Tarih, Heterodoksi ve Babaîler

Resmî tarih, Türklerin Anadoluya girişini, Selçuklu Sultanı Alparslanın Bizans İmparatoru Diogenesi yendiği 1071 yılındaki Malazgirt Savaşıyla başlatır. Bu savaşı izleyen yıllarda kurulan Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılışını ise Anadoluda yaşayan heteredoks Türkmenlerin gerçekleştirdiği Babaîler Ayaklanmasına bağlar. Hatta, bazı tarihçiler, bu ayaklanmadan hareketle, daha da geriye gidip Türklerin Anadoluya gelmeden önce kurduğu bazı devletlerin yıkılışından da Türkmenleri sorumlu tutar. Ortodoks ve heteredoks İslam arasındaki bu sancılı ilişki, zaman zaman şiddete de dönüşerek günümüze dek sürer. Bilimsellik iddiasıyla yola çıksa da temelinde politik olan bu tezlerde temel sorun, egemen olanın ötekini anlamaktan uzuk durmasından kaynaklanır. Kendisine uğraş alanı olarak zihniyet tarihini seçen Reha Çamuroğlu, Tarih, Heterodoksi ve Babaîler adlı kitabıyla, çeşitli ideolojik kalıplar yüzünden zihni bulanmış okura, gerçekliği doğru alımlama kılavuzu sunar. Kitabın bir başka önemli özelliği ise, yazarın Doğan Kitapçılık tarafından yayımlanan diğer eserleri için de bir giriş niteliği taşımasıdır. Her bir kitabında Türk tarihinin en önemli sorunlarından birini oluşturan Alevî-Sünnî gerginliğini çözümlemeyi amaçlayan yazar, bu kitabında geliştirdiği tarih modeliyle sorunun temelindeki sosyo-politik, dinsel ve kültürel dinamiklerin temeline iner. Reha Çamuroğlu, yazının da icat edildiği bir kent devleti olması nedeniyle genel kabul gören Tarih Sümerden başlar önermesinden yola çıkarak bu önermedeki saklı anlamları açımlayarak başlar kitabına. Yazar, Sümer, kent demektir. Kent, iktidar; iktidar da devlet ve tahakküm karşı önermesiyle, yazılı tarihin erkek ve yaşlılara dayalı karakterini, bunun toplumsal düzlemde yarattığı yerleşik-göçebe türünden asimetrik kavramları açığa çıkarır. Sadece galiplerden yana yazılan tarihin eksik kalacağına dikkat çeker. Bu önermeyle tarih öncesine bırakılan alanda eşitlikçiliğe dayalı bir geçmiş vardır ve geçmiş/bugün/gelecek ekseninde duran tarih biliminin asıl görevi, tahakküme meşruiyet yaratmaya çalışmaktan çok ötekini de anlamak olmalıdır. Ancak bu yaklaşım sayesindedir ki, tarih bilimi kendisinden beklenen toplum mühendisliği rolünden de kurtulabilir. Geliştirdiği modelle tarihin her kilidini açamayacağını özellikle vurgulayan Çamuroğlu, her tarihçinin daha en baştan düştüğü devletin ya da halkın tarihini yazma ikileminden de böylece sıyrılmış olur. Babaîler Ayaklanması, Anadoluda bir Türk topluluğunun yine bir Türk devletine karşı giriştiği en önemli başkaldırı hareketidir. Ayaklanma, 1240 yılında başlar ve yenilgiyle sonuçlanır. Selçuklu devlet yönetiminin, Anadoluda göçebe olarak yaşayan halka, başta vergi olmak üzere, getirdiği sıkı düzene itiraz, ayaklanmanın temel nedenidir. Eyleme heterodoks dervişlerin önderlik etmesi, daha sonraki çarpıtmaların da kaynağını oluşturur ve bu olay tarihe, sanki dinsel bir başkaldırıymış gibi geçer.Reha Çamuroğlu Tarih, Heterodoksi ve Babaîlerde ayaklanmanın olay yönü üzerinde durmaktan çok, heterodoks İslamın iktidar karşıtı özü ile bu zihniyetin ayaklanmaya dönüştüğü toplumsal-tarihsel koşulları çözümlemeyi tercih eder. Tarihe bakışını bu teori-pratik ilişkisi içinde temellendiren yazar, doğal olarak, kendisinden önce yapılmış çalışmaları da değerlendirir. Zengin içerikli dipnotlarda da sürdürülen bu değerlendirme, kaçınılmaz olarak bir hesaplaşmaya dönüşür.Yazara göre, her şeyden önce, Türklerin Anadoluya giriş tarihi, yazılageldiği gibi 1071 değildir. Orta Asyada göçebe olarak yaşayan Şamanist Türkler, yayıldıkları geniş coğrafya nedeniyle Budizm, Taoizm, Hıristiyanlık ve Maniheizm gibi hemen hemen bütün dinlerle içlidışlıdırlar; İslamla da, heterodoks karakterli tasavvufî akımlar sayesinde tanışır ve Müslüman olurlar. İslam tarihi içinde tasavvuf, ortaya çıktığı tarihsel-toplumsal koşullar nedeniyle heterodokstur ve bu koşullar ile Türklerin toplumsal yaşam tarzı arasındaki en önemli olgu, iktidar karşısındaki duruştur.Reha Çamuroğlu, İslamın gündelik dile resmî İslam ve halk İslamı biçiminde yansıyan din ve devlet ilişkilerini iki tasavvuf kavramı çerçevesinde değerlendirir: vahdeti vücut (varlık birliği) ve vahdeti mevcut (varlığın birliği). Vahdeti vücutçu sufîlere göre, son aşamada, her varlığın dışında ve üzerinde onları yaratan bir Allah vardır. Bu yorum, ortodoks İslama karşı olsa da vahdeti vücutçu çizgide gelişen tasavvufî akımların resmî İslamla çatışmasını ortadan kaldırır; iktidara eklemlenmesini kolaylaştırır. Vahdeti mevcut düşüncesine göre ise Allah, varlıkların, doğanın, evrenin ve bütün var olanların birliğidir. Bu varoluşun başı ve sonu yoktur. Dolayısıyla da İslamın en temel inançlarından biri olan yaratmak ve yaratılmak yoktur. Hallacı Mansurun Enelhak (Ben Tanrıyım) sözünde ifade bulan vahdeti mevcut düşüncesini benimseyen herhangi biri, doğal olarak, kendisi dışında bir otoriteye boyun eğmez.Tarih, Heterodoksi ve Babaîlerde inanca ve ibadete ilişkin diğer noktalarda da ayrışan heterodoks halk İslamı, Selçuklu ve Osmanlı devletlerince benimsenen Sünnî mezhebinin belirlediği resmî İslamdan giderek uzaklaşır. Daha Türklerin Anadoluya gelmeden önce kurdukları devletlerde baş gösteren çatışma ve sosyal hareketlilik de işte bu nedenle tahakküm-özgürlük ekseninde kendini gösterir ve heterodoks Türkmenler Anadoluya Selçuklu Hükümdarı Alparslanın 1071deki savaşından çok önce girmeye başlarlar.Bizans hâkimiyetindeki Anadoluda heterodoks Türkmenlerin tutunabilmesinin en önemli sebebi, Anadolu Hıristiyanlığının da XI. yüzyıl başında heterodoks karakter taşımasıdır. Bu nedenledir ki, iki toplum arasında din değiştirmeden yapılan evliliklere kadar uzanan bir kaynaşma söz konusudur. Başka bir deyişle, Alparslan 1071de Romanos Diogenesi yendiğinde, Anadolu, heterodoks Türkmenlerce bir anlamda zaten fethedilmiştir. Heterodoks Türkmenler kurdukları tekkelerle İslamı Anadoluya yayma görevlerini sürdürmekle birlikte, Selçuklu Devletinin kuruluşundan itibaren kentlerden, dolayısıyla da iktidarın zorundan uzak noktalarda yaşamayı tercih ederler. Mezhep olarak Sünnîlikte karar kılan Selçuklu, devlet düzenini oturtmada elbette dinden ve tasavvufî tarikatlardan da faydalanır. O tarikata mensup zenginler ve hükûmetin güçlü kademelerinde bulunan yöneticiler, tekkelere tarlalar, hanlar, hamamlar, dükkânlar bağışlar. Tasavvuf ehlinin bir kısmı böylece iktidara eklemlenir. Reha Çamuroğlunun vahdeti vücutçu olarak niteleyip resmî İslamın içinde saydığı bu kesimle yolları iyice ayrışan vahdeti mevcutçu halk İslamı ise, kendisini bu düzene uydurma çabalarından uzak tutar. Allahın kulluğundan bile azat edilmiş olduklarını söyleyen bu dervişler için devlete kulluk etmek, katlanılamaz bir aşağılanmadır.Sonuçta, beylikten sultanlığa geçişte, Anadoludaki topraklarında düzeni sağlamaya çalışan Bizansla çıkarları örtüşen Selçuklu beylerinin baskısı giderek sistemli bir hal alır. Tabiî direnç de. Tarih, Heterodoksi ve Babaîlerde son derece ayrıntılı ve nesnel bilgilerle aktarılan ayrılık noktaları, Babaîler Ayaklanmasıyla tam bir kırılmaya dönüşür. Ayaklanma, binlerce kişinin canına mal olacak şekilde, kanla bastırılır. Ancak bu, Anadoludaki heterodoks İslam ile ortodoks İslam ilişkileri tarihinin sonu değil, başlangıç noktası olur. Selçuklu Devleti, bu süreçteki tutumuyla Anadoluda kendisini var eden en önemli dinamiğini, heterodoks Türkmenlerin desteğini kaybeder. Üç yıl sonra Moğollarla savaşa tutuşan Selçuklu Devleti için Kösedağ yenilgisi (1243) sonun başlangıcı olur. Tarih, Heterodoksi ve Babaîler, bir anlamda egemen mezhep anlayışıyla ötekine karşı en hafifinden hoşgörüsüz davranan devlet modelinin nelere yol açabileceğini göstermesi bakımından da önem taşır. Ancak tarih kendini tekrarlayacak, yazarın İsmail adlı romanınında göstermeye çalıştığı gibi, benzer bir süreç Osmanlıda da yaşanacaktır.

Resmî tarih, Türklerin Anadoluya girişini, Selçuklu Sultanı Alparslanın Bizans İmparatoru Diogenesi yendiği 1071 yılındaki Malazgirt Savaşıyla başlatır. Bu savaşı izleyen yıllarda kurulan Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılışını ise Anadoluda yaşayan heteredoks Türkmenlerin gerçekleştirdiği Babaîler Ayaklanmasına bağlar. Hatta, bazı tarihçiler, bu ayaklanmadan hareketle, daha da geriye gidip Türklerin Anadoluya gelmeden önce kurduğu bazı devletlerin yıkılışından da Türkmenleri sorumlu tutar. Ortodoks ve heteredoks İslam arasındaki bu sancılı ilişki, zaman zaman şiddete de dönüşerek günümüze dek sürer. Bilimsellik iddiasıyla yola çıksa da temelinde politik olan bu tezlerde temel sorun, egemen olanın ötekini anlamaktan uzuk durmasından kaynaklanır. Kendisine uğraş alanı olarak zihniyet tarihini seçen Reha Çamuroğlu, Tarih, Heterodoksi ve Babaîler adlı kitabıyla, çeşitli ideolojik kalıplar yüzünden zihni bulanmış okura, gerçekliği doğru alımlama kılavuzu sunar. Kitabın bir başka önemli özelliği ise, yazarın Doğan Kitapçılık tarafından yayımlanan diğer eserleri için de bir giriş niteliği taşımasıdır. Her bir kitabında Türk tarihinin en önemli sorunlarından birini oluşturan Alevî-Sünnî gerginliğini çözümlemeyi amaçlayan yazar, bu kitabında geliştirdiği tarih modeliyle sorunun temelindeki sosyo-politik, dinsel ve kültürel dinamiklerin temeline iner. Reha Çamuroğlu, yazının da icat edildiği bir kent devleti olması nedeniyle genel kabul gören Tarih Sümerden başlar önermesinden yola çık... tümünü göster


Değerlendirmeler

değerlendirme
Filtrelere göre değerlendirme bulunamadı

Baskı Bilgileri



ISBN
975-6719-48-6

Diğer baskılar


Benzer Kitaplar

Şu An Okuyanlar

Şu anda kimse okumuyor.

Okumuşlar

Okumuş kimse bulunamadı.

Okumak İsteyenler

Okumak isteyen bulunamadı.

Takas Verenler

Takas veren bulunamadı.
Puan : hepsi | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10
Değerlendirme Zamanı: en yeni | en eski