Librarian, 111 adet değerlendirme yapmış.  (3/16)
Çi
Fi
Fi

9

10 puanı daima klasiklerin hak ettiği inancım olmasa kesinlikle Fi'ye de bu puanı verirdim.İnanılmazdı!..(Bu noktada o denli duraksadım ki.Halbuki yazacağım yorumu an be an planlamıştım.)Bu bir aşk romanı değil. Bu bir kişisel gelişim romanı da değil. Belki bir macera romanı diyebilirim okuyanı kendi içinde ve yaşadığı çevrede, canını acıtacak olsa bile, sorgulamaya iten bir içsel macera.Temelde 7 ana karakter üzerinden giden, ama diğer karakterlerin dahil oluşunun da en az ana karakterler kadar derinlemesine işlendiği ve irdelendiği bir roman. Psikolojinin romanın muhteşem kurgusunda dantel dantel örülüşü dahiyaneydi. Üç kitaplık bir seride yazarın zekasını aynı incelikle sergilemeyi başarması halinde kendisini ayakta alkışlayacağıma eminim. (Çi'ye bugün başlayacağım için ileriye dönük bir beklenti dile getirdim.)Hayatımda bir ktiabıma kıyarak ilk defa satırların altını kurşun kalemle çizme isteğimi gemleyemedim. Çünkü o denli düşündürücü, can alıcı tespit ve iddia vardı ki bir kenara not etmeyle başa çıkamayacağımı romanın daha ilk bölümünden anladım.Romanın içeriğine değinmem gerekli biliyorum ama yazarın birikimini, dünya görüşünü, kaleminin ustalığını aynı seçkinlik ve başarıda yansıtamayacağım kaygısıyla ne karakterlerinden ne de olaylardan bahsetmeye cesaret edemiyorum.Altını sadece kendim için çizdiğim bölümler dışında paylaşmak istediğim o kadar çok satır, paragraf var ki sık sık karşınıza Fi'den alıntılarla çıkarak bu değerlendirmemde ne demek istediğimi ancak böyle anlatabileceğim gibi hissediyorum.Sadece romanın bir bölümünde geçen bir gösteriden bahsetmezsem zaten romanın bende yarattığı etkiyi yeterince dile getirememişlik duygum iyice tavan yapacak. Konservatuar öğrencilerinin yıl sonu için hazırladıkları gösterinin anlatımının olduğu bölüm...Bir hayal bu denli nasıl canlı tasvir edilebilir bilmiyorum. Gözlerimi kapatmaya ihtiyaç duymadım orada o gösteriyi izleyenler arasında olmak için. Su gibi akan, akarken içmeye doyamayacağınız, doyamadıkça bitmesinden çekineceğiniz bir roman bence.Okudukça yaşama şeklinizi, ilişkilerinizin derinliğini, zamanı kullanış tarzınızı...kısaca var olma lütfunuzu değerlendirme biçiminizi sık sık sorgulayacağınız bir roman. Yazarın iddia ettiği gibi cesaretiniz varsa okuyun!

Baharı Beklerken (Claybornes' Brides, #5)
Dublin Caddesi (On Dublin Street, #1)
Sen de Yanarsın (Buchanan, #5)
Sen de Yanarsın (Buchanan, #5)

3

Kargo ücretini aşmak adına kısıtlı bir zaman diliminde seçmek durumunda kaldığım ama buna rağmen hakkında araştırma yapıp hep olumlu dönütlerin olduğunu görerek gönül rahatlığı ile aldığım bir kitap "sen de yanarsın". Ama ne yazık ki sonunda hüsrana uğradığım bir roman. Çevirideki başarısızlık mı diye düşündürten oldukça fazla bölümü olsa da işin özündeki sorun romanın iki arada bir derede yazılmışlık hissi vermesiydi bence. Kısaca romanın içeriğine değinip eleştirilerime bunun ardından devam etmek en iyisi sanki. Kahramanımız Kate, babalarını küçükken kaybetmiş ve üniversite yıllarında da annelerini yitirmiş üç kız kardeşten ortancası. Annelerini kaybetmenin ardından bir araya toplanan kardeşler büyük bir borç batağı ile karşı karşıya kaldıklarını öğrenirler. Bir yandan bu konu ile ilgili çözüm yolları ararlarken Kate peş peşe muammalı bombalama olaylarının ortasında kalır. Sanki tüm bunlar yetmezmiş gibi en yakın arkadaşı kanser şüphesi ile operasyona girmek durumunda kalınca Kate'i yanında ister. Arkadaşına destek olmak için gittiği Boston'da arkadaşının yıllardır tanıdığı abisi Dylan ile bir gecelik olduğunu düşündüğü bir ilişkinin içine girer. Olaylar, yıllar önce kardeşlerin babalarını evlatlıktan reddeden ailesinden gelen bir vasiyet çağrısı ile iyice karmaşıklaşır....Böyle anlatınca oldukça keyifli bir hikaye örgüsü ile karşı karşıya olduğumuzu görebilirsiniz. Sorun, yazarın konuyu işleme biçimindeydi. Akış içinde o denli fazla anda kopukluk hissi yaşadım ki güzelim hikayenin böyle katledilmiş olmasına sinirlenmekten kendimi alamadım. Bu bir aşk romanıydı ve inanmayacaksınız ama ne kadın kahramanımız ne de erkek kahramanımız doğru dürüst tarif edilmemişti bile. İkisinin bir geçmişleri olduğunu ve aslında birbirlerine karşı bir şeyler hissetmeye başlamalarının da bu maziye dayandığını paldır küldür yatağa girmelerinin çok sonralarında ve alakasız bir anda öğrenmek anlamsızdı....Böyle bir roman için ne çok enerji harcamış olduğuma inanamıyorum. Sanırım kızgınlığım hala geçmediğinden olsa gerek. Kısacası ne paranızı ne de zamanınızı ayırmaya değmeyecek bir roman. Olur da boşluğa düştüğünüz bir anda bir kenarda bulur iseniz, tamam, alın okuyun. Ama "Sen de yanarsın" listelerinizde kesinlikle yer almaya değmeyecek bir roman.

Sahilde Kafka
Sahilde Kafka

6

Kitabı bitirdiğim tarihten bu yana yazacağım yorumu düşünüyorum.Diyeceksiniz ki nasıl yani?En iyisi tahlilini kesinleştirmiş olduğum noktalardan başlayayım anlatmaya.Öncelikle Haruki Murakami'nin yazı tarzına bayıldığımı belirtmek isterim.Alışık olduğumuz Amerikan ya da Avrupa ülkelerinden bambaşka bir yerde geçen hikayede Japonya'nın kentlerine bir çırpıda sizi alıp götürmeyi başardığı gibi, kültürüne de hiç yabancılık çektirmemişti. Başta birbirinden bağımsız gibi görünen hikayelerin kesişme anına kadar hiçbir şekilde bunalmadığınız gibi o anı iple de çektirmeyi başarmıştı.Karakterlerin hepsi kendi içinde ilginç simalardı. Olay ise... İşte sanırım mevzu da olay da... İlgisini çeken herkesin okuduğu gibi 15 yaşındaki oğlumuz Kafka Tamura, planlı programlı bir şekilde yıllar boyunca kendisini bu yaş döneminde evden kaçmaya ayarlamış ve o gün gelince de saniye kaybetmeden aklındaki kaçışı hayata geçirmiş, yaşına göre bilgi ve bedensel olarak gelişmiş bir genç. Yollara düşer ve Kafka'nın macerası başlar.Diğer yandan ise savaş döneminde bir dağ köyündeki okul gezisi sırasında tüm öğrencilerin bir anda bayılmasıyla başlayan olayların araştırma süreci işlenir. Kitabı sınıflamam gerekse hangi kategoriye koyacağım konusunda kesinlikle bir fikre sahip değilim. Macera mı, fantastik mi, bilim kurgu mu, romantik mi, drama mı?? Sanki hepsinden azar azar vardı gibi. Yazarın kahramanları kanalı ile dillendirdiği entellektüellik düzeyi beni romanda en çok etkileyen yandı. Ama onun dışında birbirine geçen olaylar ve geri planında işlenen doğa üstü kurgu (en doğru tabir bu gibi geldi) bende yarım kalmışlık tadı bıraktı. Sanki okuyucunun anlaması beklenerek ucu açık bırakılmış noktalar eksiklik hissi yaratmıştı. Ve üzerinde kaç gündür düşünmeme rağmen aklımda hala soru işaretli bölümler (spoiler vermemek adına şimdi açıklayamayacağım) var. Geriye dönüp baktığım zaman bu romanla ilgili içimde sadece hüzün hissediyorum. Bir de yazarın kaleminin, tüm olumsuz eleştirilerime rağmen, çok kuvvetli olduğu ve ne yazarsa yazsın akıcı üslubunu koruyabileceği düşüncesi.

İki Renk Aşk
İki Renk Aşk

8

FM Arsal'ın bütün romanları için en genel değerlendirmem; harika çıkış noktaları yakalamasıdır. İki renk aşk da böyle bir romandı. Bu romanda diğer romanlarında görüp de dikkat kesildiğim bir noksanlığın yer almaması ayrı bir sevinç oldu. İki olmaz denen kişinin birlikteliğine uzanan süreçteki zorlamalar, tekrarlar ya da mantıksızlıklar bu romanda yoktu ve süreç çok akılcı bir şekilde işlenmişti. Hoşuma gitti. Kahramanlarımız Aysun ve Vural. Tesadüf eseri karşılaşıp tesadüf eseri yollarının kesiştiği iki insan. Vural geçmişinde yaşadığı bir kaza nedeni ile yüzünde ve vücudunda yanık izleri taşıyan, ayağı aksayan ama hayat ve kendisi ile barışık, pozitif bir erkek. Aysun ise variyetli bir ailenin yurt dışında eğitimini tamamlayarak evine dönen biraz bildiğini okuyan kızı.Bu iki insan Aysun'un babasının Vural ile şirket birleşmesi görüşmeleri nedeni ile bir araya geliyor ve olaylar da başlıyor. FM Arsal'ın oturmuş bir stili olduğunu tüm okurlarının kabul edeceğine eminim. Hemen hemen her romanında yakalayacağınız tat birbirine yakındır ve garantilidir. Ayrıntıcıdır. Mekan, olay, akış konusunda aklınızda asla soru işareti bırakmaz, en ince noktasına kadar anlatır. Olabildiğince Türk yapısını yansıtan bir yazım stili olsa da sıra ilişkilerin gidişatına gelince marjinallikten asla kaçınmaz. Ayrıca takıntıları da vardır: radyoda Türkçe müzik, alkol almayan erkek karakter, tek şekerli çay, ölçülü baş örtüsü örten aile büyüğü bayanlar... Bu romanında açıkçası biraz daha devrin nabzını tutmaya çalışma kaygısı hissettiren tasvirlere de denk gelmiş olmak beni üzmedi dersem yalan olur. Neyse... Sonuç olarak ben bir romanı dışında tüm yayınlanan romanlarını okudum. Ve bana göre "yalnız gözlerin için" den sonra en güzel romanı "iki renk aşk" olmuş. Karar tabi ki yine de size kalmış.