Darkshadow, 73 adet değerlendirme yapmış.  (1/11)
« geri  
Gölgeler (Ashes Trilogy, #2)
Gölgeler (Ashes Trilogy, #2)

8

http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2013/01/kitap-yorumu-golgeler-ilsa-j-bick.html#more "Çaresiz kaldığında bir canavardan daha zalim olur muydun?" İşte Küller Üçlemesi'nin ikinci kitabı Gölgeler'de kafanızı kurcalayıp duracak soru tam olarak bu. Kitap çarpıcı. Küller'i okurken hissettiğim duyguların daha da güçlenmişini hissettim Gölgeler'i okurken. Yazarın yansıttığı vahşeti, en iğrenç kısımları bile çekinmeden yazmış olmasını seviyorum. Post-apokaliptik kitapları, özellikle de zombileri severim zaten. Her nasıl oluyorsa bu tür kitaplarda anlatılan dehşet beni derinden etkiliyor. Gölgeler ise hem kendi içindeki farklılıklarla hem de beklentilerimi karşılayarak tatmin etti beni. Aslında Küller'i okuyuşumun üzerinden bir seneden fazla zaman geçmişti. Geçen sene TÜYAP'tan almıştım; çok iyi hatırlıyorum. Gölgeler de yine bu yılın aynı döneminde geçti elime. Böyle uzun zaman dilimleri girince araya, insan ister istemez ilk kitabı unutuyor. Gölgeler'in başlarında biraz zorlandım bu yüzden. Sürekli karakterleri ve olayları hatırlamaya çalışıyordum. Yine de kendimi toparlamam uzun sürmedi. Tabii okurken "Aa, şu kimdi ya? Bu ne zaman bu duruma düşmüştü?" şeklinde kendimi soru yağmurlarına tutman beni kendi kendine sinirlenmeye teşvik etmedi değil. Küller'i okuyanlar kitabın nasıl bittiğini, kahramanımız Alex'i nasıl bir durumda bıraktığımızı çok iyi hatırlayacaklardır. Benim de aklımdan çıkmayan kısımlardan biri buydu. Gölgeler, tahmin edeceğiniz gibi tam tamına Küller'in bıraktığı yerden devam ediyor. Elektromanyetik darbe dalgası yüzünden yıkılmış bir dünyada, değişen soydaşlarının arasında hayatta kalmaya çalışan kahramanlarımızın hikâyelerini okumaya devam ediyoruz. Ancak bu kez işler çok daha karmaşık. Alex, sonunda bir sığınak bulduğuna inanıp güvendiği Rule'un sırrını keşfetti. Değer verdiği pek çok insanı; Ellie'yi, Tom'u, şimdi de Chris'i kaybetti. Alex'in artık tek bir dayanağı var; o da kendisi. Değişmişler'in arasında hayatta kalması için hiç kimseye güvenmemek ve sonuna kadar savaşmak zorunda. "Peki ya Tom?" diyenleri duyar gibiyim. Küller'i okuyan pek çok kişi gibi ben de Tom'un akıbetini öğrenmeyi iple çekiyordum. Şimdi sıkı durun: Gölgeler'de Tom'un bakış açısıyla anlatılmış bir sürü bölüm var! Yani sadece ona ne olduğunu öğrenmekle kalmıyor, onun aklına ve geçmişte yaşadıklarına da birebir şahit olma fırsatı yakalıyoruz. "Anılar kana benziyor. Elini istediğin kadar yıka, yine de lekesi çıkmıyor." Kitapta bu kez sadece Alex'e odaklanılmamış. Tom, Chris, Peter, Lena derken pek çok karaktere bölümler ayrılmış. Ancak hemen aldanmayın sakın; bu bölümler de en az ana karakterlerinki kadar heyecanlı ve merak uyandırıcı. Gölgeler'de, Değişmişler'in -diğer bir deyişle Chuckyler'in- dünyasını daha detaylı aktarmış bize Ilsa J. Bick. İlk kitapta onlarla bu kadar iç içe olma şansımız olmamıştı. Gölgeler'de ise Alex sayesinde Değişmişler'in iç yüzünü, onların sadece insan eti yiyen gençler olmadığını fark ediyoruz. Üstelik son derece şaşırtıcı şeyler var onlar hakkında. Mesela, Değişmişler'in bir örgüt gibi gruplandığını biliyor muydunuz? Ya da kendi aralarında nasıl iletişim kurduklarını? Ayrıca kitapta tonlarca başka sır orada durmuş okura sırıtmakta. Ilsa J. Bick'in çok iyi bir gizem yazarı olduğunu düşünüyorum. Tam bazı şeyleri açığa çıkarmışken, ortaya öyle bir şey atıyor ki şaşırıp kalıyorsunuz. Alex'in "canavar"ı örneğin. Küller'den beri çözülemeyen bu sır Gölgeler'de de bol bol aklımıza takılıyor. Uzun lafın kısası, ilk kitabı sevenlerin muhtemelen şüphesiz alacakları, okumayanların ve bu tür kıyamet sonrası hikâyelerini sevenlerin ise gözünü kırpmadan alması gereken bir kitap Gölgeler. Soluksuz okunuyor. Bunun bir kurgu olduğunu bilmenize rağmen, yazarın gerçekçi kalemi sizi elektromanyetik bir dalga yüzünden mahvolmuş ve komşunuzun sizi yemek istediği bir dünyaya inandırmaya yetiyor. Üçüncü kitap için arayı bu kadar açmamayı ümit ediyorum. Lâkin ne yazık ki yurtdışı çıkış tarihi Eylül 2013 olarak görünüyor.

Kelebek (Butterfly Trilogy, #1)
Kelebek (Butterfly Trilogy, #1)

7

Öncelikle belirtme gereği duyuyorum ki, Kelebek sanıldığı gibi Fifty Shades ve benzeri kitaplara benzemiyor. Tamam, yalan söylemeyeceğim; ilk başta ben de öyle sanmıştım. Ancak hem yayınevinin söylemi üzerine hem de okuduğum yorumlardan sonra öyle olmadığını düşünmeye başladım. Ta ki kitabı okuyana kadar. O zaman erotic romance diye bildiğimiz, yani cinsellik üzerine kurulu aşkı anlatan kitaplara hiç de benzemediğini anladım. Kelebek, sıradan bir aşk romanı değil. Bu bir intikam hikâyesi. Aynı zamanda kadınların fantezilerini gerçekleştirmelerinin hikâyesi. Kelebek, Beverly Hills'teki bir erkek giyim mağazasının üzerinde özel bir kulüp. Bu kulüpte farklı bir hizmet veriliyor. Üye olan kadınlar, seçtikleri erkeklerle istedikleri fanteziyi gerçekleştirebiliyorlar. İster Mary Antoinette oluyor, ister bir kovboyla istedikleri şekilde birlikte oluyorlar. Seçenekler ve kaynaklar sınırsız. Kelebek'in müdavimlerini anlatarak başlıyor kitap. İlk başta bu karakterler arası geçişler biraz (ama çok az) kafa karıştırıcı olsa da gidişat iyi toparlanıyor. Dört kadın var kitapta. Ünlü bir avukat olan Jessica, aşkı bulmayı kafaya koymuş inşaatçı Trudie, yaralı bir doktor Linda. Ve bir de Rachel Dywer var. Rachel, henüz on dört yaşındayken hayatın pislikleriyle tanışmak zorunda kalmış. Berbat bir babası ve ona hiçbir şey söyleyemeyen bir annesi var. Hayatının en kötü gecelerinden birinde evden kaçmak zorunda kalan Rachel aslında bunun sadece bir başlangıç olduğundan bihaber. Onu çok daha büyük acılar bekliyor. Hayatının aşkını bulduğunu zannediyor. Bu henüz çocuk sayılabilecek yaştaki saf kız, sırılsıklam âşık olduğu Danny Mackay'in ona neler yapabileceğinin elbette farkında değil. Kitap Kelebek'in müdavimlerinin hikâyelerini anlatırken, sık sık geçmişe dönüp Rachel'ın öyküsünü aktarıyor. Çünkü aslında her şeyin merkezinde o var. Kadınların bedenlerinin satıldığı yeri birebir görmüş, orada çalışmak zorunda kalmış ve hıyanete uğramış bir genç kadın sizce ne yapabilir? Hayatı hiçe sayıp kendini intikama adamış olabilir mi? Kelebek'in ne kadar kadınlar üzerinde durduğunu fark etmişsinizdir sanırım. Ama görüldüğü üzere sadece iki kişinin arasında geçmiyor. Dört kadın var. (Yoksa beş mi demeliyim. Gizemli Beverly Highland'ı unutmayalım.) Ancak bu kadınların tek tek âşık oluşları değil mesele. Hayallerini gerçekleştirmeleri, geçmişlerinden kurtulmaları, yüklerini fırlatmaları... Örneğin, Jessica ona her şeyi emreden kocasından bıkmış bir kadın. Doktor Linda ise bir neden ötürü korkmuş, bu yüzden cinsel yönden tatmin olamayan biri. Hepsinin ortak noktası çareyi Kelebek'te aramaları. Tanımadığı bir adamla fantezilerini gerçekleştirmesi nasıl bir çare, diyecektir bazıları eminim. Tabii bu sizin bakış açınıza bağlı. En iyisi kitabı alıp bir okuyun. Açıkçası özellikle Rachel'ın hayat öyküsü beni çok etkiledi. İnatçılığı, intikam için vazgeçtiği şeyler, kendini adaması ayakta alkışlanacak cinstendi. Peki, böyle bir intikam yemini sağlıklı mı? Bu soru kitap boyunca kafamı kurcalayıp durdu işte. Rachel, Danny'i "kendi başını ye!" deyip, kadere teslim etse ne olurdu? Düşünüp taşınmak lazım bunu. Fakat tüm bu sorularıma rağmen Kelebek'in sonunu çok beğendim. Tam kıvamındaydı. Kelebek, pek çok kadının içindeki feministi ortaya çıkaracak türden bir kitap. İçinde erotizm var, doğru. Lâkin bu o kadar da üst seviyelerde değil. Sonuçta bize fantezileri gerçekleştirme arzusunu aktarıyor yazar. Bahsettiğim yalnız cinsel fanteziler değil. İstediğin mesleği yapabilme, hayatını düzene sokabilme, sevdiğin adamla evlenebilme de bir fantezidir. Kathryn Harvey lakaplı Barbara Wood ise bunu okuyucuya çok güzel anlatmış.

The Perks of Being a Wallflower
The Perks of Being a Wallflower

10

http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2012/12/kitap-yorumu-perks-of-being-wallflower.html Ah Charlie, vah Charlie... The Perks of Being a Wallflower'ı aslında çok önceden duymuştum. Birkaç yıldır pek çok okurun listesinin başköşesindeydi kitap. Bu sene filmi çıkınca daha bir göze batmaya başladı. Filmi izlemeden kitabını okumak her zaman daha cazip gelmiştir bana. Çoğu zaman hayal kırıklığına uğrasam da kafamda yarattığım sahnelerle yönetmenin yarattığı sahne arasındaki farklılıkları bulmak bile bana zevk verir. Hem kitabı deli gibi merak ettiğimden -eğer Tumblr hesabınız varsa John Green kitapları ile beraber en çok fotoğrafı çekilen kitaplardan biri olduğunu biliyorsunuzdur- hem de kadrosuna hayran kaldığım filmi izlemek istediğimden kitabı okumak niyetindeydim. Ancak genelde yaptığım gibi belirli bir zaman ayırmamıştım kitaba. Her şey spontane gelişti. Bir gecede kitabı edindim; sonraki gün ise sayfalarının arasında kaybolmuştum. Bir gün içinde bitirdim. “And in that moment, I swear we were infinite.” Bu yazıyı yazarken kitabın beni ne kadar etkilediğini bir kere daha fark ediyorum. Çünkü kapak resmini indirirken duygulandım. Evet, çok sevmişim. Ama neden? Oralara geleceğim. Muhtemelen Çavdar Tarlasında Çocuklar/The Catcher in the Rye'ı duymuş ya da okumuşsunuzdur. İşte The Perks of Being a Wallflower tam da onun gibi bir kitap! Biraz daha modern versiyonu diyebiliriz. Tabii bundan sakın aynı oldukları veya Stephen Chbosky'nin Salinger'i kopyaladığı kanısına varmayın; yazım tekniklerinden karakter gelişimine kadar son derece farklılar. Yalnızca ikisinin de bende aynı tadı bıraktığı ve bana benzer duyguları hissettirdiğini anlatmaya çalışıyorum. Charlie on beş yaşında, liseye yeni başlamış bir delikanlı. Ancak Charlie, yaşıtlarının aksine utangaç, içine kapanık, okumaya ve yazmaya merakı olan asosyal bir genç. Bu merakı yeni öğretmeni Bill sayesinde iyice körükleniyor. Ayrıca Charlie tam bir gözlemci. Etrafında olanları farklı bir üslupla bize aktarıyor. “We accept the love we think we deserve.” The Perks of Being a Wallflower Charlie'nin adını bilmediğimiz birine yazdığı mektuplarından oluşuyor. Her mektubunda karşısındakine, dolayısıyla bize yeni bir şey anlatıyor Charlie. İlk aşkını, sevdiği şarkıları, okuduğu kitapları, yaşadığı tuhaflıkları, ilk uyuşturucusunu, ilk seksini anlatıyor. Ve bunları yürek burkucu ama aynı zamanda insanı gülümseten bir dille anlatıyor. Charlie herkesten farklı bir çocuk. Biraz fazla hassas mesela. Onu hem üzüntüden hem de mutluluktan kolaylıkla ağlatabilirsiniz. Ama Charlie'nin satırları beni öyle içine çekti, bana öyle yakın geldi ki onun yanında olsam ben de bebekler gibi ağlayabilirdim sanırım. Birlikte ağlardık. Kitapta bahsi geçen kitaplar ve şarkılar onu sevmemi bir kez daha sağladı açıkçası. Özellikle The Smiths'in Asleep'ini açıp açıp tekrar dinliyorum şimdi. Ayrıca Charlie'nin yeni arkadaşları Patrick ve Sam en az onun kadar içten karakterler. The Perks of Being a Wallflower'da gençlik ateşi, romantizm, hayal kırıklığı, mutluluk, sevgi, hayaller, şiir, müzik, eşcinsellik her şey var. Bence bu kitabı güzel kılan bir başka sebep. This one time when it’s peaceful outside, and you’re seeing things move, and you don’t want to, and everyone is asleep. And all the books you’ve read have been read by other people. And all the songs you’ve loved have been heard by other people. And that girl that’s pretty to you is pretty to other people. And you know that if you looked at these facts when you were happy, you would feel great because you are describing “unity.” The Perks of Being a Wallflower kesinlikle hem ruhuna hem de beynime kazınan kitaplardan biri oldu. Başrollerinde Logan Lerman ve Emma Watson'un oynadığı film uyarlamasını izlemek için sabırsızlanıyorum! "Charlie gibi kardeşim olsaydı keşke..." diyerek yazımı sonlandırıyorum.

Kargaların Ziyafeti (Buz ve Ateşin Şarkısı, #4, Kısım 1)
Kargaların Ziyafeti (Buz ve Ateşin Şarkısı, #4, Kısım 2)
Karanlık Sular (Karanlık Sular, #1)
Karanlık Sular (Karanlık Sular, #1)

6

Tamam, itiraf ediyorum; ilk başta bu kitabı fantastik sanmıştım. Bu yüzden kitabın son 100 sayfasına kadar oradan buradan bir hayalet çıksın ya da biri paranormal bir şey yapsın diye bekledim. (Hep senin yüzünden Goodreads!) Neyse ki bu beklentim kitabı gölgelemeye yetmedi. Karanlık Sular, son sayfasına kadar kendini okutmayı başarabildi. Karanlık Sular, Rönesans döneminde, dünyanın en çekici şehirlerinden Venedik'te geçiyor. Baş karakterimiz Cassandra Caravello iyi bir soydan geliyor. Anne ve babası vefat etmiş, bu yüzden teyzesi Agnese ile beraber eski malikânelerinde yaşıyor. Kitabın başında Cass, en yakın arkadaşlarından Liviana'nın cenazesinde çıkıyor karşımıza. Cenazede hem anne ve babasının ölümünü hatırlayan hem de Liviana için üzülen Cass, biraz olsun rahatlamak için dışarı çıkıyor. Ve herhalde o dönemde yaşayan her kadının rüyalarını süsleyen ressam gençlerden birkaçıyla karşı karşıya geliyor. Ressamlardan bir tanesi -kahverengi saçlı, mavi gözlü, çarpık gülüşlü olanı- Cass'e çarparak kızı yere deviriyor. Cass'in hayatı asıl cenazenin olduğu günün gecesinde değişmeye başlıyor. Agnese teyzesinin evinde odasına çekilmişken, yakındaki mezarlıktan gelen tuhaf sesler yüzünden huzursuz oluyor. Liviana'nın de gömüldüğü mezarlık orası; bu yüzden Cass içgüdülerine uyup mezarlığa gidiyor. İlk önce arkadaşının mezarında göğsünde kanlı bir X işareti olan başka bir kadının yattığını görüyor. Ardından da cenazeden sonra çarpıştığı ressam çocukla karşılaşıyor. Yani Falco'yla. Kitap boyunca X işaretli kadın cinayetlerine yenileri ekleniyor. Cass ve Falco ise bu cinayetlerin faillerini tek başlarına araştırmaya çalışıyorlar. Tabii bu araştırmalar sırasında başlarının belaya girmemesi imkansız. Ayrıca Cass için bir tehlike daha var ki, adı Falco. Fransa'da okuyan çocukluk arkadaşı Luca'yla nişanlı olan Cass Falco'yla zaman geçirdikçe kesinlikle statüleri uyuşmayan bu serseri kılıklı ressama tutuluyor. Karanlık Sular, gizemlerle dolu bir kitap. Ama bunun yanında Rönesans döneminde geçmesi kitaba ayrı bir hava katmış. Büyük bir tarihi roman fanı değilimdir, ama okudum mu da beni içine çeksin, o dönemle ilgili bir şeyler öğretsin isterim. Karanlık Sular öyle çok şey öğretmedi o dönem İtalya'sı hakkında. Yine de ufak detaylar yok değildi. Hem İtalyanca kelimeler de mevcut kitapta. Şiddetle öğrenmek istediğim dili az da olsa okumak bana içten içe mutluluk verdi açıkçası. Ayrıca her bölümün başında bir alıntısına yer verilen Sonsuz Gül Kitabı var ki o kitabın ne olduğunu daha doğrusu aynı adlı tarikatın varlığını kitabın sonlarına doğru öğreniyoruz. Ancak bu bilgi o kadar merak verici olmasına rağmen ikinci kitaba saklanmış olmalı ki yetersiz kalıyor. Bu yüzden serinin ikinci kitabı Belladonna'nın çıkmasını beklemeye başladım bile. Katil, adaylarımdan biri çıkmasına rağmen Karanlık Sular son derece eğlenceli bir okuma sağladı bana. Kitabın çevirisi ve baskısı mükemmele yakın. Kapak görseline ise hayran olmamak elde değil. Kısacası, Karanlık Sular, farklı mekânları, eğlenceli karakterleri, başarılı kurgusuyla sevdiğim kitaplar arasına girdi. Söylemeden geçmeyeyim; kitabı bitirdiğinizde Venedik'e gitmek için bahaneler uydurmaya başlayacaksınız.

Hayalet Tehlikesi (Dresden Files, #3)
« geri