İsmail

Reha Çamuroğlunun ilk romanı olan İsmail, üç temel noktadaki çıkarımlarıyla da büyük önem taşır.Birincisi, zulüm üreten her tür siyasal iktidardan uzak durarak gönüllerde taht kurmayı seçen heterodoks İslam, kendisi devlete dönüşünce özünden uzaklaşmıştır. İkincisi, sosyal tabanının büyük kısmını ve özellikle silahlı gücünü Anadolu Türkmenlerinin oluşturduğu Safevî Devletini bir tür ihanet sayan Osmanlı, bunun bedelini Alevîlere kanlı bir şekilde ödetmiş, Anadoluda Alevî-Sünnî çatışması resmiyet kazanmıştır. Üçüncüsü, Osmanlı Devletinin (kamu hukuku anlamında) getirdiği Sünnî şeriata inançları nedeniyle karşı çıkan Alevî Türkmenler, devletleştikten sonra Şiî şeriatını benimseyen Safevîlik tarafından da dışlanarak yalnızlaştırılmıştır.İsmailin olay örgüsü, daha sonra Şah İsmail olarak tarihe geçecek olan İsmailin 1487de doğmasıyla başlayıp 22 ağustos 1514te Çaldıran Ovasında Osmanlı ordusuna yenilmesiyle son bulur. Ancak roman, bir süreci aktardığı için, Safevîliğin oluşum aşaması ile yenilgiden sonra Şiî karakterinin nasıl kesinleştiğini de gözler önüne serer. Böylece İsmail, kronolojik bir yaşamöyküsü olmaktan çıkıp ortodoks ve heterodoks İslamî zihniyetlerin çatışma dinamiklerinin açımlandığı bir metne dönüşür.Bir heterodoks İslam tarikatı olarak Safevîlik, XIII. yüzyılın sonuna doğru, Hazar Denizinin güney kıyısında, bugün Azerbaycan toprakları içinde yer alan Erdebil şehrinde yaşayan Şeyh Safînin çevresinde oluşur. Irak, Suriye, İran ve Anadolunun batı ve Akdeniz kıyılarına kadar yaygınlık kazanan, şeyhliğin babadan oğula geçtiği tarikata, Osmanlı sultanları da uzun süre çerağ akçesi adı altında hediyeler gönderir. Tarikatın tarihinde en önemli rolü ise Ankara Savaşında (1402) Yıldırım Bayezidi yenen Timur oynar.Anadoludan çekilirken savaşta aldığı çok sayıda esiri de yanında götüren Timur, bu savaşçı Türkmenleri devrin Safevî Şeyhi Hoca Alinin (1392-1429) şefaatiyle serbest bırakır. Ayrıca Erdebil ve çevresindeki büyük araziye sahip köylerin mülkiyetini de tarikata bağışlar. Anadoludan geldikleri için Rumlu adıyla anılan bu Türkmenler, daha sonra Kızılbaş adıyla tarih sahnesine çıkacak Safevî askerlerinin en cengâver kesimini oluştururlar. Timurdan gördüğü himaye, tarikatı, Ege kıyılarından Horasana kadar geniş bir coğrafyada heterodoks İslamın cazibe merkezi haline getirir. Tarikatın ulaştığı büyüklüğü, önce Şeyh Cüneyd (1447-1460), ardından da Şeyh Haydar (1460-1488) siyasal bir güce dönüştürmeye çalışır. Şeyh Haydar zamanında Safevîler, edindikleri silah ve donanımla askerî örgütlenmeye geçer. Başlarına kızıl keçeden yapılmış, Hz. Ali ve On İki İmamı simgeleyen on iki dilimli başlık giyip sarık saran Safevî müritler, bu dönemden itibaren Kızılbaş olarak anılır. Tarikatın siyasal anlamda genişleme girişimleri, önceleri Anadolunun doğusuyla sınırlıdır. Şeyh Haydarın bu amaçla giriştiği bir savaşta ölmesi, Safevîliğin devlet olma çabalarının ilk evresini oluşturur.İkinci evre, Şeyh Haydar öldüğünde henüz bir yaşında olan İsmailin on üç yaşına girmesiyle (1499) başlar. Henüz çocuk denecek yaşta olmasına karşın tarikat postuna oturan Şeyh İsmail, gördüğü eğitim ve deha düzeyindeki kişisel yetenekleri sayesinde çevresinde son derece etkilidir. Komutasındaki Kızılbaşlarla iki yıl içinde düşmanlarını yenerek, taç giyip Safevî Devletinin hükümdarı olur (1501).Hükümdarlığı sembolik anlamda On İki İmam inancıyla örtüştürülen Şah İsmail, Mehdî (Allahın yeryüzünde bedenlenmiş hali) olarak algılanır. Dolayısıyla da başta Anadoludaki heterodoks (Alevî) Türkmen, Rumlu, Ustaclı, Tekeli, Bayburtlu, Karamanlı, Çapanlı, Dulkadırlı olmak üzere, Karadağlı, Varsak, Avşar, Kaçar, Şamlu, Musullu ve Hindli aşiretlerinden on binlerce savaşçı, topraklarını terk ederek Safevî ülkesine akın eder. Ordusu beklenmedik bir şekilde büyüyen Şah İsmail, Irak ve Diyarbakırı topraklarına katar, Anadoluda da Elbistana kadar ilerler. En büyük rakibi Osmanlıyla hesaplaşmak için hazırlıklara girişir. Roman olarak İsmailin birinci katmanını oluşturan olay örgüsü, kronolojik bir çizgide ilerler. Yazar, hemen her tarih kitabında bulunabilecek bu bilgiden romanın ikinci katmanını açımlamada yararlanır. Bu yüzden de İsmail, yansıttığı olaylardan çok olgusal anlamda önem kazanır, çünkü asıl istediği, devrinin en güçlü heterodoks tarikatının, Şeyh Cüneydle başlayıp Şah İsmaille devletleştiğinde özüne yabancılaşmasının nasıl ve nedenlerini sergilemektir. Bu açıdan bakıldığında İsmail, yazarın daha önce Tarih, Heterodoksi ve Babaîler adlı kitabında geliştirdiği Heterodoksi iktidar karşıtıdır tezinin bir tür doğrulanmasıdır.Heterodoks İslam sayesinde bireyde gelişen karşı bilinç, kul olmayı reddeder. Safevî tarikatının da dünyaya hak, adalet, özgürlük ve doğruluğu yerleştirmeyi amaçlayan savaşı, Şeyh Cüneyd zamanında nitelik değiştirmeye başladığında tarikat içinde tartışma çıkar ve bu tartışma Şeyh Haydar zamanında da sürer. Ancak tarihin o noktasında iç ve dış etkenler, siyasallaşmaya karşı direncin kırılmasına yol açar.Tarikat-inanç-iktidar ilişkisi, küçük yaşına rağmen hak ve hakikat bilgisiyle yetişen Şah İsmail için de içinden çıkılması güç sorunlardan biridir. Yazar, inanç ile gerçeklik arasında ortaya çıkan çelişki ve çatışmaları, kahramanının ağzından, her zaman olduğu gibi, belgelere yaslanarak yansıtır. Önce şeyh sonra şah olarak kazandığı zaferlerin muhasebesini en yakın dostuyla (Necm) yapan Şah İsmail, her defasında özünden biraz daha uzaklaştığının farkındadır. Kimi zaman bilincini yitirecek kadar yoğun yaşadığı iç hesaplaşmalarını Hatayî takma adıyla yazdığı şiirlerine yansıtır. Ancak son tahlilde, inancını yedeğe alıp iktidarını güçlendirmekten vazgeçmez. Şeyh kimliğinden uzaklaşıp şah kimliği baskın hale geldiğinde, yakın çevresindekiler de fetihçi figürlerle yer değiştirir. Yeni hedef artık Osmanlı ülkesidir. Eğer hızlı bir darbeyle Osmanlı yok edilirse ehlibeyt dostlarının hiçbir ciddi rakibi kalmaz, eğri Müslümanların doğru yola gelmekten başka bir seçeneği olamaz tezi, Şah İsmail tarafından da kabul görür. Tam da o sırada Anadoluda, Teke ilinde (bugünkü Antalyanın Teke köyü) yerleşik Tekelü oymağı, Osmanlı zulmüne karşı, Şahkulu önderliğinde ayaklanır (1511). Merkezden uzakta yaşayan Safevî yanlıları, tarikatın geçirmekte olduğu dönüşümün farkında değildir. Nitekim, harekete geçmeden iki yıl önce Şahkulu, kendisini vazgeçirmeye çalışan babasına, İsmailde yer alan şu sözlerle karşı çıkar: Adımdan başlayalım baba. (.....) Adımı sen koydun, Şahkulu dedin, iyi de ettin, doğrudur, ben şahın kuluyum. Ama hangi şahın? İsmail Şahın mı? Yoksa âlemlerin efendisi Allahın mı? Ben her zaman bu ismi ikinci şekilde anladım. Ben Allahın kuluyum, ben Şahkuluyum. Ama sen şimdi de bu söylediğimden Şahım İsmaile bir saygısızlık ettiğimi çıkarırsan yanlış edersin. Ona saygım da, aşkım da pek büyüktür. Fakat seni sürekli dinledim, Tekelülere davamızı anlatırken hep Erdebil Ocağına hizmetten söz edersin, doğrudur ama niçin? Zulme karşı savaşan, zulmü yok etmek için canı başı ortaya koyan tek ocak olduğu için değil mi? Peki baba sana sorarım, zulüm sadece Azerbaycanda, Irak-ı Arapta, Irak-ı Acemde midir? Rum ülkesinde zulüm yok mudur? Osmanlı ülkelerinde, Memluk ülkelerinde zulüm yok mudur? Şimdi yarın Şamda, Halepte, Kahirede zulme karşı bir kıyam ortaya çıksa ne dersin? Durun, oturun, Erdebilden, Tebrizden, İsmail Şahtan emir bekleyin mi dersin? (.....) Şahım İsmail bir örnek verdi, biz de bu örneği gördük, daha ne emir beklersin? O bize bir şey gösterdi, gösterdi ki, dervişler ağzına vur lokmasını al değildir. Gösterdi ki dervişler aşktan anlamayan kayaları tokmakla parçalayabilirler. Gösterdi ki, bu kaba Türkmenler, hepsi birer aşk bülbülü olabilir, ülkeleri güle çevirebilir, peki ben Şahım İsmailden ne emri bekleyeyim? Babasının ölümünün hemen ardından ayaklanan Şahkulu, ilk anda beş bin kişilik bir güce ulaşır. Teke İli Sancakbeyi Şehzade Korkud, Manisaya çekilirken yolu kesilir, hazinesi ele geçirilir. Sünnî halktan topladığı üç bin kişilik bir güçle yardıma gelen Antalya subaşısı da Şahkulu kuvvetlerince yenilir. Antalya, Kızılcakaya, İstanos, Elmalı, Burdur ve Keçiborlu yağmalanır, yağmalanan yerlerin kadıları öldürülür. Şahkulunun Allaha hamt etmek için ibadethane gerekmez sözü uyarınca camiler, medreseler, mescitler yakılır. Şahkulu, Burduru teslim aldığında, etrafında kadın ve çocuklarla birlikte yirmi bin Kızılbaş vardır. Kızılbaşlar, isyanı bastırmak üzere yola çıkan Osmanlı paşasını da Kütahyada yenince, Saray, bu kez de Veziriazam Hadım Ali Paşa komutasındaki dört bin yeniçeri, dört bin kapıkulu sipahisi ve elli topla donanmış bir kuvveti sefere sürer. Anadoludaki beylerin de katılmasıyla Veziriazam Hadım Ali Paşanın ordusu, kısa sürede otuz bin kişiye yükselir. Veziriazam Hadım Ali Paşa, Şahkulu ve Kızılbaşları ile Osmanlı birliklerinin Sivas yakınlarındaki Gedikhanında yaptığı savaşta ölür. Şahkulu ve beraberindeki on beş bin Kızılbaş kuşatmayı yararak Şaha gitmek üzere Tebrizin yolunu tutar.Şah İsmail olayı Iraktayken öğrenir ve çok sinirlenir. Kurmaylarını toplar. Reha Çamuroğlu, İsmailde, Şah İsmailin Ben bu Türkmenlerle ne yapacağım? diye başlayan konuşmasını şöyle sürdürür: Savaşta bunların üstüne yoktur, bağlılıkta, imanda en önce bunlar gelir. Ama bunlar akıllarını Allaha vermiş, yerine aşk almışlar. İnceden inceye düşünüp davranmaktan söz edeceksen bunların dizginlerini sıkıca ele alacaksın. Bakın şu Şahkulu denen deyyusun yaptıklarına, nasıl da bir hamlede bütün planlarımızı altüst etti, nasıl da bir çırpıda Osmanlının düşmanlığıyla bizi karşı karşıya bıraktı. Ortalığı kasıp kavurdu, düşmanlarımıza hizmet etti, şimdi de ‘Şaha gidelim diye tutturmuş, bize geliyor. Şah İsmailin konuşmasına yansıyan bu tutumu, heterodoks (Alevî) Türkmenler ile Safevîlik arasına çektiği kalın çizginin de en önemli göstergesidir. Kurduğu devleti Şiî şeriatı esaslarınca yönetmeye karar veren Şah İsmail, daha önce yüzüne bile bakmadığı Şiî din bilginlerini göreve çağırmıştır. Bu yüzden de ciddi bir tehlike arz eden Şahkulu öldürülür, on beş bin askeri de çeşitli biçimlerde tasfiye edilir. Olay, heterodoks Anadolu İslamı (Alevîlik) ile Şiîliğin bir daha buluşmamak üzere yollarının ayrılmasına yol açar. Ancak, yaşanacaklar bununla sınırlı değildir.Kardeşlerini devre dışı bırakan I. Selim Osmanlı tahtına çıkar çıkmaz öncelikli olarak Safevî Devletini besleyen damarları kesmeye yönelir. Ordusuyla Safevî ülkesine doğru yol alırken, arkadan vurulma ihtimalini ortadan kaldırmak üzere, Sünnî din bilginlerinin verdiği fetvalara dayanarak Anadolunun her yerinde büyük bir temizlik harekâtına da girişir. Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmailin orduları, 1514te Çaldıran Ovasında karşı karşıya gelir.Reha Çamuroğlu, İsmailde, savaş başlamadan önce, komutanlarına dönen Şah İsmaile şu sözleri söyletir:Şu işe bakın. Bu iki ordu burada İslamın geleceğini tayin edecekler ve iki orduda da kâfirler var.Gerçekten de iki orduda da kâfirler vardır. Osmanlı ordusunda Rumeliden gelme çok sayıda Hıristiyan beyi ve askeri, Safevî ordusunda da Gürcü ve Ermeni prensliklerinden gelen kuvvetler. Sultan Selim, İran topraklarında gereğinden fazla ilerlemediği için İslamın geleceğinde etkili olamaz. Ama iki ordunun komutanı da, Alevîlik ile Sünnîlik ve Şiîlik arasında yüzyıllarca sürecek kötülük tohumlarını ekmiş olurlar.

Reha Çamuroğlunun ilk romanı olan İsmail, üç temel noktadaki çıkarımlarıyla da büyük önem taşır.Birincisi, zulüm üreten her tür siyasal iktidardan uzak durarak gönüllerde taht kurmayı seçen heterodoks İslam, kendisi devlete dönüşünce özünden uzaklaşmıştır. İkincisi, sosyal tabanının büyük kısmını ve özellikle silahlı gücünü Anadolu Türkmenlerinin oluşturduğu Safevî Devletini bir tür ihanet sayan Osmanlı, bunun bedelini Alevîlere kanlı bir şekilde ödetmiş, Anadoluda Alevî-Sünnî çatışması resmiyet kazanmıştır. Üçüncüsü, Osmanlı Devletinin (kamu hukuku anlamında) getirdiği Sünnî şeriata inançları nedeniyle karşı çıkan Alevî Türkmenler, devletleştikten sonra Şiî şeriatını benimseyen Safevîlik tarafından da dışlanarak yalnızlaştırılmıştır.İsmailin olay örgüsü, daha sonra Şah İsmail olarak tarihe geçecek olan İsmailin 1487de doğmasıyla başlayıp 22 ağustos 1514te Çaldıran Ovasında Osmanlı ordusuna yenilmesiyle son bulur. Ancak roman, bir süreci aktardığı için, Safevîliğin oluşum aşaması ile yenilgiden sonra Şiî karakterinin nasıl kesinleştiğini de gözler önüne serer. Böylece İsmail, kronolojik bir yaşamöyküsü olmaktan çıkıp ortodoks ve heterodoks İslamî zihniyetlerin çatışma dinamiklerinin açımlandığı bir metne dönüşür.Bir heterodoks İslam tarikatı olarak Safevîlik, XIII. yüzyılın sonuna doğru, Hazar Denizinin güney kıyısında, bugün Azerbaycan toprakları içinde yer alan Erdebil şehrinde yaşayan Şeyh Safînin çevresinde oluşur. Irak, Suriye, İran ve Anadolunun batı ve Akdeniz kıyıları... tümünü göster


Değerlendirmeler

değerlendirme
Profil Resmi
9 puan

Şah ve Sultan'ı okuyanlar için değişik bir bakış açısı sağlayabilir. Bir de İsmail cephesinden bakmak lazım.

Profil Resmi
9 puan

bir yanda tarih bir yanda edebiyat, okuma şölenim

1 puan

şah ismail i anlatan bir kitap. fakat hikayeleştirmesi az sanki tarih kitabı okuyor havasın da olunca yarım bırakmak zorun da kaldım

10 yıl, 11 ay
10 puan

Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmaili en iyi anlatan kitaplardan biri. Şah ve Sultan'dan daha etkileyici diyebilirim.

8 puan

Yazarın anlatım dilini çok sevdim.

9 puan

"Yedi derviş bir posta oturur, iki padişah cihana sığmaz" sözünün hayat bulmuş hali olan bu kitap; Şah İsmail'in hayatını konu alıyor.
Sadece Şah İsmail'i değil; Erdebil'den başlayarak Şah İsmail'in dedesi Cüneyt ve babası Haydar'ın mücadelelerini, Safevi Devleti'nin kuruluşunu ve Çaldıran Savaşına da değiniyor. Dili oldukça akıcı. Daha önce İskender Pala'nın Şah&Sultan isimli kitabını okumuştum. Şah&Sultan edebi açıdan daha iyi ve Çaldıran savaşına daha fazla yer ayırmış. "İsmail" i ise içerik ve kapsayıcılığı açısından daha etkileyici buldum. Yaşananlara bir de Şah İsmail açısından bakmak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim.


Baskı Bilgileri



ISBN
975-6719-00-1

Diğer baskılar


Etiketler: diğer

Benzer Kitaplar

Şu An Okuyanlar

Şu anda kimse okumuyor.

Okumuşlar

sanemsanemsanem soztekin
2 kişi

Okumak İsteyenler

yamak
1 kişi

Takas Verenler

Takas veren bulunamadı.
Puan : hepsi | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10
Değerlendirme Zamanı: en yeni | en eski