Librarian, 111 adet değerlendirme yapmış.  (2/16)
Hiçliğin Kıyısında (The Edge of Never #1)
Hiçliğin Kıyısında (The Edge of Never #1)

7

Çooook keyifli bir aşk romanıydı.7 puan verirken içimin yağları erimedi dersem yalan olur. Ama romanı bu denli keyifli kılan yan ultra keyifli (en azından benim açımdan) bir grup aşk romanının kırması olmasıydı ve özgünlük yoksunluğu da aldığım okuma keyfine rağmen puan kaybetmesine neden oldu. Önce romandan biraz bahsedelim: 20 yaşındaki kızımız Camryn özel ve ailevi hayatında yaşanan tatsız ve üzücü bir takım olayların ardından hayattan keyif almayı bırakmış, hedefsiz bir gençtir. Yaşadığı şehirde son dakikada yakın arkadaşıyla arasında geçen olayların ardından orada daha fazla tutunamayacağına karar verir ve hedefsiz bir şekilde kendisini yollarda bulur. Seyahat güzergahındaki bir aktarmada otobüsüne binen ve arka koltuğuna oturan Andrew adlı genç adam, hayata dair bütün bakış açısını değiştireceği gibi ruhunun kabuklarını da kat kat kırmasına sebep olur. Evet, gelelim tanıdıklık hissi yarattığı romanlara: Tatlı bela-ayaklı bela, kusursuz kimya, aynı yıldızın altında parçacıkları ile azıcık grinin elli tonu ve gabriel serisi tadı bile vardı romanda. kötü bir birleşim miydi? Eğer yukarıda saydıklarımı okumamış olsaydım kesinlikle hayır. Orjinal mükemmel olmasa bile her daim kopyalarının tadından daha kalıcı bir iz bırakır geriye diye düşünenlerdenim. Bu romanda da bu vardı. Ama tam yaz dönemi romanıydı ve yine de okumak isteyenlere tavsiye etmeden geçemeyeceğim:)

Beyaz Helsinki (Dedektif Kari Vaara, #3)
Gördüğüne Asla İnanma
Gördüğüne Asla İnanma

7

Evet bir polisiye-macera romanı daha bitti ve raftaki yerini aldı.Mario Mazzanti'nin Şah Mat'ını da okumuştum. Her iki romanda da benim adıma ortak olan sıkıntı romanların bağlanış şekliydi. Bir şekilde yazarın roman sürecinde yarattığı heyecan anlamsız bir sonla insanı hüsrana uğratıyor. Bu romanda ek olarak en çok süreksizlik beni itti. Buna neden olan şey ise olaya dahil isimler hakkında verisizlikti. Sadece birkaç karakter hakkında yapılan betimlemeler ile gözünüzün önünde silik de olsa bir şeyler canlanırken şüpheli grubunda olup da adı sık sık geçen isimler sanki birer hayaletmiş gibi bir yaklaşım sergilenmişti. Ve bu da yaratılmaya çalışılan gizemi katlettiği gibi okuyucunun romanın içine dahil olamamasına sebep olmuştu. Güzel bir kurguydu aslında. Kovalamaca faslı fena değildi. Ama son...Aynı şah mat'ta olduğu gibi yine "nasıl yani?" diyerek kitabı kapattım ne yazık ki...Daha iyi yazılmış pek çok polisiye macera romanı bulabilirsiniz diyerek yorumumu noktalıyorum.

Mürekkep İzi (Cerrah Hugh De Singleton Günlükleri, #3)
Mürekkep İzi (Cerrah Hugh De Singleton Günlükleri, #3)

9

Huzursuz kemikler "Cerrah Hugh de Singleton" günlüklerinin ilki. Ortaçağ döneminde eğitimini cerrahlık düzeyinde tutan bir gencin (Hugh de Singleton) tesadüfler eseri Oxford yakınlarındaki Bampton Kalesi'ne mübaşir olarak atanmasının ardı sıra yaşanan gizemli cinayetlerde/olaylarda değme dedektiflere taş çıkaran incelikteki araştırmalarının anlatıldığı bir seri. Kısaca böyle özetledim ama yazacak çok şeyim var aslında. Öncelikle romanların geçtiği dönem o denli incelikli bir araştırmanın ardından yazılmış ki satıları okurken otomatikman o zamanlara ışınlanıyorsunuz. Tabi ki bu durumu yaratan tek başına araştırma değil araştırmanın çok becerikli bir kalemle dile getirilişinden kaynaklanıyor. Açıkçası tamamen polisiye kitaplar okuma dönemimde olmam nedeni ile aldığım bir seriydi. Ama bulduğum bundan çook daha fazlası oldu. Hristiyanlık üzerinden olsa da kahraman kanalı ile inancın bu denli naif, saf, temiz ve dürüst bir şekilde düşünülmesi ve yaşanması en başta beni etkileyen kısımdı. Üstat Hugh hayatının her anında kendini dürüstlük, samimiyet ve iman konusunda sorgulamayı borç bilmiş bir karakter. Aklı ile bu boyutta bir inancı öyle harika dengeleyip yaşamına aktarıyor ki insan etkilenmeden edemiyor. Şahsen üç günlüğün ardından hayata bu anlamda bakışım etkilenmedi dersem yalan olur. İmkansızlıklar içinde cinayetleri çözme şekli de ustaca kaleme alınmıştı. Günümüz emniyetinin sahip olduğu teknolojinin zerresinin söz konusu dahi edilemeyeceği bir dönemde cinayetleri/olayları adım adım çözüşü insanı kitaba öyle bir bağlıyor ki ayrıntıcı mekan tasvirleri ya da öğünlerde çıkan yemeklere ilişkin detaylar gözünüze gözükmüyor. Ve Üstat Hugh'un hayatın çeşitli noktalarına dair yaptığı tespitleri atasözü vari bir şekilde yer geldikçe dile getirişi kitaplardan aldığım keyfin diğer bir yakasını oluşturuyordu. Okumanızı tavsiye ediyorum. Şaşırtıcı bir şekilde değişik ve başarılı bir seriydi. Umarım 4.günlük de en kısa zamanda raflardaki yerini alır.

Huzursuz Kemikler (Cerrah Hugh De Singleton Günlükleri, #1)
Huzursuz Kemikler (Cerrah Hugh De Singleton Günlükleri, #1)

9

Huzursuz kemikler "Cerrah Hugh de Singleton" günlüklerinin ilki. Ortaçağ döneminde eğitimini cerrahlık düzeyinde tutan bir gencin (Hugh de Singleton) tesadüfler eseri Oxford yakınlarındaki Bampton Kalesi'ne mübaşir olarak atanmasının ardı sıra yaşanan gizemli cinayetlerde/olaylarda değme dedektiflere taş çıkaran incelikteki araştırmalarının anlatıldığı bir seri. Kısaca böyle özetledim ama yazacak çok şeyim var aslında. Öncelikle romanların geçtiği dönem o denli incelikli bir araştırmanın ardından yazılmış ki satıları okurken otomatikman o zamanlara ışınlanıyorsunuz. Tabi ki bu durumu yaratan tek başına araştırma değil araştırmanın çok becerikli bir kalemle dile getirilişinden kaynaklanıyor. Açıkçası tamamen polisiye kitaplar okuma dönemimde olmam nedeni ile aldığım bir seriydi. Ama bulduğum bundan çook daha fazlası oldu. Hristiyanlık üzerinden olsa da kahraman kanalı ile inancın bu denli naif, saf, temiz ve dürüst bir şekilde düşünülmesi ve yaşanması en başta beni etkileyen kısımdı. Üstat Hugh hayatının her anında kendini dürüstlük, samimiyet ve iman konusunda sorgulamayı borç bilmiş bir karakter. Aklı ile bu boyutta bir inancı öyle harika dengeleyip yaşamına aktarıyor ki insan etkilenmeden edemiyor. Şahsen üç günlüğün ardından hayata bu anlamda bakışım etkilenmedi dersem yalan olur. İmkansızlıklar içinde cinayetleri çözme şekli de ustaca kaleme alınmıştı. Günümüz emniyetinin sahip olduğu teknolojinin zerresinin söz konusu dahi edilemeyeceği bir dönemde cinayetleri/olayları adım adım çözüşü insanı kitaba öyle bir bağlıyor ki ayrıntıcı mekan tasvirleri ya da öğünlerde çıkan yemeklere ilişkin detaylar gözünüze gözükmüyor. Ve Üstat Hugh'un hayatın çeşitli noktalarına dair yaptığı tespitleri atasözü vari bir şekilde yer geldikçe dile getirişi kitaplardan aldığım keyfin diğer bir yakasını oluşturuyordu. Okumanızı tavsiye ediyorum. Şaşırtıcı bir şekilde değişik ve başarılı bir seriydi. Umarım 4.günlük de en kısa zamanda raflardaki yerini alır.

Cesedin Şifresi (Cerrah Hugh De Singleton Günlükleri, #2)
Cesedin Şifresi (Cerrah Hugh De Singleton Günlükleri, #2)

9

Huzursuz kemikler "Cerrah Hugh de Singleton" günlüklerinin ilki. Ortaçağ döneminde eğitimini cerrahlık düzeyinde tutan bir gencin (Hugh de Singleton) tesadüfler eseri Oxford yakınlarındaki Bampton Kalesi'ne mübaşir olarak atanmasının ardı sıra yaşanan gizemli cinayetlerde/olaylarda değme dedektiflere taş çıkaran incelikteki araştırmalarının anlatıldığı bir seri. Kısaca böyle özetledim ama yazacak çok şeyim var aslında. Öncelikle romanların geçtiği dönem o denli incelikli bir araştırmanın ardından yazılmış ki satıları okurken otomatikman o zamanlara ışınlanıyorsunuz. Tabi ki bu durumu yaratan tek başına araştırma değil araştırmanın çok becerikli bir kalemle dile getirilişinden kaynaklanıyor. Açıkçası tamamen polisiye kitaplar okuma dönemimde olmam nedeni ile aldığım bir seriydi. Ama bulduğum bundan çook daha fazlası oldu. Hristiyanlık üzerinden olsa da kahraman kanalı ile inancın bu denli naif, saf, temiz ve dürüst bir şekilde düşünülmesi ve yaşanması en başta beni etkileyen kısımdı. Üstat Hugh hayatının her anında kendini dürüstlük, samimiyet ve iman konusunda sorgulamayı borç bilmiş bir karakter. Aklı ile bu boyutta bir inancı öyle harika dengeleyip yaşamına aktarıyor ki insan etkilenmeden edemiyor. Şahsen üç günlüğün ardından hayata bu anlamda bakışım etkilenmedi dersem yalan olur. İmkansızlıklar içinde cinayetleri çözme şekli de ustaca kaleme alınmıştı. Günümüz emniyetinin sahip olduğu teknolojinin zerresinin söz konusu dahi edilemeyeceği bir dönemde cinayetleri/olayları adım adım çözüşü insanı kitaba öyle bir bağlıyor ki ayrıntıcı mekan tasvirleri ya da öğünlerde çıkan yemeklere ilişkin detaylar gözünüze gözükmüyor. Ve Üstat Hugh'un hayatın çeşitli noktalarına dair yaptığı tespitleri atasözü vari bir şekilde yer geldikçe dile getirişi kitaplardan aldığım keyfin diğer bir yakasını oluşturuyordu. Okumanızı tavsiye ediyorum. Şaşırtıcı bir şekilde değişik ve başarılı bir seriydi. Umarım 4.günlük de en kısa zamanda raflardaki yerini alır.

5. Kurban  (Maeve Kerrigan, #1)
5. Kurban (Maeve Kerrigan, #1)

5

Romanda yazı ve olaylar akışını beğendiğim için okumayı bırakmadım. Ama genel olarak baktığınızda oldukça vasat bir polisiye idi. Konu çoook sıradandı. Çok uzun olmayan bir zaman dilimine yayılmış şekilde aynı canilikle 4 kadın öldürülür. Cinayetlerin gerçekleşme şekli o denli izsizdir ki emniyet ekibi çaresiz biçimde olayları çözmekten oldukça uzaktadır. Ekibin üzerindeki gerilim gittikçe artarken 5.kurbanın ihbarı gelir ve böylece olaylar hareketlenir.Emniyetteki erkek hegamonyası içinde tutunmaya ve kendini ispat etmeye çalışan kadın dedektif Maeve'nin aynı zamanda özel yaşamını da gözden geçirmesine neden olan bir tempoyla olayların üzerine gidişi ile gizem perdeleri yavaş yavaş aralanır. Maeve'nin ağzından anlatılan hikayeye yazarın belki de kasıtlı bir şekilde başka isimlerin de gözünden anlatışlar eklemesi bence anlamsız olmuş. Sırf bu yüzden daha 5.kurbanın bulunmasının ardından benim tarafımdan katil tespit edilmişti ve bir polisiye romanda en haz etmediğim şey de ne yazık ki bu gizemsizliktir. Hele romanın sonu tam bir fiyaskoydu. Yazar biraz özel hayat biraz empati derken romanın sonunu resmen "amannnn bitiversin de yeter" tarzında kapatmıştı. Zaman kaybıydı kısacası.