ilahiyatçının dinler tarihi günlüğü

Profil Resmi
3 takip ettiği ve 3 takip edeni var. 41 değerlendirme yapmış.

Son Aktiviteler

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 11 yıl, 3 ay
Profil Resmi
ilahiyatçının dinler tarihi günlüğü, Dinler Tarihi adlı grupta yeni bir tartışma konusu açtı.
İslamın Üstünlüğü

İnsanların dünya ve ahiret saadeti için Allahu Tealanın vaz'ettiği ve insanlık tarihiyle başlayan hak din, Adem a.s'ın bildirdiği İslam'dır. Nitekim Allah-u Teala ''Allah katında tek din İslam'dır'' buyurmuştur. Her peygamber gönderildiği milletlere her devirde, bu gerçeği bildirmiş Allah'ın ilahi dinini, yüce emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmiş, bu hükümleri kendi nefsinde tatbik ederek ve bizzat yaşayarak milletine örnek olmuştur. Bu ilahi esasa göre yaratıcımız Yüce Allah, yarattığı ilk insana peygamberlik rütbesi vermiş, ilahi sırlarını bildirmiş, melekelerine O'na ta'zimi emretmiş böylece Adem oğullarına dini yaşayışı kudsi bir meslek haline getirmiştir. Artık beşeriyet için yegane hak din İslam, asil ve kudsi bir hayat kanunu olmuştur. Fakat aynı zamanda hür bir iradeye sahip olan insanoğlu imtihan dünyası olan bu dünya hayatında daima hak dine ve peygamberlere tabi olmamış, bazen nefsine ve şeytana kapılarak delalete sapmış, Allah'a ve resullerine itaatsizlik göstermiştir. Zaman zaman zuhur eden müfsitlerin bozguncu hareketleri ve sapık fikirleriyle sağlığı bozulan ve hakikatleri kaybolan ilahi dini ihya etmek ve insanlara yeniden öğretmek gayesiyle Alahu Teala her devirde peygamberler göndermiş, onlara indirdiği yeni suhuf ve kitaplarla yüce dinini yenilemiş ve değişen cemiyetlerin ihtiyaçlarına göre dinini de geliştirmiştir. Ancak o zamanın imkanlarıyla bu kitapların ilahi hüviyeti muhafaza edilememiş, hatta geçici heves ve maksatlarla tahrif ve tebdile uğrayarak değiştirilmiş, bazı insanlarca yeniden yazılmış, böylece bir çok Tevrat ve İncil nüshaları meydana gelmiştir. Bu davranışlar, Allah'ın vaz'ettiği hak dinin ilahi hüviyet ve asaletini zamanla bozmuş, aslında ilahi olan geçmiş Mukaddes Kitapların kaybolmasına sebebiyet vermiştir. Nitekim bu tahrip ve tebdil sonunda yazılan İnciller adedince yeni , Muharref Dinler ortaya çıkmış, Yahudilik ve Hristiyanlık insanları bir Allah'a ve Mukaddes bir kitaba bağlayamaz hale gelmiştir. Bu konuda Allahu Teala şöyle buyuruyor: ''Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler. Hristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar! (Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır (Tevbe 30-31). İşte bu duruma düşen, şirk, isyan ve delalet bataklığına gömülen insanlığa, hidayet rehberi ve alemlere rahmet olarak en son peygamber olarak Hz. Muhammed gönderilmiştir. Böylece daha önce gönderilen peygamberlerin devri kapanmış, indirilen ilahi kitapların hükümleri kaldırılmıştır. Çünkü bu kitaplarla bildirilen ilahi hükümler, Kuran-ı Kerim'le kemale erdirilmiş, Allah'ın razı olduğu yegane kitap Kuran , beşeriyetin en son insanlık alemine sunulmuştur. Artık Allah katında kabule şayan yegane din İslam, hükmü değişmeyecek yegane kitap Kuran,beşeriyetin en son peygamberi ve hidayet rehberi Hz. Muhammed Mustafa olmuştur. ''Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız (Hicr 9).
Bu gerçekleri bilen ve gören her aklı selim sahibi, artık son peygamber Muhammed a.s inanmakta, Kuran hükümlerini kabul ederek yegane hak din İslam2ı seçmekte tereddüt etmez. Çünkü Allah'u Teala Ali İmran suresinde ''Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur (Ali İmran 19).'' buyurmuş daha sonra aynı surede: ''Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır(85).'' buyurularak kurtuluşun ve ebedi saadetin İslam'da olduğu bildirilmekte,İslamiyetten başka bir dinde olanların inkarda ve delalette kaldıkları ahirettede hüsrana ve azaba düşecekleri beyan edilmektedir. ''O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir (Tevbe 33).''
İslamiyette kurtuluş ve saadetin anahtarı; iman ve salih amellerdir. Allah'a ,Rasulüne, ahiret hayatına ve dieğr iman esaslarına gönülden inanan, aklını hakka, kalbini hayra, azasını güzel ve faydalı işlere bağlayan hakiki müslümandır.

İnsanların dünya ve ahiret saadeti için Allahu Tealanın vaz'ettiği ve insanlık tarihiyle başlayan hak din, Adem a.s'ın bildirdiği İslam'dır. Nitekim Allah-u Teala ''Allah katında tek din İslam'dır'' buyurmuştur. Her peygamber gönderildiği milletlere ... tümünü göster

11 yıl, 3 ay
Profil Resmi
ilahiyatçının dinler tarihi günlüğü, Dinler Tarihi adlı grupta yeni bir tartışma konusu açtı.
Mescid İbadet İlişkisi

İslam dini, mescid-ibadet ilişkisi açısından diğer dinlere göre farklılıklar göstermektedir. Çünkü İslam'da ibadet sadece mescide bağlı olmayıp evde, çarşıda-pazarda, iş yerlerinde, hatta yeryüzünün her hangi bir yerinde yapılabilmektedir. Hz. Peygamber bu hususta şöyle buyurmuştur: ''Evlerinizde namaz kılmak için bir yer tahsis edin; o yerleri temiz ve düzenli tutun ve evlerinizi kabristana çevirmeyin.''
''Bana, benden önceki peygamberlere verilmeyen beş şey verildi:: Ben, düşmana bir aylık mesafeden korku salmakla yardım olundum; bana yeryüzü temiz ve mescid kılındı; her peygamber hususi olarak kavmine gönderildiği halde ben bütün insanlara gönderildim ve bana kıyamet gününde şefaat etme izni verildi.''
''Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve iş yerinde kıldığı namazdan yirmi beş veya yirmi yedi derece daha sevaptır.Eğer sizden biri güzelce abdest alır ve namazdan başka bir şey düşünmeksizin mescide gelirse,mescide gelirken atmış olduğu her adımdan dolayı Allah onun derecesini bir kat daha artırır ve bir hatasını da bağışlar. Mescidde kaldığı sürece de namaz kılmış kabul edilir ve melekler de kendisine dua eder.'' Hz. Peygamber mescide gidip cemaatle namaz kılma imkanı olmayanların, namazlarını evde kılabileceklerine işaret etmek istemiş, bunun yanında cemaate katılma imkanı olduğu halde katılmayanların, namazlarını evlerinde kılmalarını da tasvip etmemiştir.
Bir gün gözleri görmeyen birisi, Hz. Peygambere gelmiş, mescide gelip gitme konusunda kendisine yardım edebilecek kimsesi olmadığından namazlarını evde kılması için ruhsat istemiştir. Hz. Peygamber önce izin vermiş, fakat adam dönüp giderken, ezanı işitip işitmediğini sorduğunda âmâ ''evet'' deyince, ''öyleyse icabet et'' buyurmuştur. Öte yandan nafile namazların evde kılınması uygun görüldüğü gibi, yasaklanmamakla birlikte, hanımların da fitne endişesinden dolayı namazlarını evlerinde kılmaları tavsiye edilmiştir.
Yahudi ve Hristiyanlara yeryüzü temiz sayılmadığından, onlar ibadetlerini mabed ve evlerinde yapıyorlardı. Fakat hadis-i şerifle birlikte Müslümanlar için böyle bir şeyin söz konusu olmadığı belirtilmiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ''Biz, üç şeyle diğer insanlardan üstün tutulduk:saflarımız meleklerin safları gibi tutuldu, yeryüzünün tamamı bize mescid kılındı, su bulamadığımız zaman toprak bizim için temiz sayıldı.'' Yeryüzünün ümmet-i Muhammed'e temiz ve mescid kılınmış olmasıyla aynı zamanda, Yahudi ve Hristiyanlar tarafından zaman içinde oluşturulan resmi mabed anlayışı da ortadan kaldırılmıştır.
Esasen cemaatle namaz kılmanın bir esprisi de, cemaatle kılınan namaz vasıtasıyla günde beş defa bir araya gelen Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği sağlamak, karşılıklı yardım ve dayanışmayı gerçekleştirmek, cemaat arasında kardeşliği pekiştirmek, ve böylece inananlar arasında kollektif şuur veya İslami kimlik oluşturmaktır. Hz. Peygamber ''Şüphesiz mü'min, diğer mü'min kardeşi için, bir kısmı diğer kısmını destekleyen bina gibidir.'' buyurmuş bunu yaparken de parmaklarını birbirine geçirmiştir.
Diğer bir hadiste de Peygamber efendimiz şöyle buyurmuş : ''Münafıklara en zor gelen namazlar, yatsı ve sabah namazlarıdır.Eğer ashabım sabah ve yatsı namazlarının ne kadar sevap olduğunu bilselerdi, emekleyerek bile olsa, mutlaka ona iştirak ederlerdi.''

İslam dini, mescid-ibadet ilişkisi açısından diğer dinlere göre farklılıklar göstermektedir. Çünkü İslam'da ibadet sadece mescide bağlı olmayıp evde, çarşıda-pazarda, iş yerlerinde, hatta yeryüzünün her hangi bir yerinde yapılabilmektedir. Hz. Peygam... tümünü göster

11 yıl, 3 ay
Profil Resmi
ilahiyatçının dinler tarihi günlüğü, Dinler Tarihi adlı grupta yeni bir tartışma konusu açtı.
Hristiyanlıkta Dua ( http://ilahiyatcinin-dinlertarihi-gunlugu.blogspot.com/2012/11/hristiyanlkta-dua.html )

Hristiyanlıkta ibadetin özünü Mesih vasıtasıyla Allah'a yaklaşma vesilesi olarak kabul edilen 'dua'' oluşturur. Duanın iki şartı vardır: Birincisi Mesih'in adıyla başlamaktır. Bunun sebebi ; insan günaha düştüğünden dolayı Tanrı'nın rızasından uzaklaşmıştır. Ancak Mesih'in kanı sayesinde bu uzaklık zail olmuştur. Pavlus bu hususu şöyle dile getirmektedir. ''Fakat bir zamanlar uzak olan sizler, şimdi Mesih İsa'da, Mesih'in kanı sayesinde yakınsınız (Efeslilere Mektup 2:13.) İsim her zaman müsemmayı, yani adı taşıya varlığı temsil eder. Bunun için duaya Mesih'in adıyla başlamak, onun dua edenle bütünlüğünü temsil eder. Öyle ki artık dua edenin isteği onun isteği, dua edenin salahı onun salahı, dua edenin hayatı onun hayatı olur.
Duanın ikinci şartı, tam bir inanç ve itimat ile yapılmasıdır. Nitekim Markos İncili, İsa'nın şöyle dediğini nakleder: ''Doğrusu size derim: Kim bu dağa 'kalk denize atıl' der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir. Kalkıp dua ettiğiniz zaman, birine karşı bir şikayetiniz varsa onu bağışlayın ki, göklerde olan babanız da sizin suçlarınızı bağışlasın (Markos 11: 24-25.)
Dua putperestlerinkinden farklı olarak, alçak sesle ve ağırbaşlı olmalıdır (Matta 6: 5-6) Birde duayı sıkı tutmalı , ısrarlı olmalıdır (Luka 18: 1-8).
Hz. İsa dua etmeyi teşvik ederken şu tavsiyelerde bulunurdu: '' Dua ettiğiniz zaman iki yüzlüler gibi olmayın. Onlar herkes kendilerini görsün diye havralarda ve caddelerin köşe başlarında dua etmekten zevk alırlar...Siz ise dua edeceğiniz zaman odanıza girip kapıyı örtün ve gizlide olan Baba'nıza dua edin... Dua ettiğiniz zaman putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar. Siz onlara benzemeyin. Çünkü Baba'nız nelere gereksiniminiz olduğunu daha siz O'ndan dilemeden önce bilir. Bunun için siz şöyle dua edin:
Göklerdeki Babamız;
Adın kutsal kılınsın.
Egemenliğin gelsin.
Gökte olduğu gibi yeryüzünde de
Senin istediğin olsun.
Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver.
Bize suç işleyenleri bağışladığımız gibi
Sen de izim suçlarımızı bağışla.
Ayartılmamıza izin verme.
Kötü olandan bizi kurtar.
Çünkü egemenlik, güç ve yücelik
Sonsuzlara dek senindir. Amin'' (Matta 6: 5-14)

Hristiyanlıkta ibadetin özünü Mesih vasıtasıyla Allah'a yaklaşma vesilesi olarak kabul edilen 'dua'' oluşturur. Duanın iki şartı vardır: Birincisi Mesih'in adıyla başlamaktır. Bunun sebebi ; insan günaha düştüğünden dolayı Tanrı'nın rızasından uzakla... tümünü göster

11 yıl, 3 ay
Profil Resmi
ilahiyatçının dinler tarihi günlüğü, Dinler Tarihi adlı grupta yeni bir tartışma konusu açtı.
TEVRAT VE KURAN-I KERİM’DE İLK İNSAN

İlk insan Kıssası Tevrat’ın birinci babı ile beşinci babları arasında yer almaktadır. Burada konu baştan sona kadar anlatılmaktadır. Tekvinin 1. babı 26. cümlesinde ilk insanın yaratılışına rastlamaktayız: “ve Allah dedi: suretimizde benzeyişimizde insan yapalım...”
Ancak Tevrat’ta ilk insanın yaradılışı ve zamanı iki hikayede farklı biçimlerde nakledilmektedir. “Ruhban Metni” denilen birinci rivayete göre; insanın yaratılışının altıncı gününde diğer bütün varlıklardan sonra Tanrıya benzer bir surette ilk defa erkek ve dişi olarak yaratılmıştır. “Yahvist metin” adı verilen ikinci hikayede ise önce erkeğin daha sonra da onun kaburga kemiğinden kadının yaratıldığı anlatılır. İlk insan adam bizzat Tanrı tarafından yerin toprağından yapılmış daha sonra burnundan hayat nefesi üflenerek canlı bir varlık haline gelmiştir. Hemen şunu belirtelim: Adem ismi İbranice’de insan türü için kullanılan müşterek bir isimdir. Bunun için Ahd-i Atik’te bu kelime insan ve türü anlamında beş yüzden fazla yerde nadiren de özel isim olarak ilk insan için kullanılmıştır. Böylece Tekvin’in ilk beş babında bu kelime hem özel bir isim olarak hem de insan türü ve ilk insan manalarında kullanılmıştır. Çağdaş yorumcular kelimenin Tekvin (3/17.)’e kadar “insan türü” anlamında kullanıldığı kanaatindedirler.
Tevrat’a göre alemin yaratılışından sonra yeryüzüne Allah yağmur yağdırmış ve toprağı işlesin diye topraktan adam yaratır. Rab Allah onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can olur. Rab Allah şarka doğru Aden’de bir bahçe dikmiştir. Yaptığı bu adamı bu bahçeye koydu. Bahçeye her türlü meyve ağaçlarını dikti ve ortaya da iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi. Adama “Bu ağaçtan yeme” dedi. Bu arada adam her mahlukun adını koymaya başladı sonra Allah kaburga kemiğinden adama yardımcı yaptı ve adam bunun adını Nisa koydu. Nisa denilmesinin sebebi olarak Tevrat’a göre “o insandan alındı” diyerek bahsedilir. Tevrat’a göre adam ve karısı çıplaktılar ( Tekvin 2/ 1-25).
Tevrat’a göre Hz. Adem ile Havva’yı saptırmaya çalışanın yılan olduğunu görüyoruz. Yılan ilk önce kadını daha sonra kocasını nasıl kandırdığını Tevrat’ın Tekvin bölümünün 3.babında genişçe bahseder. Sonunda adam ve karısı yasak ağacın meyvesinden yerler. İkisinin de üzerleri açılır ve çıplak olduklarını anlarlar. İncir yapraklarından kendilerine önlükler yaparlar. Günün serinliğinde bahçede gezmekte olan Rab Allah'ın sesini işittiler. Rab Allah onların gizlendiklerini görünce olup biteni sorar ve yasak meyveden yediklerini anlar. Yılana der ki: “Kır hayvanlarının en lanetlisi olacaksın , insan soyuyla seni soyun arasına düşmanlık koyacağım” der. Kadına da “Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım , ağrı ile çocuk doğuracaksın ve arzun kocana olup kocan sana hakim olacak” der. Ve adama der: “Karının sözünü tuttuğun için toprak senin yüzünden lanetli oldu, ömrünün bütün günlerinde zahmet ile yiyeceksin ve sana diken ve çalı bitirerek kır otunu yiyeceksin.” İleriki cümlelerde adamın adının Adem olarak karşımıza çıktığını görüyoruz ve Adem karısının adına Havva demiştir.
Çünkü bütün yaşayanlarının anası manasına gelmektedir (Tekvin 3/1-21).
İnsanın dünyadaki konumu ve Ahiret ’te ebedi hayatında elde edeceği sonuç ile ilgili olarak Hz. Adem ve İblis kıssası Bakara, Araf, Hicr, İsra, Kehf, Taha ve Sad sürelerinde ele alınmakla birlikte her surede farklı uzunlukta değişik siyak içinde, farklı üslup ve ayrıntılarla bulunduğu muhtevaya göre hedeflenen gayelerle anlatılır.
Bakara suresi 30. ayette bunun sebebi açıklanmaktadır: “Rabbin meleklere ;Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dediği vakit onlar; “Orada nizamı bozacak, kan akıtacak bir mahluk mu Yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd ve ibadet edip seni tenzih etmekteyiz” dediler. Allah; “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. Tekvin 1-26. cümlede buna benzer ibare şöyledir: “ve Allah dedi; suretimizde insan yapalım yeryüzüne, göklere ve her şeye hakim olsun ve Allah insanı kendi suretinde yarattı...” Ancak Hz. Adem’in yaratılışı sırasında meleklerle Allah arasında geçen bu diyalogdan bahsedilmemektedir. Bakara 31. Ayette “ve Adem’e bütün isimleri öğretti. Müteakiben önce onları meleklere göstererek; “iddianızda tutarlı iseniz haydi bana şunları isimleriyle birlikte bildirin bakalım’ dedi. 32. Ayet: “ Ya Rab sen sübhansın senin bildirdiklerinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler. 33.ayet: “Allah ; “Ey Adem Eşyanın isimlerini sen onlara bildir” dedi. O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu; ve ben sizin gizlide açıkta yaptığınız her şeyi de bilirim dememiş miydim?”. 34. Ayet: “O vakit meleklere; “Adem’e secde edin” dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. Buraya kadar ki kıssada görüyoruz ki, Hz. Adem her şeyin ismini koymaktadır. Bunu Kitab-ı Mukkaddes de zikreder. (Tekvin 2- 20). Ancak meleklerle Allah arasında geçen böyle bir diyalogdan Kitab-ı Mukaddes söz etmemektedir.
Araf süresinde İblis’in secde etmeme sebebini ayet 12 açıklamaktadır: “Allah Şöyle buyurdu: ‘Söyle bakalım, sana emrettiğim halde secde etmene mani olan nedir?’
İblis: ‘ ben ondan daha üstünüm, çünkü sen beni ateşten yarattın, onu ise bir çamur bir çamur parçasından yarattın'. ( el-Hicr 15/30,31; Sad 38/76; 55/14,15; el-A’râf 7/12). “Çabuk oradan in” buyurdu . Allah “Öyle orada kurulup da büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çabuk oradan in, Çünkü sen alçağın tekisin.” (el-A’râf 7/13).
14. Ayet: “Bana onların diriltilecekleri kıyamet gününe kadar mühlet verir
15. Ayet: “Allah haydi sen mühlet verilenlerindensin” buyurdu (el-Araf 7/15).
16. ve 17. Ayet: “Öyle ise dedi sen beni azgınlığa mahkum ettiğin için ben de onları gözetlemek üzere senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım. Sonra onların gah önlerinden gah arkalarından gah sağlarından gah sollarından Sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, sen de onların ekserisini şükreden kullar olarak bulamayacaksın dedi.(el-Araf 7/16-17).
18 Ayet: “Allah dedi: “Alçak ve kovulmuş olarak çık oradan. Onlardan kim sana uyarsa iyi bilin ki cehennemi sizlerle dolduracağım” (el-Araf 7/18).
İblis ile Allah arasında geçen böyle bir konuşmaya Tevrat’ta rastlamadık. Zaten Tevrat’a göre Hz. Adem’in ve Havva’nın cennetten çıkarılışını sağlayan yılandır.
19 Ayet: Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşiniz, istediğiniz her şeyden yiyip içiniz ancak sakın şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz. (el-Araf 7/19).
20 ve 21. Ayetler: “Fakat şeytan onlara gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: “Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi sizin meleklerden veya ölümsüz hayata kavuşanlardan olmanızı engellemektir” diyerek kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin etti (el-Araf 7/20-21)
22. Ayet: Böylece onları aldatarak mevkiinden düşürdü. O ağacın meyvesini tadar tatmaz edep yerlerinin açık olduğunu fark ettiler. Derhal buldukları cennet yapraklarıyla edep yerlerini örtmeye başladılar. Onların Rabbi ise nida edip buyurdu: “Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi? Ben şeytanın sizin düşmanınız olduğunu söylemedim mi? Niçin beni dinlemediniz de bu perişan duruma düştünüz? (el-Araf 7/22).
Tevrat’ta da Hz. Adem ve Havva’nın çıplak olduklarını görüyoruz. Ancak yılan onları kandırırken Kur’an’daki ölümsüzlüğü vaat etmemiş sadece iyiliği ve kötülüğü bilerek Allah gibi olmayı bildirmiştir. Kur’an’da meyveyi ilk tadanın kim olduğu bildirilmez oysa Tevrat’a göre ilk tadan Havva’dır. Yine Tevrat’ta haşa Allah -bir insan gibi bir mahluk gibi- günün serinliğinde bahçede gezmekte olan Rab Allah’ın sesini Adem ile Havva’nın işittiğini görüyoruz (Tekvin Bab 3/1-23). Bu ifadelerin hiç birisi Kur’an’da yer almaz. Buradaki cümlelere baktığımızda
yılana, Adem’e , Havva’ya ceza verildiğini ve hayat ağacının yolunu korumak için Aden bahçesinin şarkına Kerubileri ve her tarafa dönen kılıcın ateşinin konulduğundan bahsediliyor. Tevrat’taki bu cezalandırılma bütün insan soyunu kapsayan bir cezalandırmadır. Kur’an’a göre böyle bir cezalandırmadan bahsedemeyiz. Çünkü hiç kimse kimsenin günahını üstlenmez ( ez-Zümer ).
Taha 122 ve 123. Ayetlerde bu konuya ışık tutacak ayetleri görüyoruz. Buna göre, 122. ayet; “sonra Rabbi onu seçti tövbesini kabul etti ve onu hidayete erdirdi. 123. Ayet; “onlara hitaben buyruldu: kiminiz kiminize düşman olarak cennetten yere ininiz. Sonra ne zaman benden bir rehber gelir de kim ona uyarsa artık o ne şaşırır ne de bedbaht olur.” Bu ayetler gösteriyor ki, Allah Hz. Adem ve Havva'nın tövbelerini kabul ettikten sonra dünyaya gönderiyor. Demek ki dünyaya gönderilme bir ceza değil bir taltiftir. İnsanı Allah dünyaya kendi halifesi olarak göndermiş olmaktadır. Dünyayı mamur etme yetkisi ile insanı donatıyor. Bu görevlendirmede gerekçesiz değildir. Gök yer ve dağlar bu görevi kabul etmezken (Ahzap 33/72) sadece insan bu görevi üstlenmiştir. Hz. Adem'in ömrü yetmeyeceği için onun evlatları kendisine halef
olmuştur. Bütün bunlarda kaderi ilahinin cilvelerini görmekteyiz. Ayrıca Hz. Adem ve Hava'nın bulunduğu yerin Tevrat’a göre dünyada bulunan Aden olduğunu görüyoruz. Kur’an ise bulundukları yere sadece cennet diye bahsetmektedir. Bir kısım müfessirlere göre burası dünyada bir yer olması gerekirse de çoğunluk burasının öbür alemdeki cennet olacağı kanaatini taşımaktadırlar.

İlk insan Kıssası Tevrat’ın birinci babı ile beşinci babları arasında yer almaktadır. Burada konu baştan sona kadar anlatılmaktadır. Tekvinin 1. babı 26. cümlesinde ilk insanın yaratılışına rastlamaktayız: “ve Allah dedi: suretimizde benzeyişimizde i... tümünü göster

11 yıl, 7 ay
Profil Resmi
ilahiyatçının dinler tarihi günlüğü, Dinler Tarihi adlı grupta yeni bir tartışma konusu açtı.
ÇİN VE HİNT DİNLERİNE GÖRE GÜNAHIN KAYNAĞI

Genellikle dinler, insanoğlunun zamanla uzaklaştığı saf, arı-duru bir konumunun bulunduğuna inanmaktadır. Buna göre, insanlığın ilk dönemlerinde bütün insanların mutlu ve huzurlu olduğu bir çağ vardı. Başlangıçta her şey mükemmel idi, sonraları bu mutluluğu bozan bir şeyler oldu ve işler tersine döndü. Bu konum Çin dinlerinin nizam ve doğru yol dedikleri varoluşsal ve ahlaki yöntemde kendisini göstermektedir. Söz konusu durum, bireyi esas alan Taoizm için olduğu kadar, toplumu esas alan Konfüçyanizm için de geçerlidir. Lao Tse ve öğrencilerine göre, bireysel varoluş evrensel varoluşun bir parçası olup, bu nizamdan uzaklaşma insanı günaha sürükler. Kurtuluşun yolu evrensel varoluşla tam bir birlik oluşturmaktadır. Bu ise şefkat, samimiyet, nezaket, alçakgönüllülük ve sevgi gibi erdemlerden oluşan üstün ahlaki ilkelere uymakla gerçekleşir. Bunun sonucu da, yapay vehimlerin şekillendirdiği kişilikten kurtulma ve bir anlamda insanda ilahi kişiliğin açığa çıkması yönündeki değişme olur. Ahlak yasası yoluyla varlığı şekillendirmenin en önemli iki şartı, insandaki en üstün şeye, yani akla uymak ve insandaki en düşük şeyden, yani nefsi eğilimlerden ve bedeni kuvvetlendirmekten uzak durmaktır. Bu şekilde, aklı en son takatine kadar kullanmak suretiyle insan nefsini arındırır ve Gök’ün iradesinin yerine getirmiş olur.
Aynı şekilde Hint dinlerinde günah, insanın kendi öz tabiatından ve ya hakikatinden uzaklaşmasından meydana gelir. Bu uzaklaşma, Hinduizm ve Budizm’de bireye kendi kendine yetme vehmi verir ve insan kendisini hakiki ve bağımsız bir varlıkmış gibi görmeye başlar. Böylece birey, sınırsız bir kazanma, yaşama hırsı ve hayata devamlı geri gelme iştiyakıyla dolar. Taoizm’de ki kozmik düzen Hinduizm’de Brahman adını alır. Brahman her şeyi harekete geçiren mutlak hakikattir. Beşeri varlığın kurtuluşu Brahman’ı idrak etmekle başlar. Erdemli hayat, Atman ile Brahman arasındaki birliği gerçekleştirmek için gösterilen çabalardan ibarettir. Bu amaca ulaşma yollarından biri olan Yoga söz konusu birliği sağlamak için nefsani hevesleri öldürerek nefsi temizlemeyi hedef edinen manevi bir eğitim türüdür. Dua meditasyon yoluyla nefs temizlendiği zaman, insan kurtuluşu gerçekleştirme yolunda kendisine çok yardımcı olacak olan sahih amelleri yapma yeteneği de elde etmiş olur. Hinduizm, Caynizm ve Budizm’in her üçünde de günah maddeyle bağlantılı olduğu için, günahtan kurtulmanın yolu, maddeden kurtulmaktır. Buna göre görünen maddi alem sadece bir vehimdir ve onu bilmek için uğraşmak cehalettir. Bu yüzden de mutlaka hakikat, maddeden tamamen uzak kalmakla elde edilir.

Genellikle dinler, insanoğlunun zamanla uzaklaştığı saf, arı-duru bir konumunun bulunduğuna inanmaktadır. Buna göre, insanlığın ilk dönemlerinde bütün insanların mutlu ve huzurlu olduğu bir çağ vardı. Başlangıçta her şey mükemmel idi, sonraları bu m... tümünü göster

11 yıl, 7 ay
Daha Fazla Göster

ilahiyatçının dinler tarihi günlüğü şu an ne okuyor?

Kutsal Kitap (Tevrat, Zebur, İncil)

%0

Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam

%0

İslam Toplumunda Yahudiler

%0

Favori Yazarları (0 yazar)

Favori yazarı yok.