bir kattı. Etrafında yükselen büyük kestane ağaçlarının birbirine karışmış koyu gölgeleri, bütün çatısını kaplardı.\n\n\n\n

Ömer Seyfettin, öykücülüğümüzün büyük ustası ve sade dilcilik akımının öncüsüdür. Rumelide bulunduğu yıllarda Yunan, Sırp, Bulgar ayrılıkçı komitelerinin gizli çalışmalarını sezmiş, ileride yazacağı yapıtlar için gözlemler yapıp malzemeler toplamıştı... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 10 yıl, 8 ay
Profil Resmi
sühan okumuş.
Faust

Goethe'nin dünya çapındaki klasikleşmiş eseri Faust'un kahramanı Doktor Faust (Faustus) bir hayal ürünü değildir. Kayıtlara göre Johann Faustus 1480'li yıllarda Almanya'da Knittlingen'de doğmuştur ve 1540 yılına doğru da Staufen-Brisgau'da ölmüştür.

Faust'un hikayesi şöyle rivayet edilir: Faust, şeytanla arasında bir anlaşma imzalamıştır. Anlaşmaya göre, Şeytan, Faus'ta yaşadığı sürece bilgi, zenginlik, gençlik ve büyü yapma gücü verecektir. Buna karşın, Faust da öldüğü zaman, ruhunu Şeytan'a teslim edecektir. Faust'un Almanya'nın taşrasını dolaşırken yanından ayırmadığı köpeğin de şeytan olduğuna yaygın olarak inanılmaktadır.

Doktor Faust bir gece Würtemberg'te bir handa ölü bulunmuş. Yüzündeki izler dehşet verici bir biçimde öldüğünü gösteriyormuş; bu nedenle halk arasında onu şeytanın öldürdüğü yargısı yerleşmiş ve halk onun ruhunu şeytana sattığına ve gerçek bir büyücü olduğuna kuvvetle inanmıştır. Faust'un hikayesi başta Almanya olmak üzere çeitli ülkelerde bir çok yazar tarafından ele alınmıştır. Ancak Faust efsanesini bütün genişliği ile ele alan ve onu zenginleştiren Goethe'dir. Bu eseriyle tam 62 yıl uğraşmıştır Goethe! Yaşamının sonuna dek Faust üzerinde çalışarak yaşar ve onu tamamladıktan kısa bir süre sonra da ölür.

******

İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü? İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi kadar kolay olmasa gerek. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığının ilköğretim ve ortaöğretime yönelik 100 Temel Eser seçimi; öğrencilere, velilere ve öğretmenlere, kısacası kültür dünyamıza katkıda bulunacak herkese yararlı olacak niteliktedir.

************

Goethe'nin hayatını, düşüncesini ve bütün kişiliğini ortaya koyarak meydana getirdiği bir başyapıttır.

************

Faust, yaşadığı çağın bütün bilimlerini öğrenmeye çalışan, bilgi haritası içinde kıvranan karamsar bir kişidir. Nefsiyle onca uğraşmasına rağmen mutluluğu bulamamış olmanın ıstırabıyla kavrulmaktadır. Mephisto, bu durumdaki Faust'u kolayca baştan çıkarabileceğini, sapıklığa sürükleyebileceğini düşünür. Tanrı ise insanın yaradılış itibarı ile iyi olduğunu ve kendi ruhunun iyiliği sayesinde doğru yolu bulabileceğini bildiği için Mephisto'yu Faust üzerinde istediğini yapmakta serbest bırakır.

************

Zavallı şeytan, bana ne verebilirsin ki? Yükseklere göz dikmiş insan bilincini, Senin gibiler kavrayabilir mi hiç? Sendeki gıda doyurmaz insanı, Elindeki kızıl altın, cıva gibi, Avcunun içinden akıp gider, Senin kumar masalarında, Kimse kazanmaz, Daha sarılırken başkalarına bakar, Göndereceğin kızlar, Vereceğin itibarın Tanrısal gururu, Kuyruklu bir yıldız gibi, Kayar gider; Bunları mı sunacaksın? Göster bana, bakalım, Kaparılmadan çürüyen meyveyi, Her gün yeniden yeşillenen ağacı,!

************

...Bana sevinçli günlerin görüntülerini getiriyorsunuz. Bazı yüce gölgeler belirgin hale geliyor: Ayrıca ilk aşkın ve ilk dostluğun izleri de sanki eski ve kısmen unutulmuş bir masal gibi gözümde canlanıyor. Hayatın tıpkı dehliz gibi olan kıvrımlı akışından dolayı sızlanışlar tekrarlanıyor ve güzel saatlerin mutlu hayalleriyle avunarak benden önce ölmüş o iyi insanların adları anılıyor.
İlk şarkılarımı dinlemiş olan ruhlar artık sonrakileri işitmiyorlar. O eski dost kafilesi şimdi toz toprak olmuştur ve ne yazık ki ilk yakının sesi de sönmüştür!
Artık ıstırabım hiç tanımadığım bir kalabalığa sesleniyor. Onların beni övmeleri ile içimi burkuyor. Şiirlerimizden zevk almış olan bazıları da, eğer yaşıyorlarsa, dünyada darmadağın olmuş halde dolaşıp duruyorlar ve içimi, o sakin ve aziz ruhlar dünyasına ait bir özlem kaplıyor. Bir arp gibi uğuldayan türküm, belirsiz seslerle havada yayılıyor. İçim ürperiyor, göz yaşlarına boğuluyorum, o acımasız kalbimin yumuşadığını hissediyorum. Önceden sahip olduğum şeyleri kendimden uzaklaşmış görüyorum ve kaybolmuş şeyler benin için artık birer gerçek oluyor...

************

Faust, Goethe'nin neredeyse tüm yaşamı boyunca çalışarak tamamladığı bir yapıttır. On sekiz yaşında başladığı oyunu, 1806'da Faust I ve 1832'de Faust II adıyla iki büyük bölüm hâlinde yazarak ölümünden kısa bir süre önce yani seksen üç yaşında bitirebilmiştir.
Goethe, Faust'un konusunu çok eski bir öyküden almıştır. Şeytan'la bahse giren insanoğlu teması önceki yüzyıllarda da birçok öyküye ve oyuna konu olmuştur. Goethe, Faust karakterini Şeytan
Mefistofeles'e yenilmeyen bir insan olarak incelemiştir.


************

Goethe Faust konusuyla 1770-71 yıllarında ilgilenmeye başlamış, 1808'de 1. kitabın ardından, tam 24 yıl sonra 2. kitabı tamamlamış, bu metin ölümünden sonra basılmıştır. Faust'un konusu, 16. yüzyılda Almanya'da yaşamış, büyüye, simyaya düşkün, şarlatanlıklardan geri kalmayan Doktor Faustus'a ve onun Alman efsanelerindeki izdüşümlerine kadar geri gider. 16. yüzyılda ünlü İngiliz ozanı Marlowe'un ele aldığı konu, Goethe'de, aydınlanma hareketinin ve bu hareketin Alman burjuva-aristokrat aydını üzerindeki etkisinin bütün yansımalarını kapsar. Almanya'da Fransa'daki gibi, beklenen hızlı dönüşümler yaşanamamış, reform umutlarını aristokrasiye bağlayan aydınlar, dünyadan kopup uzaklaşarak içlerine ya da Goethe/Faust gibi saraylara kapanmışlardır: Faust, bir aydın, evrenin nihai nedenlerini öğrenmek isteyen bir bilgi âşığı ve dâhi olarak, hem bu sosyal yenilginin, hem de aydınlanma insanının aklın sınırlarına (Kant) boyun eğişinin klasik tragedyasıdır. Faust: İhlal edilemez sınırlar.

************

Faust, Goethe'nin yazarlık yaşamının elli yıllık emeğini alarak, haklı bir üne kavuşmuş en önemli yapıtıdır. Ruhsal özgürlüğe ulaşmanın maddi arzulardan sıyrılmak ve bencil olmamakla mümkün olabileceği fikrini işlediği bu yapıt, yazarın sanatının da doruk noktasıdır.

************

Homer'in İlyada'sı ve Oysesseus'u, Dante'nin İlahi Komedyası, Shakespeare'in dramları ve Brecht'in oyunları gibi dünya edebiyatının içerdiği büyük konular, edebiyatın yüzyıllar boyu süregelen gelenekleri etkisiyle şekillenmişlerdir. Bütün bu büyük eserlerin içerdiği konular, insana özgü çatışmalar ve kaderler, çeşitli karakterler aracılığıyla yansıtılmış ve aynı zamanda toplumsal norm ve değer yargılarıyla aktarılmaya çalışılmıştır. Ancak, tüm bu norm ve yargıların karşısında duran, akıntıya karşı yüzen, var olan yasalara ve toplumsal tabulara karşı gelen, soran ve sorgulayan, cevaplar arayan bireysel başkaldırılar da dile getirilmiştir. Goethe'nin Faust'u da bu karakterlerden biridir ve her ne kadar evrenin sırlarına ulaşmak adına ruhunu şeytana satmış, dünyevi zevklerle büyülenmiş görünse de, şeytan karşısında kazanmış biri olarak çıkar okurun karşısına...

******

Goethe'nin dünya çapındaki klasikleşmiş eseri Faust'un kahramanı Doktor Faust (Faustus) bir hayal ürünü değildir. Kayıtlara göre Johann Faustus 1480'li yıllarda Almanya'da Knittlingen'de doğmuştur ve 1540 yılına doğru da Stau... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 10 yıl, 8 ay
Profil Resmi
sühan okumuş.
Eylül

Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdi.SUAT, HACER, SÜREYYA VE NECİPİN HİKAYESİ.Evli bir çift. Bir kız kardeş.Yakın bir dost.Yalnızlık. Tuhaf bir temas.Önlenemez bir açlık.Tüketen bir kıskançlık ve feci bir son.Tüm aşkların sınırsızca imkan dahilinde olduğu, imkansız temasının neredeyse tamamen saf dışı bırakıldığı günümüze inat bir zamanlar aşk neredeyse yasak, acı ve hasret demekti. Kadınların ve erkeklerin kaderlerini başkaları çizer, onlar da bir şekilde bu kadere ayak uydururdu. Ya da her şeyden, hatta hayattan vazgeçilirdi.

******

Edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olan Mehmet Rauf un Eylül ü yazarın diline hiçbir surette dokunulmadan, eserin üslûb ve ses musikisi olabildiğince korunarak Enfel Doğan tarafından yayına hazırlanmış, kitabın son kısmına romanda geçen kimi kelime ve terkipleri içeren bir sözlük de konulmuştur. Eylül ü, yazılışından yaklaşık yüz yıl sonra özgün diliyle yeniden yayınlayarak kültürümüze hizmet ettiğimiz inancını taşımaktayız.

******

Eylül, mutlu bir evlilik sürmesine karşın eşi Süreyya Beyin arkadaşı Necib Bey ile gizli bir aşk yaşayan Suad Hanımın çıkmazlarını, dönemine göre oldukça derin ve ayrıntılı bir psikolojik yaklaşımla ele alıyor. Bu özelliğinden ötürü Eylül, Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilmektedir. Bir yaz, Boğaziçinde bir yalı kiralayan Süreyya Bey ile Suad Hanımın aile dostu Necib onları sık sık ziyaret eder, gece yatılarına kalır. Necib Beyin derin bir saygı beslediği Suad Hanıma ilgisi şiddetli bir sevgiye dönüşür, ancak bunu kendi içinde gizler. Bir gün dayanamaz, Suadın eldivenini çalar. Sonunda hastalanır, humma nöbetleri arasında bu eldiveni sayıklar. Suad bunu öğrenince eldivenin öbür tekini de verir, böylece her ikisinin de birbirine duyduğu aşk açığa çıkmış olur. Arkadaşı ve aşkı arasında kalan Necib ile kocasına bağlı Suad, nefislerini yenerek bu aşkı küllendirmeye çalışırlar.Eylül: Edebiyatımızda ilk psikolojik roman.

******

Bu kitap, edebiyat tarihimizin ilk psikolojik romanıdır.Salonda bahçedekilerin kahkahaları işitilebiliyordu. Süreyya canı sıkılanlara özgü bir tahammülsüzlükle, Çılgın kız! diye söylendi.Balkona açılan büyük kapıdan parmaklığa dayanmış dışarıya baktığı görülen karısı dönüp; Bu gece hava ne güzel! dedi.

******

İlk defa 1900 - 1901 yılları arasında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilen Eylül ün kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yapılmıştır.Rauf un en önemli eseri olan Eylül, zamanının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilir.Romanda, Suad, Süreyya ve Necib üçlüsü arasındaki aşk-sadakat-evlilik üçgeninde, bu insanların ruhsal çözümlemesi yapılmıştır. Evli bir kadınla, kocasının yakın arkadaşı olan bir adam arasında yaşanan yasak aşk ve bunlardan habersiz kocanın ruhsal durumları, kadının ve erkeğin toplumsal rolleri, dönemi itibariyle cesur bir dille anlatılmaktadır.

******

Servet-i Fünun döneminin en önemli romancılarından biri olan Mehmet Raufun Eylülü psikolojik roman türünün yazınımızdaki ilk örneğidir. Yasak bir aşkı psikolojik boyutuyla anlatır, acılar o kadar dayanılmaz bir hal alırki, aşk ateşi daha büyük bir ateşle bitirilir..

******

Bir sonbahar...Sarıya çalan yapraklarla beraber sararan umutlar ve heyecanlar...Yasak bir Aşk var Eylülde, yasak olduğu kadar da temiz ve içten. Yaz mevsimiyle başlayan bir aşkın, sonbaharla birlikte solmaya başlaması ve hayat gibi bir son... Eylül bir Aşk romanıdır. Bazen soluk soluğa bazen hüzünle okuyacağınız bir Aşk. Roman karakterleri aşkları sebebiyle bir takım toplumsal irdelemelere girerler, namus, Aşk, hayat, evlilik sorgulanır. Günümüzde sıradan adına Aşk adı verilen ilişkilerden çok daha saf ve derin bir Aşk anlatılıyor Eylülde. Salt birbirlerini düşünen, dünyayı umursamayan bir Aşk değil Suad ve Necipin aşkı, Suad kocası Süreyyayı da düşünür ve Necip kuzeni Süreyyayı da düşünür. Suad ve Necip, Süreyya uğruna kendi aşklarından vazgeçerler.Eylül romanı Türk edebiyat tarihinin önemli eserlerinden biridir, hem psikolojik hem de toplumsal incelemeler vardır romanda. Gerçekçi-Doğalcı akımın başarılı bir örneğidir.Kısançlıklar, heyecanlar, umutlar, umutsuzluklarve gözyaşı ve Aşk... Eylül...

******

Mehmet Rauf, Sanat için sanat ilkesini reddederek daha iyi bir insanlık, daha mutlu bir gelecek için uğraşma iddiasıyla yola çıkarak Eylülü yazar.Paul Bourget etkisindeki yazar, Eylülde olayları çok yavaş gelişen bir üçgende Suad-Süreyya-Necib ilişkisini inceler. Ancak tek konunun dışına çıkamayıp yoğunlaştığı için edebiyatımızın ilk psikolojik romanını yazmış olur.Süreyyanın denizle oyalanması, çocuksuz ve genç bir kadın olan Suadı tek başına bırakır. Müzikle avunmaya yönelen duyarlılığı, akrabaları Necible sık sık görüşme olanaklarında bir sevgi haline gelir. Necib de kadınsız hayatının ülküsü olarak, hep iyi durumlarda görüştüğü Suadı beğenip sevmeye başlar...

******

Süreyya Bey ve Suad Hanımın mutlu bir evlilikleri vardır. Evliliklerinin üzerinden beş yıl geçmesine rağmen Süreyyanın ailesiyle birlikte oturmaktadırlar. Fakat evin havası, artık Süreyya ve Suada sıkıcı gelmektedir. Süreyya, bir an önce bu evden ayrılıp, denize bakan sakin bir evde yaşamanın, en azından yazı orada geçirmenin hayalini kurmaktadır. Kısa bir süre sonra Süreyyanın hayali gerçekleşir ve Suadın babasından aldığı para sayesinde Boğaziçinde bir yalı kiralarlar.
Süreyyanın arkadaşı Necip, ailenin yakın dostudur. Suad müziğe; Süreyya denize meraklıdır. Biri çoğunlukla evde, diğeri denizde vakit geçirmektedir. Daha çok Suad ile evde kalan Necip, onu sevmeye başlar; Suad da bu sevgiye kayıtsız kalmaz. Zamanla ikisi de iç hesaplaşmalara başlarlar ve sevgilerinin kirletilmemesi için çaba harcarlar. Roman, psikolojik tahlillerin yapıldığı ve bu yönüyle edebiyat tarihimizin ilkleri arasında yer alan bir eserdir.

******

Salonda bahçedekilerin kahkahaları işitilebiliyordu.Süreyya, canı sıkılanlara özgü bıkkınlıkla Çılgın kız diye söylendi.Balkona açılan büyük kapıdaki parmaklığa dayanmış dışarıya bakan karısı dönüp: Bu gece hava ne güzel! dedi.

******

Suat, Necip, Süreyya ve diğerleri; Hacer, Fatin, dadı. Boğaziçinde bir yalıda geçirilen upuzun bir yaz mevsimi. Eylül, esas itibariyle Necipin, yakın arkadaşı Süreyyanın karısı Suata olan yasak aşkından ve Suatın da giderek bu aşka karşılık verişinden ibaret görünse de, onu sıradan bir aşk romanı olmaktan çıkaran asıl özellik, karakterlerin ruh tahlillerinin derinliğinde kendini gösterir. Bu özelliğinden dolayıdır ki edebiyatımızda ilk psikolojik roman olan Mehmed Raufun bu ölmez eseri, orijinalitesini bozmayacak seviyede bir sadeleştirmeye tabi tutulmuş olarak, okuyuculara sunulmaktadır.

******

Yazıldığı dönemin en önemli romanı sayılan EYLÜLün Mehmed Raufun ünlü bir yazar olarak anılmasında önemi büyüktür.EYLÜL, gerek yayımlandığı dönemde, gerekse günümüzde ‘psikolojik roman tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Psikolojik roman tanımlaması, özellikle Suat ve Necip arasında dile getirilemeyen, iç dünyada yaşanan, toplumun geleneksel yapısının reddettiği duygulardan kaynaklanmaktadır.Romana ismini veren Eylül, yaz mevsiminin ve bu mevsimde başlayan imkânsız bir aşkın bitişini simgelemektedir. Eylül, hüznün de ifadesidir. Romanın sonunda eylül ayı ile tabiatın görüntüsü üzerine yapılan tasvirlerde de bu hüzne rastlanır.

******

Güneşin kavurucu ateşinin yürekleri yaktığı, o ilk sıcaklığın, zamanla karşı konulamaz bir tutkuya dönüştüğü yaz...Ayrılık rüzgarlarının etrafta sinsice kol gezdiği sonbahar..Kah güneşli sevdaları, kah fırtınalı pişmanlıkları tarif edilemez bir acıyla içinde saklayaonbaharın o en yalnız Eylülü... Türk Edebiyatının bu ilk psikolojik romanında, Suad, Süreyya ve Necib arasındaki fırtınalı ilişkiler ve kahramanların iç dünyalarına doğru uzun ve keyifli bir yolculuk sizleri bekliyor.

******

Süreyya Beyle Suat Hanım beş yıldan beri evlidir. Bir yaz, Boğaziçinde, Yeni Mahallede küçük bir ev kiralarlar. Mutludurlar. Süreyyanın arkadaşı Necip, sık sık gelip yanlarında konuk olarak kalmaktadır. Necip, Suata çok değer vermekte, ona karşı derin bir saygı beslemektedir. Bu değer veriş ve saygı bir gün şiddetli bir sevgiye dönüşür. Genç adam, sevgisini içinde gizlemektedir. Bir gün dayanamaz..

Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdi.SUAT, HACER, SÜREYYA VE NECİPİN HİKAYESİ.Evli bir çift. Bir kız kardeş.Yakın bir dost.Yalnızlık. Tuhaf bir temas.Önlenemez bir açlık.Tüketen bir kıskançlık ve feci bir son.Tüm aşkların sınır... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 10 yıl, 8 ay
Profil Resmi
sühan okumuş.
Efruz Bey

Efruz Bey, 1908den Birinci Dünya Savaşı ortalarına kadar uzanan devrin romanıdır. Edebiyatçılarımız arasında, Ömer Seyfettinin Don Kişotu diye anılan bu eserde, Türkiyenin o çağındaki siyaset, bilim, Türkçülük, eğitim, felsefe vb. akımları ele alınmış ve bu akımların temsilcisi olan kişiler adları değiştirilerek, Efruz Beyin kişiliğinde birleştirilmiştir.

******

Küçük bir kalem dairesinde görev yapan Ahmet Bey, kendisini olduğundan daha asil ve saygın göstermeye çalışan, abartılı tavırlarıyla dikkat çeken bir devlet memurudur. Meşrutiyetin ilan edildiği sabah, coşkulu bir sevinçle dairesine gelir. Fakat hadiseyi saltanat idaresinin oyunu sanarak, Hürriyet coşkusuna katılmayan arkadaşlarının duyarsızlığına çok şaşırır. Müthiş ve yüksek sesli sloganlarıyla herkesi bir anda coşturur. Kimse ne olduğunu bilmeden gittikçe kalabalıklaşan bu topluluğa ayak uydurur. Ahmet Bey, bir anda Hürriyet kahramanı oluvermiştir. Öyle ki sıradan olarak gördüğü Ahmet isminin bile kahramanlığını taşıyamadığını düşünür ve adını ışık saçan anlamına gelen Efruz ile değiştirir. Daha birçok abartılı olaylar yaşanır. Sokaklar, caddeler Efruz Beyin konuşmaları için dolar, taşar. Ta ki gerçek İttihat ve Terakki Cemiyeti dairelerine çağırana kadar...

******

Efruz Bey, 1908den Birinci Dünya Savaşı ortalarına kadar uzanan devrin romanıdır. Edebiyatçılarımız arasında, Ömer Seyfettinin Don Kişotu diye anılan bu eserde, Türkiyenin o çağındaki siyaset, bilim, Türkçülük, eğitim, felsefe vb. akımları ele alınmı... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 10 yıl, 8 ay
Profil Resmi
sühan okumuş.
Don Quijote

15. Yüzyıl İspanyasında sosyal hayatta önemli bir yeri olan şövalyeliği anlatıyor.

Mança ilinin küçük bir köyünde, soylu bir bey yaşıyordu. Bir rivayete göre adı Kesada, diğer bir rivayete göre de Alanso idi. Pek zengin sayılmazdı ama babasından kalan miras -har vurup harman savurmadığı takdirde- ömrünün sonuna kadar yeterdi. Gösterişi ve lüks yaşamayı sevmedi...MEBin tavsiye ettiği 100 Temel Eserden.

Dünya çapında milyonlarca hayranı olan Don Kişotun birbirinden sürükleyici, heyecanlı ve akıl almaz serüvenlerini okurken kendinizi yeldeğirmenlerine karşı savaşırken bulacaksınız.
Dulcinea del Tobossoya olan aşkını kanıtlamak için atı Rocinante ve hizmetkârı Sancho Panço ile yel değirmenlerine karşı savaşan, olmadık serüvenlere atılan Don Kişotun akıl almaz kahramanlıkları sizi bambaşka bir dünyaya sürükleyecek.

Yüzyıllardır şövalyeliğin bir simgesidir DON KİŞOT... "Yel değirmenleri" denince ilk akla gelen kişidir kahramanımız. Sevdiği kız, bu aşktan habersiz de olsa, dünyanın en büyük ve soylu aşkıdır onunki...Don Kişot'un okuduğu kitapların etkisiyel çıktığı, düşle gerçek arasındaki yolculuklar; bu kitapta bütün canlılığıyla gözler önüne seriliyor.Şövalyelik ve gezginliğin farklı bir bakış açısıyla ele alınıp ustaca ve iyi bir dille yansıtıldığı bu kitap; dünya klâsikleri arasındaki haklı yerini almıştır. Okurken nefesinizi tutacağınız anlar olacak. İyi okumalar...

Don Kişot, aslında küçük bir köy asilzadesidir. Şövalye romanlarını okumaktan aklı karışmıştır. Sanço Panza ile birlikte serserice bir şövalye hayatı sürmek ister. Böylece tüm dünyanın 400 yıldır zevkle okuduğu serüvenler ortaya çıkar. Bunlar arasında en akılda kalanı Don Kişotun yel değirmenlerine karşı savaşıdır.Başında miğfer, elinde mızrak, zayıf ve üzüntülü çehresiyle hafızalara kazınan Don Kişot, tek boyutlu destandan çok katmanlı romana geçişin en nadide örneğidir.Don Kişot bugüne değin yazılmış en hüzünlü kitaptır, çünkü korkunç bir düş kırıklığının öyküsüdür.Dostoyevski

Her ne kadar Don Kişotun babası gibi gözüksem de aslında üvey babası olan ben, herkesin yaptığı gibi davranıp gözlerimden akan yaşlarla karşına geçip, oğlumda bulacağın kusurları bağışlaman ve görmezden gelmen için yalvarmayacağım sana...
Üstelik senden de saklamayacağım bunları. Sen, ne akrabasısın onun ne de dostu. İstediğini düşünmekte özgürsün, hür bir iraden var. En yüksek rütbedeki bir insan kadar yetkin var eleştirmeye; evindesin ve orada kral sensin. Herkes evinde kral değimlidir zaten?.. Bütün bunlar her türlü saygı gösterisinden kurtarıyor seni. Lafın kısası bu hikâye hakkında iyi ya da kötü aklından geçen her şeyi söyleyebilirsin. Kötülersen ceza almayacaksın, ama iyi söylersen de ödül bekleme hiç kimseden.

Don Kişot, soylu bir insandır. Okuduğu şövalye romanlarının etkisiyle aklını kaçırır. O romanlardaki gibi gezici şövalye olmaya karar verir. Amacı kötülükleri bitirmek ve suçluları cezalandırmaktır. Dulsina adını verdiği; kaba, cahil köylü kızını asilzade biri olarak kabul edip kendine sevgili seçer. Cahil köylü Sanço Panzayı uşak edinir. Sıska atı Rossinanteye binerek maceralara atılır. İnsanlara kötülük ettiğine inandığı yeldeğirmenlerine saldırır.

Şövalyemiz epey yol adıktan sonra ileride bir tepenin üzerinde otuz kadar yel değirmeni görünce uşağı Sançoya seslendi:Bak şansımız yaver gidiyor. Şu karşıdaki müthiş devleri görüyor musun? Sayıları otuzdan bile fazla. Bunlarla savaşıp hepsini öldüreceğim. Alacağımız ganimetler ile zenginleşeceğiz. Bu alçak yaratıkları yeryüzünden kaldırmak ile Tanrıya hizmet etmiş olacağım.

Onyedinci asır sonlarına doğru İspanyada, o zamanlar ayrı ayrı birer krallık olan Kastil ve Aragon krallıklarının arasında bulunan Manş şehrinin kasabalarından birinde, bir asilzade yaşıyordu. Bu asilzade, gece gündüz kitap okur; özellikle, şövalyelerin serüvenlerini okumaktan büyük bir keyif alırdı. Bir aralık o hale geldi ki etrafındaki her şeyi okuduğu hikayelerle karıştırmaya, başladı Sonunda aklı bütünüyle elinden gitti ve bir gezginci şövalye olmaya karar verdi. Maceradan maceraya koşacak, hayat hikayelerini okuduğu şövalyeler gibi yaşayacak, zayıflara ve fakirlere yardım edecek, haksızlıklara karşı çıkıp, bozulan dünyaya düzen ve adalet getirecekti. Asıl adı Kesanda olan bu ihtiyar adam, kendisine şövalyelere yakışır bir de isim buldu: Don Kişot

İlk gençlik heyecanlarıyla okunan kitapların etkisini, o ilk okumanın verdiği benzersiz hazzı unutmak mümkün mü? İletişim ve bilgi edinme imkânlarının son hızla arttığı bir çağda, gençlerimizi ve çocuklarımızı kitapların dünyasıyla buluşturmak eskisi kadar kolay olmasa gerek. Bu anlamda, Millî Eğitim Bakanlığının ilköğretim ve ortaöğretime yönelik 100 Temel Eser seçimi; öğrencilere, velilere ve öğretmenlere, kısacası kültür dünyamıza katkıda bulunacak herkese yararlı olacak niteliktedir.

İspanyol yazar Cervantesin yazdığı ünlü Don Kişot romanı, yazılışının 400üncü yıldönümünde, bütün dünyada kutlandı. Bu büyük kutlamaya Can Çocuk olarak biz de katkıda bulunmak istedik. Ünlü Alman gülmece yazarı Erich Kästnerin çocuklar için yalınlaştırıp yeniden yazdığı Don Kişot kitabını yayına hazırladık. Don Kişot, atadan, dededen kalma paslı zırhını kuşanır, mızrağını, kılıcını alır, sıska atı Rosinante ile, bir şövalye gibi yollara düşer. Amacı birtakım kralları devirmek, sevdiği soylu hanımefendi Dulsineanın gönlünü çelmektir. Kendisi gibi saf bir adam olan şişko Sanço Panzayı da yanına alarak saldırılarına başlar. İlk saldırısını yel değirmenlerine karşı yapar. Sonra bir şarapevinde şarap tulumlarını kılıcıyla delik deşik eder. Yol keser, düellolar yapar. Erich Kästner, bu korkusuz, yürekli, alabildiğine saf şövalye bozuntusunun serüvenlerini aktarırken, kaybolan şövalyeler döneminin değerlerine sarılıp öylece kalmış sıra dışı bir adamı da, Cervantes gibi, ölümsüzleştiriyor.

15. Yüzyıl İspanyasında sosyal hayatta önemli bir yeri olan şövalyeliği anlatıyor.

Mança ilinin küçük bir köyünde, soylu bir bey yaşıyordu. Bir rivayete göre adı Kesada, diğer bir rivayete göre de Alanso idi. Pek zengin sayılmazdı ama babasından k... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 10 yıl, 8 ay
Profil Resmi
sühan okumuş.
Diyet

Dar kapısından başka aydınlık girecek hiçbir yeri olmayan dükkanında, tek başına, gece gündüz kıvılcımlar saçarak çalışan koca Ali, tıpkı kafese konmuş terbiyeli bir arslanı andırıyordu. Uzun boylu, iri pençeli, kalın pazılı, geniş omuzlu bir pehlivandı. On yıldır bu karanlık içinde ham demirden dövdüğü kılıç namluları bütün Anadoluda, bütün Rumelide, serhat boylarına kadar büyük bir nam kazanmıştı....

******

Koca Ali yiğit, cesur bir adamdır. Demirci ustasıdır ve çifte su verilmiş kılıçlar yapar. Her nasılsa bir hırsızlıkla suçlanır ve mahkeme kolunun kesilmesine karar verir. Şehrin zengini huysuz bir adam, bu kolun diyetini ödeyerek Koca Aliyi yanına alır. Bu zenginin hareketlerine dayanamayan Koca Ali bir gün kolunu keser ve adamın önüne bırakır. ...

************

Koca Ali, uzun boylu, iri pençeli, kalın pazılı, geniş omuzluydu. Tıpkı bir pehlivan gibiydi.Dar bir kapısından başka aydınlık girecek hiçbir yeri olmayan dükkânında, tek başına, gece gündüz kıvılcımlar saçarak çalışırdı. O bir demirci ustasıydı. Yeniçeriler bile sadece onun damgasını taşıyan kamaları, büyük kılıçları tercih ederlerdi. Kimseyle ilişkisi olmayan, nereden geldiği bilinmeyen esrarengiz biriydi.Bir gün şehirde hırsızlık olur. Bununla alakalı ipuçları, Koca Alinin dükkânından çıkar. Koca Ali, kendini savunamaz ve suçlu kabul edilir. Ve diyeti gereği kolunun kesilmesine karar verilir. Aynı kitapta ‘BÜYÜCÜ, BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT, KAÇ YERİNDEN adlı öyküler de yer almaktadır.

************

Ömer Seyfettin, öykücülüğümüzün büyük ustası ve sade dilcilik akımının öncüsüdür. Rumelide bulunduğu yıllarda Yunan, Sırp, Bulgar ayrılıkçı komitelerinin gizli çalışmalarını sezmiş, ileride yazacağı yapıtlar için gözlemler yapıp malzemeler toplamıştı. Ulusçu ve idealist bir yaklaşımla, birçok öykülerinde bunları işledi. Doğru bulduğu tarihsel ve toplumsal değerleri savundu, yanlış bulduklarını eleştirdi, yerdi. Çökmekte olan bir devletin bireylerini yurt ve ulus sevgisi aşılayarak moral vermeye, bölücü, ayrılıkçı akımlara karşı, ulusal bütünlüğü savunmaya çalıştı.

************

ÖMER SEYFETTİN en çok okunan yazarlarımızdan biridir. Çocukluğunun geçtiği Göneni anlattığı hikayeler ile milli tarihimizi yansıtan hikayeleri en başarılı olanlarıdır. Eserlerini sade bir Türkçe ile yazdığı için her dönemde okunacak yazarlar arasındadır.ÖMER SEYFETTİNin hikayelerinin her yaştan okuru vardır. Çocukluk ve ilk gençlik çağlarının duyarlılıkları doğrultusunda yazdığı hikayelerini sekiz kitap halinde okurlarımıza sunuyoruz: İlk Namaz... Üç Öğüt... Müjde.. Keramet.. Diyet.. Pembe İncili Kaftan.. Topuz.. İlk Düşen Ak..

******

Dar kapısından başka aydınlık girecek hiçbir yeri olmayan dükkanında, tek başına, gece gündüz kıvılcımlar saçarak çalışan koca Ali, tıpkı kafese konmuş terbiyeli bir arslanı andırıyordu. Uzun boylu, iri pençeli, kalın pazılı, geniş omuzlu bir pehliva... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 10 yıl, 8 ay
Daha Fazla Göster

sühan şu an ne okuyor?

sühan şu anda kitap okumuyor.

Favori Yazarları (0 yazar)

Favori yazarı yok.