Bilme, bünyemizde ne tür bir değişiklik talep eder? Herhangi bir şey hakkında tam ve doğru bir bilgiye sahip olabilmek için neleri geride bırakmamız, neyi kendimizden uzaklaştırmamız gerekir? Böyle bir geride bırakma gerçekleşmediği takdirde bilgi hangi illetlerle maluldür? Belki de bu soruların açtığı aralıktan "Bugün artık modern bilimden insanlığın hayrına bir şey bekleyemeyiz" yargısının aşırı bir yargı olmadığı görülecek, modern bilimin bilme tarzında neyin eksik ya da neyin fazla olduğu üzerine kafa yorulmaya başlanacaktır.
Bir zamanlar azametle ayakta duran Roma harabeye dönmüştü. Şehrin dört bir yanı acı ve utanç tablolarıyla kaynıyor, halk zalim Borgia ailesinin boyunduruğu altında yaşıyordu. Sadece bir kişi insanları Borgia zulmünden kurtarabilirdi - Assasin Üstadı, Ezio Auditore.- Ezio'nun serüveni onu sınırlarını zorlayana dek sınayacaktı. Babası Papa'dan daha alçak ve daha tehlikeli olan Cesare Borgia, İtalya'yı fethedene kadar rahat etmeyecekti. İhanet dolu bu gibi zamanlarda komplo her yerde kol gezecekti; Yoldaşlık üyeleri arasında bile…
Doğan güneş herkese yeni umut, yeni gelecek sunuyordu. Cem de kendisinin böyle bir güne uyandığını düşünüp seviniyordu. Kaderinin, on yedi asır önce İznik konsilleriyle kesişeceğinden habersizdi. Hazreti İsa'nın Tanrı'nın oğlu olarak kabul edildiği konsilin yapıldığı Senatüs Sarayı'nın dehlizlerinde başlayan insan avı bugün Ayasofya'nın dehlizlerinde devam edecekti. Cem kendisi için yeni bir gelecek planlarken insanlık âleminin en görkemli güneşinin doğuşuna yardımcı olabilecek miydi? "Unutmayın! Her karanlığın sonu aydınlıktır. O öyle bir aydınlıktır ki yeryüzündeki bütün noktaları aydınlatmaya yetecektir. Son söz Tanrı katında ve yeryüzünde söylenmiştir."
Padişahın haremine dahil kadınlar, çok sıkı bir disiplin altında yaşarlardı. Dairelerinde böyle kapalı yaşadıkları gibi, gezinti ve göçlerde de bu hususlara çok dikkat ederlerdi. Babüssaâde'den ayrılınca da perdeleme ve maskeleme siyasetine ehemmiyet verilirdi. Binecekleri araba ve kayıklar, kat kat örtülerle, kafeslerle donatılır, içeridekileri göstermeyecek şekilde yapılırdı. Kadınların vardıkları yerde de haremağaları tarafından çok sıkı tedbirler alınır, yabancılar tarafından görülmemeleri sağlanırdı.
"Bir tarafım belki hep çocuk kaldı. Ama bir yandan da, erkenden olgunlaştım. Çünkü genç yaşta acı ve korkuyla tanıştım…" dedi Audrey "Nasıl yaşanacağını, kenarda durup izlemeden dünyanın nasıl hem içinde hem dışında olunacağını öğrendim. Bir daha asla ama asla hayattan kaçmayacağım. Aşktan da..." dedi Audrey
İnsanlık tüm zamanların en çarpıcı sıçraması, en derin toplumsal alt üst oluşu ve en ilginç yeniden yapılanmasıyla karşı karşıyadır. İslâm'ın yeryüzünde düşmanı yoktur, tanımayanı vardır. Düşman gibi davrananlar, İslâm'ın değil, müslümanların düşmanıdır. Bunun sebebi de yine Müslümanlardır. Zira inançlarını iyi temsil edemediler. Bunun için de öncelikli sorun müslüman olmayanların müslüman olması değil, müslümanların Müslümanlaşmasıdır.
20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından Viktor Frankl, otuzun üzerinde yabancı dile çevrilen ve bütün dünyada 12 milyondan fazla satan İnsanın Anlam Arayışı'nda, kurucusu olduğu logoterapinin ilkelerini, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampındaki deneyimleri eşliğinde anlatmaktadır. Okurlar, Frankl'ın tasvir ettiği toplama kampının, dünyayı daha büyük bir hapishane olarak kavramamızı sağlayacak parlak bir metafora dönüştüğünü fark edecektir. Gasset, Heidegger ve Sartre'dan aşina olduğumuz düşünceler ışığında, varoluşun çetin koşullarında "anlam"ı keşfetmemize yardım edecek süreci anlatan Frankl, "İnsanı insan yapan nedir?" sorusuna da yanıt vermeye çalışıyor...