Cüce

Yapı Kredi Yayınları, yeni bir kitap dizisi sunuyor okurlara: İzdüşümler/ Düş İzleri. Adından da anlaşılabileceği gibi, iki ayaklı bir yapısı var bu dizinin: izdüşümler ayağında eleştirel-denemesel bir yaklaşım söz konusu - dünyaya bakıldığında neler görüldüğü üzerine çeşitlemeler (20. yüzyıl sineması ve totalitarizm, sanat tarihinde labirentler, mezartaşı fotoğrafları, İstanbulun sokak satıcıları vs) yer alıyor burada; düş izleri ayağındaysa kurgusal yaklaşım ağırlık kazanıyor -- Tomris Uyardan Faruk Ulaya, uzun öykünün ve kısa romanın sınırlarını zorlayan anlatılar burada toplanıyor. Dizinin belirleyici özelliklerinden biri Türkçenin yaşayan en önemli yazarlarından taze metinleri bir araya getirmekse, bir diğeri de yayıncılığımızda benzerine fazla rastlanmayan görsel yanı -- hem izdüşümler, hem de düş izleri zengin bir görsel dil barındırıyor; çoğu zaman o kitap için yapılmış özgün çalışmalar, yeni bir anlatı katmanı oluşturuyor. Cüce, bu dizinin ilk kitabı. Hikayenin anlatıcısı Zenime Hanım, gizemli yanları olan, hareketli bir yaşamın sonunda intihar eden, ancak bunu yapmadan önce kaleme aldığı anlatıyı Leyla Erbile teslim eden bir kadın. Kendisiyle söyleşi yapmaya gelecek gazeteciyi bekleyen yazar, bir yandan bu bekleyiş üzerine, yazmak, yazar olmak üzerine düşünmektedir, bir yandan Türkiye gündemindeki olayların bilincine yansımasını kaydetmektedir, bir yandan da gündelik olayların ışığında kendi benliğini kurcalamaktadır. Gazetecinin çıkagelmesiyle hikaye fantastik bir boyut kazanır, cinsellik dozu yüksek ve çarpıcı bir finalle de son bulur. Türkçenin yaşayan en önemli romancılarından olan Leyla Erbil Cücede, anlatıya özgü dil arayışının doruklarından birini seriyor okuyucusunun önüne. Mustafa Horasansa, yine bu anlatı için özel olarak yaptığı desenlerde, estetik değeri yüksek bir kontrapuan oluşturuyor.Resimleyen: Mustafa Horasan TADIMLIKYazarın Notundan Geçen yıl (2000), ara sıra kaldığımız yazlık köy evimizdeki komşularımdan biri; tek başına yaşayan bir kadın öldü. Benden beş-altı yaş büyüktü sanırım. Ara sıra evine çağırırdı beni, sohbet ederdik. Siyasetle, edebiyatla, sanatla, özellikle sinemayla çok ilgiliydi. En sevdiği yönetmen Lütfü Akaddı, onun için, Türkiyede sinemacı olmak talihsizliğine uğramış dehadır! derdi. Bir çoban köpeği beslerdi. Divan şiirini de çok iyi bilirdi. Sokmazdı evine yakınımızdaki tarlada rençberlik eden Hatice Abladan, oğlu Yıldırımdan bir de benden başka kimseyi. Pasaklı bir hanımdı oldukça; çok az eşyası vardı yine de eşya yığılı darmadağın bir ev sezerdim boşlukların altında, koltuğa otururken toz kaplardı havayı, yapış yapıştı çay fincanları, duvarların asıl renginin yerini alan akneli akıntılar değişik bir manzara resminin önünde oturduğum duygusunu uyandırırdı. Acaib bir duvar saati zamanı geldiğinde beyin zonklatan perdelerde çalardı. Yukarı kata çıkan iki merdivenden birinin daracık sarmal ve dar olduğunu artık onu iptal ettiğini söylemişti, berikinin kararmıştı limonlukları, basamakları yer yer erimiş, dimdikti. Koca kafalı ahşap trabzanları, anımsatırdı sarıklı mezar taşlarını.(...)Zenîmeydi adı. Zaman zaman kederli, derin yeislere kapılmış bulurdum onu, zaman zaman neşeyle taşmış kırıp geçirirdi gülmekten insanı. Güzelliği silinmemişti büsbütün. Lokma gözlü, uzun boylu, incecik, düzgün vücutluydu; kadınsı çizgileri yerindeydi halâ. Tuhaf kostümlerle dolaşırdı evin içinde. Her giydiğinin bir anısı vardı. Şunu babasıyla Fifth Avenuedan, şunu Lahoredan Alman sevgilisiyle, berikini Kinshasadan almış olurdu. Bir seferinde sabah kahvesine gitmiştim, Chanelin siyah tül ve ipek dantel karışımı yerlere kadar uzun dekolte bir gece giysisiyle karşıladı beni. Bir seferinde de gene siyah payetlerle işlenmiş muslinden bir Chanel kılıfıyla oturdu oklavayutmuş gibi; kafasında da Madame Matissein şapkasını andıran ufak siyah tekerlek şapkası! Gençliğinde bir Chanel tutkunu olduğunu da o gün kendisi söyledi. Babasının işi dolayısıyla (bu işin ne olduğu netlikle anlaşılamadı hiç) Gabrielle Chanel ve çevresiyle de tanışmış. Hayatı boyunca Cuir de Russie sürünmüş! Giderek Jean Cocteau, Darius Milhaud, Francis Poulencin de içinde olduğu Altılar Grubuyla sıkı fıkı arkadaşlık etmiş... Bu hesaba göre doksanlarında falan olmalıydı ama doğrusu göstermiyordu hiç. Chanel giysileriyle olduğunda araya her zamankinden değişik tırtıklı bir uzaklık koyar biraz yukardan bakardı bana. Ancak dolaşırdı çoğunlukla özensiz bir pantolon ve kazakla.Bana söylediğine göre, Kabilde doğmuş, ilk okula kadar oralarda yaşamışlar sonra ülkeye dönmüşlerdi, Niğdede bitirmiş ilk okulu, ardından babasıyla hemen hemen tüm dünyayı dolaşmıştı; annesinden pek söz etmezdi. Bir de ağabeyi varmış erken yaşta yitirdiği. Babasının, Babai şeyhi olduğunu bir gün ağzından kaçırmış gibi yapmıştı. Aslında Diplomat sayılırdı, dedi babası için. Nerede gömülüdür babanız? diye sorduğumda, dedi İstanbulda, Sahra-yı Ceditte! Kafamı kurcalayan bir çok şey vardı anlattıklarında ama değildi dönüp soru sorulacak birisi. Ne anlattıysa o kadar kendisi.Bir kez evlenip ayrılmış. O kocadan, yıllardır yüzünü görmediği, yaşayıp yaşamadığını bile bilmediği bir oğlu olmuş. Ama ne özlemini çekerdi ne de sözünü ederdi! (Zaten sık sık, anılardan nefret ettiğini, anı yazmak kadar ucuz bir şey olamayacağını, gerçekse yazılanlar geçmişini satmak anlamına geldiğini, gerçek değilse ki mutlaka yalanlarla doluydu anılarımız, insanlığa yararı olmayan özlem ve özentilerden, böbürlenmelerden başka bir şey değildi.) Şimdilerde ellilerinde olmalıydı oğlu diye geçirdim o anlatırken, ne güzeldi elli yaşında bir oğlu olması bu kadının oysaki! Hayatının herkese kapadığı bir noktası bir gizi, gerçek bir acısı olmalıydı bence, ama yine de dolu dolu yaşamış, dünyanın her bir yerinde sevgilileri olmuş; gözü arkada kalmamış, güçlü bir kadına benziyordu. (...)Kendisi Ateistti. Öyle demişti bana, gerçi yatağının baş ucunda duvarda bir cüz asılıymış, indirdi gösterdi bir gün; (babasının işi dolayısıyla Orta Doğuda dolaşırken çok ucuza düşürmüşmüş.) bir Kuran-ı Kerim, adını unuttuğum ünlü bir Arap hattatın eseriymiş. Ramazanlarda da oruç tutardı Zenîme Hanım. Sağlığa iyidir, sen de tut, derdi. Vaktiyle Ümraniye Musiki Mektebi Hümayununda Nazariyye-yi Musikiyye dersleri de aldığını anlatmıştı bana; bir akşamüstü, buzlu cin eşliğinde sohbet etmiş kafayı bulunca şarkılar söylemiştik; o yaşta bile billur gibi şıkırdıyordu sesi. Söylediğine göre, Dame de Sionu burada bitirdikten sonra, bir ara bazı sol gruplara yataklık ettiği iddiasıyla ceza evinde yatmıştı; uzun süre tecritte hücrede bırakmışlar, koltuk altlarına kızgın yumurtalar oturtarak ağzından laf almak istemişlerdi ama konuşturamamışlardı Zenîme Hanımı. Hayatının belki kendisini bile şaşırtan en kutsal anısı o olmalıydı. Her karşılaşmamızda yinelerdi bu hikâyeyi. İşkence daha insaniydi benim zamanımda, derdi, modern teknoloji henüz gelmemişti Türkiyeye çok acıyorum şimdikilere!.. Zenîme Hanım, bir ara babası Lâmih Beyle Amerikaya gitmiş ya da kaçmıştı; orada ve Avrupada müritleri olduğunu söylerdi babasının. Orada, Bostonda Üniversitede Aristatâlîsde Hayvan İnsan Sevgisi konusunda doktora yapmış ve aynı üniversitede profesör olarak, İslâmda Yalansızlığın Ürettiği Estetik Merhametin Dünya Hümanizmine Katkıları üzerine ders vermişti. Yurda dönene kadar bu kürsüde çalışmıştı; üç nesil Amerikalı eğittiğini söylerken, sağ kaşı onurlu titreşimlerle sıçrardı; esmer bir kadındı biraz da kalın kıllı. Cam göbeği gözleri kimbilir bu benizde ne arardı... Kissingerin de gizli öğrencilerinden biri olduğunu söylerdi; evde rastladığım tek fotoğraf da onundu zaten; çay sehpasının camından karıncaların elverdiği ölçüde yan dönmüş sırıtır dururdu bu casus. Neden gizli olduğunu bir türlü soramamıştım kendisine. Yukarıda değindiğim gibi kimi konularda durduruverirdi insanı bazı jestlerle: (o anda ben bir şey sormadığım halde, ağzının önünde sevmediği bir şey uçuyormuş gibi elinin tersiyle kovalayıverdi.) Snop sayılmazdı ama sizin kuşkularınızı doyurmaya da hiç yanaşmazdı. Emekli olduktan sonra Türkiyeye, bizim köydeki babasından kalmış olan hımış eve yerleşmişti.(...)Son görüşmemizin hemen ardından, 2000 yılının 12 Ekiminde uyku haplarıyla intihar ettiğini çok geç haber aldım. Biz çoktan dönmüştük yazlıktan. İçimden, bu cadı gelecek yaza daha çok kağıt toplatır bana yerlerden diyordum; sağlığı iyiydi, dimdik bir kadındı, parası pulu vardı, yerindeydi aklı; intihar edişini halâ anlamış değilim ben. Toprağına yıldızlar, ateş böcekleri, güneşler yağsın.Zenîmeydi adı.Leylâ Erbil

Yapı Kredi Yayınları, yeni bir kitap dizisi sunuyor okurlara: İzdüşümler/ Düş İzleri. Adından da anlaşılabileceği gibi, iki ayaklı bir yapısı var bu dizinin: izdüşümler ayağında eleştirel-denemesel bir yaklaşım söz konusu - dünyaya bakıldığında neler görüldüğü üzerine çeşitlemeler (20. yüzyıl sineması ve totalitarizm, sanat tarihinde labirentler, mezartaşı fotoğrafları, İstanbulun sokak satıcıları vs) yer alıyor burada; düş izleri ayağındaysa kurgusal yaklaşım ağırlık kazanıyor -- Tomris Uyardan Faruk Ulaya, uzun öykünün ve kısa romanın sınırlarını zorlayan anlatılar burada toplanıyor. Dizinin belirleyici özelliklerinden biri Türkçenin yaşayan en önemli yazarlarından taze metinleri bir araya getirmekse, bir diğeri de yayıncılığımızda benzerine fazla rastlanmayan görsel yanı -- hem izdüşümler, hem de düş izleri zengin bir görsel dil barındırıyor; çoğu zaman o kitap için yapılmış özgün çalışmalar, yeni bir anlatı katmanı oluşturuyor. Cüce, bu dizinin ilk kitabı. Hikayenin anlatıcısı Zenime Hanım, gizemli yanları olan, hareketli bir yaşamın sonunda intihar eden, ancak bunu yapmadan önce kaleme aldığı anlatıyı Leyla Erbile teslim eden bir kadın. Kendisiyle söyleşi yapmaya gelecek gazeteciyi bekleyen yazar, bir yandan bu bekleyiş üzerine, yazmak, yazar olmak üzerine düşünmektedir, bir yandan Türkiye gündemindeki olayların bilincine yansımasını kaydetmektedir, bir yandan da gündelik olayların ışığında kendi benliğini kurcalamaktadır. Gazetecinin çıkagelmesiyle hikaye fantastik bir ... tümünü göster


Değerlendirmeler

değerlendirme
6 puan

Yazarımız birbirinden bağımsız bir şekilde yazdığı yazıları bir araya getireyim, hafiften de birbirine bağlayayım demiş; ama olmamış bence. Çok iyi anlatım, sönük konu. Sıkıldım ve hiçbir anlam çıkartamadım açıkçası.


Baskı Bilgileri



ISBN
9750800028

Diğer baskılar


Etiketler: öykü

Benzer Kitaplar

Şu An Okuyanlar

Şu anda kimse okumuyor.

Okumuşlar

Okumuş kimse bulunamadı.

Okumak İsteyenler

dilaracalisgan
1 kişi

Takas Verenler

Takas veren bulunamadı.
Puan : hepsi | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10
Değerlendirme Zamanı: en yeni | en eski