İşaretler ve Tembihler

Öte yandan insanın toplumsal bir varlık olduğu ve ancak hemcinslerinin yardımıyla varlığını sürdürebildiği de bir vakıadır. Bu meyanda insanın toplumsal varlık olması, onun sadece yeme, içme, beslenme vb. gibi fiziksel varlığının bekası için değil, bunlarla birlikte bilen bir canlı olmasının da gereği ve koşulu olarak ortaya çıkar. İnsan bilen bir canlı olarak, çevresini gözler, nesneleri sınıflar, soyutlama yapar, anlamlandırır, eşyaya ad verir, yorumlar, değerlendirir, hemcinsleri ve bütün varlıklar içinde kendi ayrımına ve farkına varır. Bütün bunları ise, dil vasıtasıyla hemcinsleriyle paylaşır ve yine dil vasıtasıyla hemcinslerinin tecrübelerine ve birikimlerine katılır. Bu noktada düşünme, insanın salt bir özne olarak varlığı gözlemlemesi ve kendi yerini bulma sürecindeki trajik yalnızlığını aşarak, bireyler arasında bilginin ifade-istifade ve aktarma, kısaca iletişim süreçleriyle iç içe girer ve gelişir. Bu bağlamda dil, insanın bir yandan toplumsal varlık olmasını sağlarken, öte yandan onun bilen ve bilgisini ifade eden bir varlık olmasını sağlayan bir araç olarak ortaya çıkar.Merkezinde bilen özne olarak insanın bulunduğu dil-düşünce-varlık ilişkisi, en kadim tartışmaların etrafında şekillendiği karmaşık bir bahis olarak görünür. Dil, bazen bir düşünme biçimi, bazen hakikat için bir ev, bazen hakikate bir perde, bazen bir iletişim aracı, bazen insanın geleneksel düşünüşe katılmasının ve toplumsallaşmasının aracıdır. Ama hepsinden önemlisi, insanın düşünen bir canlı olduğunu belirten nutk-nâtık deyiminin aynı zamanda konuşma anlamına da geldiğini hesaba katarsak düşünmeyle yaklaşık olarak aynı anlama gelmesidir. Başka bir anlatımla insanın nâtık olması, bir yandan onun düşünen bir canlı, öte yandan konuşan ve düşüncesini ifade eden bir canlı olması demektir. Nutk deyimindeki bu çift anlamlılık, dil-düşünce ilişkisinin ve ayniyetinin en yalın ve somut açıklaması sayılabilir. Bu yönüyle dil-düşünme ilişkisi, madde-sûret, nefs-beden ilişkisi gibi eş zamanlı var olan ve birbirini gerektiren zorunlu bir ilişki olarak nitelendirilebilir. Biz bir dil vasıtasıyla düşünürüz, onun kelime ve kavramlarının varlığı ve gerçekliği temsil ettiğini kabul ederiz, ardından belli bir süreçte bu kez dil üzerinde düşünmeye başlarız. Artık dil, hakikat ve varlığın yerini almış ya da onu temsil eden soyut bir bilgi alanı olarak ortaya çıkmıştır. Bunu mümkün kılan ise, yine toplumsal bir varlık olmanın gereği olarak, insanın hemcinslerinin uzun bir zaman diliminde oluşturmuş olduğu birikime katılma arzusu ve ihtiyacıdır. Bu süreçte özne, kendi öznel düşüncesini ve tecrübesini destekleyen, doğrulayan, açıklayan başka düşünceler ve tecrübeler arar, kendisi gibi düşünenlerle ortak bir tecrübeye sahip olmanın hazzını yaşar. Düşüncenin bu tavrında, eski-yeni, iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış pragmatik bir şekilde yeniden tasnif edilir ve tanımlanır; düşünme insan için yeni bir anlam ve değerler dünyası inşa eder. Bu dünyada insan, farklı asırlarda ve sosyo-kültürel ortamlarda yaşadığı düşünürlerle arkadaş olur, onların düşünce ve ifadelerini kendisini anlatan ve değer dünyasını zenginleştiren araçlar olarak sahiplenir. Artık Sokratesten, Eflatuna, Aristotelesten Farabiye, İbn Sinaya sayısız filozof onun rehberi ve düşünce arkadaşı haline gelir. Felsefe klâsiklerinin zaman içinde sürekli güncel kalmasını sağlayan en önemli sebep, insanın bilen bir varlık olmasıyla aynı zamanda toplumsal bir varlık, başka bir anlatımla nutk kelimesinin dile getirdiği gibi düşünen-konuşan bir canlı olmasının arasındaki diyalektik ilişki olduğu gibi günümüzde bir felsefe klasiğinin çevirisinin gereklilik ve zorunluluğunu da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.el-İşârât vet-tenbîhât, İbn Sinâ felsefesinin özeti, bir açıdan ise bu felsefeye giriş olarak niteleyebileceğimiz bir kitaptır. İbn Sinâ, müslümanların çeviriler vasıtasıyla karşılaştığı felsefî mirası bir kitap-külliyat başlığı altında telif ve tasnif eden ilk filozoftur. Bu yönüyle İbn Sinanın temel eseri Kitabü-şifa, mantıktan doğa ilimlerine matematikten metafizike kadar, İslam toplumunun siyaset, sosyal ve entelektüel düzeydeki gelişiminin sorunları ve etkileri altında yaklaşık iki asır süren tartıma ve araştırmanın geri planını oluşturduğu birikimin en yetkin ve gelişmiş üslupla dile getirildiği felsefi bir eserdir. Bu eser, sadece müslüman dünyada başta Aristoteles felsefesinin ve felsefi düşünce yönteminin gelişmesini ve yayılmasını temin etmekle kalmamış, yanı sıra, bu felsefeye getirdiği yeni boyutlarla ve özellikle Helenistik dönemdeki şarihlerin yorumlarını aşarak doğrudan Aristoteles felsefesine yönelme çabasıyla bütün evrensel kültür için otantik bir felsefe tasavvurunun gelişiminin yönünü belirlemiştir. Bu sebepledir ki felsefî birikim İslam toplumunda eğitim ve öğretimi yapılabilir bir nitelik arzetmiştir. el-İşârât, bu geniş felsefi koleksiyonun temel kitaplarını içeren bir özetleme olarak görülebilir. Bu meyanda İbn Sina, Şifâyı mantık, doğa bilimleri, matematik ve metafizik gibi dört bölümde yazmışken İşârât bunlardan yalnızca mantık, doğa bilimleri ve metafiziği içerir. İbn Sinâ, İşârâtı iki ana bölümde yazmıştır: Birinci kısım mantık, diğeri ise, doğa bilimleri, metafizik ve ahlâktan oluşur. Her iki bölümün başında birer mukaddime vardır ve yine her iki bölüm kendi içinde bütünlük arzedecek şekilde on nehc ve on namata ayrılmıştır. İşârâtın (Ayasofya, 2380 nolu) yazmasında olduğu gibi bazı yazmalarda mantık bölümünün bulunmaması ve Ekmelettin Nahcûvânî gibi bazı İşârât şarihlerinin mantık bölümünü şerhetmemesi; en azından bazı yazarlar tarafından İşârâtın iki kitap olarak değerlendirildiğini gösterir.el-İşârâtın bir özet olduğunu belirtmiştik. Bu yönüyle eserin bir anlamda İbn Sina külliyatına giriş, öte yandan ancak İbn Sinanın diğer eserlerinin yardımıyla anlaşılabilecek bir metin olduğunu hatırda tutmalıyız. İşârât kitabının başka bir önemi ise, üzerinde yazılmış şerhlerin de gösterdiği gibi, İbn Sina felsefesinin içinde kelam, felsefe ve tasavvufun bulunduğu İslam ilimlerine bu eser vasıtasıyla nüfuz etmiş olmasıdır. Başka bir anlatımla, farklı İslam ilimleri İbn Sina felsefesiyle bu eser vasıtasıyla ilişki kurmuş, eş-Şifa da dâhil olmak üzere, İbn Sinanın bütün eser ve düşünceleri öncelikle el-İşârât sayesinde ilim muhitlerindeki belirleyiciliğini sürdürmüştür. Aslında kitabın yapısına baktığımızda, İbn Sinanın eserini bütün ilimler için üst ve temel kitap olarak tasarladığını gördüğümüz gibi bütün ilimler de bir yönüyle İbn Sinada birşeyler bulabilmiştir. Bu yönüyle kitap farklı İbn Sina tasavvurlarının gelişimini açıklayan bir örnek olduğu gibi başka bir açıdan farklı bilimsel disiplinlerin felsefeyle ilişki kurduğu ve yetindiği ölçüyü de göstermesi bakımından dikkate değer bir eserdir. Vakıa, el-İşârâtın bir giriş olmak yerine bir özet sayılması, kapalı bahislerin ise şerhler vasıtasıyla aşılıp İbn Sinanın külliyatının bir ölçüde göz ardı edilmesi, İslam dünyasındaki felsefi düşüncenin gelişimi ve sorunları üzerindeki araştırmalarda her zaman göz önünde tutulması gereken bir olgudur.İşârâtın mantık bölümü yöntem anlamına gelen on nehic, doğa bilimleri ve metafizikten oluşan ikinci bölümü konu anlamına gelen ve her biri kendi içinde bir bütünlük oluşturan on namattan oluşmaktadır. Kısaca, kitabın mantık bölümü mantığın hangi açıdan bilim ve yöntem oluşu tanıtıldıktan sonra bizzat bilginin kendisi (kavram-yargı/tasavvur-tasdik) ile içerik ve biçimi (madde ve sûreti) göz önüne alarak düzenlenip yazılmıştır. Bu itibarla mantıkla hiç ilgisi olmayan veya dolaylı olarak ilgisi olan kategoriler, diyalektik, retorik ve poetik gibi konulara ya hiç değinilmemiş veya birer cümle ile geçiştirilmiştir. Kitabın ikinci bölümünde ilk üç konu fiziğe ayrılmış olup burada doğal cisimler yapıları ve hareket ilkeleri olan doğa ve nefs açısından incelenmiştir. Sonraki dört konuda varlık, nedensellik, oluş, varlığın düzeni, ilahi inayet, kaza-kader, iyilik-kötülük, nefsin ölümsüzlüğü gibi sorunlar incelenir. Son üç konuda erdem ve mutluluğun doğası, insanların mutluluktan pay almaları, metafizik bilginin imkânı ve olağanüstü gibi görülen durumların dayandığı sebepliliğe ilişkin açıklamalar yapılır ki bu bölüm özellikle tasavvuf-felsefe ilişkisi bakımından çok önemlidir.Kitabın her paragrafının başında geçen, kitaba adının verilmesine vesile olan ve onun yazılış tarzını belirleyen vehim, işaret ve tembih deyimlerinden de kısaca söz edebiliriz: Çoğunlukla bir tembih ile beraber bir paragraf başında yer alan vehim veya vehimler altında İbn Sina daha önce ileri sürülmüş veya ileri sürülmesi muhtemel olan yanlış bir görüşü sunar ve peşine onun eleştirisini ve o konudaki kendine göre doğru görüşü getirir. Vehim gücünün nefsin tümeli ve aşkın olanı kavrayamayan bir gücü olması da bu anlamı teyit eder. İleri sürülen bir iddianın doğruluk ve gerçekliğini zihin dışında denemek ve sınamak mümkün ise bu bilgi eserin İşârât altındaki paragraflarında yer alır. Kısaca bu bilgiler fizik âlemle ilgili bilgilerdir. Bir konuda ileri sürülen bilgilerin doğruluk ve gerçekliğini yalnızca zihinde denenip sınanması mümkünse bilgiler tembih ile başlayan paragrafta yer alır. Zihin bu nevi bilgileri doğrudan doğruya kavrar ve bilir. Dolayısıyla zihnin bunları kavraması için yalnızca uyarılması ve birkaç örnek verilmesi yeterlidir. Bu tür bilgiler, duyularla algılanamayan varlık veya varlıklarla ilgili bilgilerdir. Zihnin algılamakta en çok zorlandığı alan da burası olduğu için vehimleri çoğunlukla tembih ve tembihler izler yani vehim ve tembihler birlikte gelir. İşaret, tembih ve vehim deyimlerinin yanı sıra zaman zaman tezkire, tabsıra, tekmile, teznib, fâide, nükte, hikâye, hidâye, mukaddime gibi deyimlerle başlayan paragraflar bulunsa da bunlar öncesiyle bağlantılı olan, tüm kitap boyunca birer veya bazen iki kez geçen deyimlerdir. Dolayısıyla kitabın bilgi-bilimsel sistematiğini değiştirecek deyim olarak kabul edilemezler.Bilim ve felsefenin klâsikleşmiş temel metinleri Türkçeye çevrilmeden Türkçede köklü ve kalıcı bir bilim ve felsefe yapma geleneğinin kurulamayacağı düşüncesinden hareketle, doğuda eş-Şeyhur-Reis batıda ise Avicenna olarak bilinen ortaçağların en büyük bilgin ve filozofu İbn Sinânın (980/1037) metinlerini Türkçeye çevrilmesi Litera Yayıncılık tarafından projelendirilmiş ve elinizdeki el-İşârât vet-tenbîhâtın Arapça metni ile birlikte hazırlanan çevirisi bu proje kapsamında hazırlanmıştır. İşârâtın Türkçe çevirisiyle Türk okuyucusu kendi dilinde İbn Sinâyı okuma ve anlama imkânına kavuşacaktır. İşârâtın bu çevirisinde belli bir yazma veya neşre bağlı kalınmayıp başta Süleymaniye Kütüphanesi Fatih bölümü 3173, Laleli 2485, Feyzullah Efendi 1179 ve Tire 448 nolu ve benzeri pek çok yazma ve Mahmud Şihabi (Tahran, 1960) gibi neşirler göz önüne alınarak yeni bir metnin inşasına gidilmiştir.Çağdaş Türkiyede İbn Sinaya ilgi, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar gider. İlk uluslar arası İbn Sina kongresi Atatürk tarafından düzenletilmiş ve bu kongrenin bildirileri Türk Tarih Kurumunun VII. Serisinin 1 nolu eseri olarak yayınlanmıştır. Cumhuriyetin ilk neslinin entelektüel heyecan ve coşkusunun izlerini taşıyan bu araştırmalar, çeşitli nedenlerle kurumsallaşamamış, ilk teşebbüsün ardından İbn Sina ve eserleri uzun bir süre ihmal edilmişti. Çeşitli akademik araştırmalara konu edinilmiş olmasına rağmen büyük düşünürün eserlerinin çevrilmemiş olması, bir talihsizlik olduğu gibi Türkiyedeki felsefi mirasın sağlıklı bir zemine oturmayışının da başat nedenlerinden olmuştu. Ülkemizde bilim ve felsefenin gelişmesine kalıcı bir katkıda bulunmak üzere İbn Sinânın bütün eserlerini metinleriyle birlikte yayınlamayı amaçlayan Litera yayıncılığı bu meşakkatli hedefinde kutlayarak bu çevirinin Türkiyede ve Türkçede bilim ve felsefenin doğup gelişmesine bir katkı sağlamasını diliyoruz.

Öte yandan insanın toplumsal bir varlık olduğu ve ancak hemcinslerinin yardımıyla varlığını sürdürebildiği de bir vakıadır. Bu meyanda insanın toplumsal varlık olması, onun sadece yeme, içme, beslenme vb. gibi fiziksel varlığının bekası için değil, bunlarla birlikte bilen bir canlı olmasının da gereği ve koşulu olarak ortaya çıkar. İnsan bilen bir canlı olarak, çevresini gözler, nesneleri sınıflar, soyutlama yapar, anlamlandırır, eşyaya ad verir, yorumlar, değerlendirir, hemcinsleri ve bütün varlıklar içinde kendi ayrımına ve farkına varır. Bütün bunları ise, dil vasıtasıyla hemcinsleriyle paylaşır ve yine dil vasıtasıyla hemcinslerinin tecrübelerine ve birikimlerine katılır. Bu noktada düşünme, insanın salt bir özne olarak varlığı gözlemlemesi ve kendi yerini bulma sürecindeki trajik yalnızlığını aşarak, bireyler arasında bilginin ifade-istifade ve aktarma, kısaca iletişim süreçleriyle iç içe girer ve gelişir. Bu bağlamda dil, insanın bir yandan toplumsal varlık olmasını sağlarken, öte yandan onun bilen ve bilgisini ifade eden bir varlık olmasını sağlayan bir araç olarak ortaya çıkar.Merkezinde bilen özne olarak insanın bulunduğu dil-düşünce-varlık ilişkisi, en kadim tartışmaların etrafında şekillendiği karmaşık bir bahis olarak görünür. Dil, bazen bir düşünme biçimi, bazen hakikat için bir ev, bazen hakikate bir perde, bazen bir iletişim aracı, bazen insanın geleneksel düşünüşe katılmasının ve toplumsallaşmasının aracıdır. Ama hepsinden önemlisi, insanın düşünen bir canlı o... tümünü göster


Değerlendirmeler

değerlendirme
Filtrelere göre değerlendirme bulunamadı

Baskı Bilgileri



ISBN
975-6329-04-1

Etiketler: islam felsefesi

Şu An Okuyanlar

Şu anda kimse okumuyor.

Okumuşlar

Okumuş kimse bulunamadı.

Okumak İsteyenler

Okumak isteyen bulunamadı.

Takas Verenler

Takas veren bulunamadı.
Puan : hepsi | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10
Değerlendirme Zamanı: en yeni | en eski