Bu yazarımız da modaya uymuş ve küçük hikayelerin öykülerini yazmış. Anlatımı daha güzel olsaydı keşke. Böylelikle diğerlerinden ayrılırdı.
Yazarın bu kitabı da kısa ve vurucu hikayelerle doluydu. Tek takıldığım nokta neden bu kadar fazla cinsel sapkınlıklar üzerinde durduğu. Her kitabı bu konuları mı kapsayacak yoksa kendini tekrar etmekten vazgeçebilecek mi?
Nedense Homes'un hikayelerini okurken konsantrasyonumu kaybediyorum ve hayallere dalıyorum. Ama bu Conan Doyle'un yeteneğini göz ardı ettirecek bir husus değil elbette.
Yazar -nedense- son 150 sayfada kitabın üstündeki hakimiyetini kaybetti. Bütünlüğü koruyamadı. Hatta her cümlesinde yazmaktan sıkıldığını hissettim. Muhtemelen yazar tıkanıklığı yaşadı bu noktada ve kalan kısımda hikaye çok zorlama aktı. Ayrıca Osmanlı döneminde geçen bir romanda "bebeğim, kuzen, götünü keserler" gibi çağın diline uymayan söylemlerin yer alması bütün inandırıcılığı öldürdü. Bütün bu acemiliklere rağmen geniş kelime dağarcığı ve güzel anlatımı bundan sonraki romanları için umut veriyor.
Yazarın kullandığı dil harikaydı. Kelimelerine yansıyan melankoliyi de Tezer Özlü'nün ruh haline çok benzettim. İnsan anlatımın büyüsüne kapılınca hikayeyle, kitabın ne anlattığıyla hiç alakadar olmuyor.
Ben bu kitabı pek sevemedim. Önceden yazılmış absürt hikayeler ve cümleler romanın içine yamanmış gibi yerini yadırgıyordu. Zaten bu absürtlük de Murat Menteş'ten özenti. Merak ediyorum her mizahi roman yazan Menteş'i taklit etmek zorunda mı? Daha özgün çalışmalar okumak istiyor insan. Maalesef tebessüm dahi ettirmedi.