PulpFiction

Detayları:  Ankara, 32 yaşında,
103 takip ettiği ve 378 takip edeni var. 147 değerlendirme yapmış.

Son Aktiviteler

PulpFiction kütüphanesine ekledi.
Sefiller (2 Cilt Takım)

Hayatın içinde yoksulluk ve çaresizlikle savrulanların, toplumun en alt kesimlerinde yaşayanların romanı... Victor Hugo'nun 1862 tarihli başyapıtı Sefiller, ailesine ekmek götürebilmek için hırsızlık yapan ve bu yüzden kürek mahkûmiyetine çarptırılan bir adamın hikâyesi. Aldığı ağır cezanın bedelini ömrü boyunca ödeyen Jean Valjean'ı merkezine alan roman, yoksulluğu, toplumsal adaleti ve dayanışmayı anlatıyor. Tarihsel bir tuvalin ardına gömülen Sefiller, bir kaçak hayatı süren Jean Valjean'ın yaşamı çevresinde 19. yüzyıl Fransası'nın toplumsal ve politik kargaşasını gözler önüne sererek mücadelenin, hayatta kalmanın romanı olarak çıkıyor karşımıza. "Sefiller bir merhamet kitabıdır, kendisine fazlasıyla sevdalı ve ölümsüz kardeşlik yasasını pek az dert eden bir topluma sersemletici bir hizaya gelme çağrısıdır... Yoksulların savunusudur." -Charles Baudelaire-

Hayatın içinde yoksulluk ve çaresizlikle savrulanların, toplumun en alt kesimlerinde yaşayanların romanı... Victor Hugo'nun 1862 tarihli başyapıtı Sefiller, ailesine ekmek götürebilmek için hırsızlık yapan ve bu yüzden kürek mahkûmiyetine çarptı... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 8 yıl, 10 ay
PulpFiction kütüphanesine ekledi.
Ağla Sevgili Yurdum

1930'lu yıllarda Güney Afrika'da birtakım yenilikler yapılmaya başlanmış; ancak, alabildiğine ilkel koşullarda yaşayan, ezilen, sömürülen, hor görülen kara derili insanların bu değişime ayak uydurmaları son derece sancılı olmuştur. Hem zorlu bir yaşamla hem de aynı ölçüde acımasız beyazlarla cebelleşen; ama o ülkenin kendi ülkeleri olduğu ve sevgide, acıda, emekte dayanışma içinde olmaları gerektiği bilincini edindikçe kendilerini kanıtlama savaşımına girişen bu insanların dramı, Ağla Sevgili Yurdum'da tüm çıplaklığıyla sunulmuştur. Mehmet Harmancı'nın akıcı Türkçesiyle okurumuza kazandırılan roman, sömürüye başkaldırının elkitabıdır.

1930'lu yıllarda Güney Afrika'da birtakım yenilikler yapılmaya başlanmış; ancak, alabildiğine ilkel koşullarda yaşayan, ezilen, sömürülen, hor görülen kara derili insanların bu değişime ayak uydurmaları son derece sancılı olmuştur. Hem zorl... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 8 yıl, 10 ay
PulpFiction kütüphanesine ekledi.
Hamlet

William Shakespeare (1564-1616) : Oyunları ve şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle yaklaşık 400 yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini etkilemeyi sürdüren efsanevi yazar, Hamlet'de aşk, akrabalık ve iktidar ilişkileri ile intikam arzusunu birbirini izleyen cinayetlerin örgüsünde ele alır. Kaynağı eski kuzey masallarına kadar uzanan bu tragedya sadece Shakespeare'in değil, dünya tiyatro tarihinin de en tanınmış eserlerindendir. Üzerine binlerce kitap yazılan Hamlet, çağımızda en çok sahneye konulan oyunlardan biri olmuştur.

William Shakespeare (1564-1616) : Oyunları ve şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle yaklaşık 400 yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini etkilemeyi sürdüren efsanevi yazar, Hamlet'de aşk, akrabalık ve iktidar ilişkileri ile inti... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 8 yıl, 10 ay
PulpFiction kütüphanesine ekledi.
Kalanlar

Doğumum bile bir kökünden kopma idi. On yaşıma kadar, çevremi, özellikle çevremdeki sessizliği kavramaya çalıştım... Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım... Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Dünyayı kavradığını sandım... Kırk yaşındayım. Bugün, gecenin bazı saatlerinde kitlenin anlamsız gürültüsü içinde boğuluyorum... Kendimi öldürmeye çalışıyorum... Özlemlerim kalmadı. Bıraktım. Hepsini kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım... Ve bana ölümsüzlerin sonsuz acıları kaldı. Efsane sahibiyle yüzleşiyor. TADIMLIKBerlin, 19 Ocak 1982 Büyükanne. Aklaşmış saçlarını toplamış, yüzü ince. Sıska bacakları. Hep mutfakta, midesine bir bıçak dayamış olarak yakaladığım büyükanne, hareketsiz. Ne kendi kıpırdıyor, ne de bıçağı kıpırdatıyor. Ñ Ne yapıyorsun burada? diye soruyor çocuk. Ñ Kendimi öldürmeye çalışıyorum. Anıların tüm görüntülerini vermeyeceğim. Sonsuz gerideler. Bu görüntülerin renkleri soldu. Ama kaybolmadılar. Benim sönüp gitmemi bekliyorlar. Bu kadar hain bu görüntüler. Sen sonsuz yaya kaldırımlarından gitmiş, sonsuz gecelerce sevişmiş, sonsuz zamanlar sindirmiş olabilirsin içine. Böylesine hain bu görüntüler, yok olmuyorlar. Seni söndürüyorlar yavaş yavaş. Yeşil yayla rengi bugün gri yeşile dönüştü. Çok uzakta hafif dağ tepeleriyle çevrili. Kız kardeşim olması gereken bir kızın elini tutuyorum. Doğa ölmüş. Çocuklar ölmüş. Onlarla birlikte her şey. Küçük kentin göl kıyısında son bulduğu yerde büyük otlar bitiyor. Otların arasında dolaşıyor ve büyükanneyi arıyoruz. İnce bacakları olan. Kentten çok uzaklaştık. Herhangi bir çukurda kafasını görüyoruz. Gözlüklerini takmış. Uçları rüzgarda uçuşan başörtüsü var. Onu bu büyük otlar arasındaki çukurda nasıl tanıdığımızı bilemiyorum. Yaz rüzgarı esiyor. Ñ Burada ne yapıyorsun büyükanne, biz seni arıyoruz. Ñ Bu dağların ardında yitip gitmek istiyorum. Yitip gitmek.... ÑDağların ardında yitip gitmek ne demek büyükanne? Bulduk mu onu Eve getirdik mi? (...) Çocuk ben beşikte yatıyor. Bir beşik çocuğundan daha büyüğüm oysa. Ama beş yaşında da değilim. Beni beşiğe koyan büyüklere kızıyorum. Yoksa iki yaşında mıyım? Konuşabiliyor muyum? Neden bağırmıyorum? Neden beşikte fenalaşmayı, kusmayı bekliyorum? Beni kaldırmaları için neden bağırmıyorum? Yoksa konuşamıyor muyum? Konuşma yaşına henüz gelmedim mi? Peki, beşik çocuğunu, beni saran can sıkıcı atmosferi nasıl kavrayabiliyorum? Şimdi konuşabiliyor muyum? Kırk yaşında konuşabiliyor muyum? (...) Otobüs dağ yamaçlarının virajlarında ilerliyor. Ağaçlar gri. Gri ağaçların gerisindeki göl gri. Gri su durgun duruyor. Sıcaklık da gri. Gölden beyaz, bembeyaz bir ceset çıkartılıyor. Bir gencin ceseti. Bu bir yazın başlangıcı. Ve ben sonraları çocuk olarak elma ağaçlarının üzerinde olacağım...

Doğumum bile bir kökünden kopma idi. On yaşıma kadar, çevremi, özellikle çevremdeki sessizliği kavramaya çalıştım... Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım... Otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne ... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 8 yıl, 10 ay
PulpFiction kütüphanesine ekledi.
Denemeler

Hasan Ali Yücel Klasikleri

Hasan Ali Yücel Klasikleri

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 8 yıl, 10 ay
PulpFiction kütüphanesine ekledi.
Ali Nizamî Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği

Bu keyifli kitap, servet içindeyken sonsuz ihtirasları ve tuhaflıkları yüzünden rahata kavuşamayan Ali Nizami Beyin her şeyini yitirdikten sonra Bektaşi şeyhliğine soyunup huzur buluşunu anlatan bir uzun hikaye. Hisar yine insanın içine işleyen traji-komik bir hayatı anlatıyor... TADIMLIKDaha, Ali Nizamî Bey giyim, kuşam meraklısıydı.Bütün esvaplarını Mirden ısmarlar, bütün boyunbağlarını da Mirden alırmış.Hele, bastonlarının bazıları sokakta kullanılmayacak kadar kıymetli maddelerden yapılmış olur, yahut, böyle sapları bulunurmuş. Bazısı yekpâre bir fildişinden yontulmuş olduğundan daha kıymetli sayılırmış. Bazısının topuzları çeşm-i bülbülden, bazısının bir elma büyüklüğüne yakın altındanmış. Bazılarının kıymeti tarihte meşhur bazı şahsiyetlere ait olmalarından gelirmiş. Yine bunların bazısı çocuk yahut cüce bastonlarına benzer, o kadar ince ve kısa olur, bazısı baston gibi başlamışken bir kırbaç gibi biter, bazılarının uçlarında ele veya kola takılmak için renk renk kordonlar bulunur, bazısının saplarından fiyanglu kurdelalar sarkarmış. Bunlar da travesti ve maskeli balo bastonlarıymış. Böylece onun sokakta kullanılmaktan ziyade, evde teşhir edilecek, müzelik bir baston koleksiyonu varmış. Ancak, bu merakına rağmen, bazen, hiddetini yenemeyerek, bu tarihi bastonlardan birini kendisini öfkelendiren adamın sırtında kırdığı da olurmuş!Fakat, Ali Nizamî Beyi bütün bu muhtelif merakları içinde galiba en çok saran ve bütün ötekilerini bastıran merakı, her nedense, ayakkabı, yani her türlü kundura, potin, iskarpin, çizme ve terlik merakıydı. Hep Beyoğlunun meşhur kunduracısı Héralde yaptırdığı, şıklığı dillerde dolaşan bu ayakkabılarından, hanımlar, âdeta, hususî serinde yetiştirdiği orkidelerinden bahseder gibi söyleşirlerdi.Hiç unutmam, onun büyük yatak odasında bir duvarı yarı yarıya kaplayan kocaman bir esvap dolabının kapağı önümde ilk açıldığı gün, alt rafında, iki sıra olarak, yan yana belki kırk çift, belki kırk çiftten de fazla ayakkabının sıralanmış olduğunu hayretle görmüştüm.Bunlar çeşit çeşitti. Bazısı büsbütün yeni, bazısı biraz eskimişti. Kimisi küçük, kimisi büyük gözüküyorlardı. Bazısı yandan sıra düğmeli ve yarım çizme gibi yüksek potinler, bazısı ayak hizasına varacak kurdelalı, kordonlu açık iskarpinler, bazısı hemen diz kapaklarına yaklaşacak, ötekilerin yanında dev gibi görünen çizmeler, bazısı topuksuz ve arkaları basık ev terlikleriydi.Bunların hepsi de başka başka derilerden, meşinlerden yapılmıştı. Kimi ruganî, kimi lustrin. Hepsi de ayrı ayrı kumaşlarla kaplıydı. Kimi podösüet, kimi kadife. Bazısının üstleri kadınların giydikleri canfes gibi ince bir kumaştandı. Bazısının üstünde fantezi yeleklerde görülen sadef ve renkli düğmeler, bazısında fiyonga olmaya hazır kurdelalar, bazısında ince kordonlar, bazısında kemerdekileri hatırlatan tokalar vardı.Bunların bazısı simsiyah, bazısı bembeyazdı. Ve açık sarımtrak renklerle koyu kırmızımtrak renkler arasında her çeşitten olanları vardı. Bir tanesi şamfıstığının içi gibi açık fıstıkiydi. Bir tanesi de yemyeşilmiş amma bunu Ali Nizamî Bey, bir kere giydikten sonra annesinin hatırı için bir daha giymeye tövbe ederek kaldırtmış. Bazısı da yanındakilerin hepsinden ayrı kalan menevişli renklerdeydi, janjandı.Belliydi ki, bütün bu ayakkabılar her an değişen isteklerimize, niyetlerimize, hesaplarımıza, hüviyetlerimize hizmet edebilmek üzere bütün mevsimlerin günleri ve geceleri için ve bu günlerin, gecelerin de ayrı ayrı zamanları ve saatleri için hazırlanmıştı. Hepsi de kendi vakitlerinin sırasını bekliyor gibiydi. Bu, üstleri açık, sağlam yapılı iskarpinler uzun yollarda yürümek için, bu yandan düğmeli potinler, yol halıları üstünden resmî ziyaretlere gitmek için, bu ruganî iskarpinler danslı suarelere iştirak için, bu çizmeler ata binerek ava gitmek için ve bu ökçesiz terlikler de bütün bu şeylerden vazgeçerek hepsini terkedince akrabalarımızın müsamahalarına benzeyen evlerimizde, talihimizin yuvalarına benzeyen bizimle yüzgöz olmuş odalarımızın rahatına kavuşmak içindi.Bunlara uzaktan bakılınca çokları bir şahsiyet ve hüviyet sahibi görünüyordu. Bazısı, vücutları ince, kıvrak gençlere, bazısı artık yaşlanmış, yıpranmış, burkulmuş ihtiyarlara benziyor, bazısının okumuş, hattâ çok bilmiş, bazısının, beceriksiz, pısırık bir halleri oluyor; bazısı zarif ve gösterişli insanlar gibi hazır ve yerliyerinde duruyor, bazısı hödük insanlar gibi küt bir edâ ile kalıyordu. Bazısı hamarat, yürümek, koşmak arzusuyla neşeli, bazısı tembel, yorgun ve dinlenmek ihtiyacıyla mıhlanmış görünüyor; bazısı resmî, kibar, sadakatli, vefalı yüzler taşıyor ve bazısı ise mutavassıt ve âdi insanlar gibi, birbirinden farksız ve şahsiyetsiz gözüküyorlardı.Ve her çiftin, komşusu bulunan çift yanında, kendine mahsus bir duruşla aldığı, takındığı bir eda vardı ki bu, tıpkı bir çift göz gibi, kendine hususî bir mâna vermiş oluyordu. Bütün bu çiftler kâh yan yana durduğu, kâh araları açılmış gibi biraz aralık kaldığı için, bu duruşları da hususiyetine göre onlara birer mâna kazandırıyor ve bu hallerinden hepsinin de ya bir duruş, bekleyiş yahut da bir yürüyüş, gidiş şekli almış oldukları gözüküyordu. Bazıları zarif ayaklar gibi, topukları bir hizada birleşik, uçları birbirinden ayrılmamış, bir nezaket ve zerafet edasıyla, sanki yürüyen iki ayak üstünde gibi duruyordu. Ekserisi rabıtalı, intizamlı bu çiftlerin muntazam dizileri arasında bazı çiftler de, hele bir tanesi, yanındakine sarahaten arkasına çevirmiş, tamamen kaba ve saygısız bir adama benziyordu. Nihayet dolap içinde beraberce görülen bu çiftler birbirleriyle çoktan bağdaşmış ve anlaşmış hissini veriyordu. Bazıları sanki baş başa vermiş de görüşüyor, bazıları sanki kendi halinde, başını almış da geziniyor, bazıları gûya gezmiş oldukları yerlerden, geçmiş oldukları muhitlerden, görmüş oldukları âlemlerden bahisle birtakım ahkâm kuruyor, kimi, hikâyeler anlatıyor ve kimi de maval okuyor gibiydi.Onların böyle yan yana seksen ayak gibi, sessiz bir ordu halinde, Ali Nizamî Beyin gösterişli yürüyüşlerini hatırlatan, öyle bir adım atış halleri vardı ki, bunu görünce gülmemek mümkün olmuyordu.

Bu keyifli kitap, servet içindeyken sonsuz ihtirasları ve tuhaflıkları yüzünden rahata kavuşamayan Ali Nizami Beyin her şeyini yitirdikten sonra Bektaşi şeyhliğine soyunup huzur buluşunu anlatan bir uzun hikaye. Hisar yine insanın içine işleyen traji... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 8 yıl, 10 ay
Daha Fazla Göster

PulpFiction şu an ne okuyor?

Kurtlarla Koşan Kadınlar

%45
Sayfa 246.

Favori Yazarları (12 yazar)

Favori yazarı yok.