Konstantiniyye Oteli

En Son Değerlendirmeler

10 puan

Kitaplarını zaten sevdiğim bi yazar olan Zülfü Livaneli'nin başka bir anlatım türünü göreceksiniz. Çok çeşnili bir yemek gibi tat veren kimi birbiri ile bağlantılı kitapta birbirinden farklı bir sürü hikaye...
Kimi hikayeler yüreğinize dokunuyor kimi sinirlendiriyor kimi gülümsetiyor ama hepsinin ortak noktası kahramanlarının gerçekçi olması. Eski Bizans kalıntıları üzerine inşa edilen Konstantiniyye Oteli'ne bağlı herkesin hikayesinde siyasi, duygusal,kültürel gerçeklerden ancak bu kadar güzel bir edebiyat çıkarılabilirdi.

10 puan

Kitap hhakkında ki yorumlarımı bloğumdan okuyabilirsiniz.
gulsahtoptas.blogspot.com.tr

6 puan

Bir çok sorunu fikri ayni anda uzerimize birakmasi bende olumsuz bir etki birakti. Bizans osmanli türkiye nin tarihten orneklerle birbiri ile nasıl örtüştüğü üzerinde sabit kalabilseydi belki daha çok begenirdim.

3 puan

Okumaktan sıkıldığım ilk Livaneli kitabı oldu.. 👎🏻

8 puan

bazı şeyleri kendi gözünüzle görmenize gerek yoktur. gözleriniz bağlıyken biri elinizden tutar ve size gerçekleri kalp gözünüzle görmeniz için yol gösterir... Zülfü Livaneli de öyle bir yazar.

5 puan

Yazarın Mutluluk kitabını okumuştum ve aradaki kitaplarını okumadım.Okurken anlatım tarzında bazı değişiklikler olduğunu düşünüyorum.Birbirinden farklı karakterler ve onları bugünü dünü ile Türkiye tarihine dokunuşlar olmuş.Bazı karakterlerin insanda çağrışımlarda bulunması da söz konusu .

Profil Resmi
7 puan

http://sibelinkitaplari.blogspot.com.tr/2015/08/11-konstantiniyye-oteli-zulfu-livaneli.html

Profil Resmi
6 puan

Zülfü Livaneli'nin birkaç kitabını okumuş ve çok beğenmiştim, ancak bu kitabı bende bir hayal kırıklığı yarattı. Kitabı kısa süre içinde okudum ve bittiğinde rahatladım. Betimlemek istersem kullanacağım kelimeler şunlar oluyor: rahatsız edici. Anlatılan olayların gerçeğin kendisi veya çok yakını olduğunu ve bir yerlerde şu an yaşanıyor olduklarını bilsem de, birçoğunu şiddet dolu buldum. Şöyle tarih edeyim, sanki elime son birkaç ayın en çok satan gazetelerini almışım da bu gazetelerin yalnızca 3. sayfa haberlerini aralıksız okumuş gibi oldum, içim karardı ve bu iç kararmadından ne çıkarmalıyım bilemedim doğrusu. Bu kadar öyküyü ve kahramanını birbirine bağlayan tek şeyin bir otel açılışı olması fikrini de kabullenemedim, kitabın 700 ve hatta 1000 sayfadan fazla olmasını engelleyen birşey de yokmuş bence. Daha önceki romanlardaki olay ve kişi kurgusundan eser yok. Zaman kaybı diyemem, ancak yazarın sevenleri için bir hayal kırıklığı olabilir.

7 puan

Serenad veya Kardeşimin Hikayesi tadında değil ama okunmaya değer. Sabah namazının 5 rekat kılınması, Tuzla'dan metrobüse binilmesi veya 7 yıldızlı otelde Anadolu'dan yeni gelmiş insanların çalışıyor olması vb. göze batan hatalar. Muhtemelen diğer okurlarında bulacağı hatalar olacaktır. Koca bir hata listesi de oluşsa okunmaya değer bir kitap.

7 puan

Kitabın içinde küçük küçük hikayeler var ana karakterlerin dışında, ben beğenerek okudum.Livanelinin tüm kitaparını okumuş biri olarak bu kitabını da beğendim diyebilirim. Dil ve anlatım mükemmel. Hikayeler birbirinden kopuk olmasına rağmen sıkılmadan okuyorsunuz. Yine kalemine sağlık diyorum Üstadın...

9 puan

Bir Livaneli klasiği.. Oldukça başarılı, kurgunun güzelliği yanında eğitici bilgilendirici.. güncel olaylara yapılan göndermeler hoşuma gitti. Biz okurken aa bu olaydan bahsediyor dedik ama belki 15 yıl sonra okuyan biri "Hadi ya o kadar da değil bunlar hayal ürünü diyecektir" örneğin; Sivas ve Maraş olayları, Ozgecan vakası veya ISID... OKunmaya değer..

10 puan

Keşke bitmeseydi dedirten kitaplardan.

Profil Resmi
8 puan

Başlarını oldukça beğendiğim kitap. Güncel olaylara yaptığı göndermelerle, hemen yanımızda olan, belki de bizim de onlardan olduğumuz insan betimlemeleriyle birçok konuya değinmiş Livaneli. Kitabın sonuna bir nefeste geldim fakat son bölümleri o kadar sıkıcıydı ki bitirmiş olmak için kendimi zorlandım. Son kısımda yazar sanki bir an önce kitabı bitirmek istemiş gibiydi,
Sonunu bir kenara bıraktığımızda kesinlikle okunması gereken bir kitap. Özellikle klasik müzik adları verildiğinde o müzik eşliğinde okumaya devam ederseniz kitap sizi içine alıyor.

9 puan

Tarihi eserlerin yağmalanması,gezi direnişi,kadın cinayetleri,kente göç,kaçak yapılaşma,rant kavgaları,alevi zulmü,roboski katliamı,edebiyat aşıkları...daha neler neler var..Bir otel açılışı partisinde bir araya gelen çeşitli çevrelerden insanlar.Bütün bu zengin içerik bu insanlar üzerinden hiç sıkmadan,bağlantıyı koparmadan verilmiş.Tam bir Yeni Türkiye panoraması.
Zülfü Livaneli daha önce okuduğum kitaplarında hiç rastlamadığım ironik bir dil kullanmış.Bazı yerlerde çok güldüm.Kalemine çok yakışmış.
Daha önce Seranad kitabında dikkatimi müziğe işaret etmesi çekmişti.Ben bunu yazarın müzisyen kimliğinden de kaynaklı,okuyucuya hem tavsiye,hem de kahramanın duygularını daha iyi anlamamız için bir bakış sunması olarak algıladım.Bu kitapta da aynı şekilde işaret ettiği müzikler vardı.Ve dinleyince insanın kafasında atmosfer sanki daha güzel yerine oturuyor.
Çok beğendim kısacası...

4 puan

Bazı karakterler çok gereksiz anlatılmıştı. Livaneli kitaplarını hep severek okudum ama bu kitabı ite kaka bitirdim. Güncel olaylara değinişi güzeldi ancak benim için sıkıcı ilerledi ve zor bitti. Belki de ben doğru zamanda okumadım bilemiyorum.

6 puan

Müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve yönetmen kişiliğiyle tanıdığımız Zülfü Livaneli; 1996 yılında Unesco tarafından büyükelçilik verilen, dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulunan, 19 Mayıs 1997 tarihinde Ankara Hipodrom meydanında verdiği konsere 500.000 kişinin katılmasıyla Türkiye'nin en büyük konserini gerçekleştirme ünvanını kazanan, 30 film müziği ve Joan Baez, Maria Farantouri, Maria del Mar Bonet, Leman Sam gibi sanatçılarında yorumladığı 300’e yakın beste yapmış sanat adamıdır. Kitapları 34 dile çevrilmiş, şarkıları 22 dilde söylenmiş. Böyle çok yönlü insanlar için genelde “herkes kendi işini yapmalı, tek bir işte ustalaşmalı” önyargısı fazladır. Livaneli ; kitapeki.com editörü Zafer Köse'yle söyleşisinde bu konuyla ilgili “anıldığım sıfatlardan sadece gazeteci ve politikacı denmesine itiraz ediyorum."demiş. Bir diğer makalesinde de “Bir ses sanatçısı değilim ben. Kendi bestelerimi, bir de müthiş geleneğimizden seçtiğim bazı deyişleri seslendiriyorum. Ne yazık ki Türkiye’de besteci ve yorumcu ayrımı pek fazla yapılmaz. Bir bestenin kalitesi nasıl anlaşılır? Yaygınlık bu işteki tek ölçü müdür? Elbette hayır! Bir bestenin en büyük sınavı zamandır. Eğer beste yıllara dayanabiliyor, bestelendikten 20–30 yıl sonra hala söyleniyor, hele kuşaktan kuşağa aktarılıyorsa sınavı geçmiş demektir.” demiş. Ayrıca özellikle Türkiye gibi duyarlılığın fazla olması gereken ülkelerde “ben sanatımla meşgulüm başka bir platformda düşünmüyorum fikir beyan etmiyorum deme lüksünüz yok. ” der. Yoruma açık bir konu.. Tabi günümüzde bu yola çıkanların, Leonardo Da Vinci gibi bir döneminin önemli düşünürü, mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltıraşı, botanisti, jeoloğu, kartografı, yazarı ve ressamı olması zor. Livaneli kendini nerede hangi işte başarılı buluyor bilemem ama ben altı kitabını okumuş biri olarak daha çok yazar yönüyle tanıyorum. Buna karşılık müzisyen kimliğinde de Livaneli'nin her bir parçası yaşanmışlık içerdiğinden can acıtıyor. Nazım'ın sürgünde memleket hasretiyle nasıl yanıp kavrulduğunu, acısını, yalnızlığını, sevdasını dile getirdiği şiiri "Karlı kayın ormanı",saçın yüzüne perde yüreğim düştü derde ayak üstü duramam seni gördüğüm yerde sözlerini içeren Giresun'da duyduğu bir ağıttan esinlenerek seslendirdiği en güzel aşk şarkılarından biri "Nefesim Nefesine", sonra ne zaman dinlesem gözlerimi dolduran Yiğidim Aslanım var mesela Livaneli; 1983'te Paris'te Uğur Mumcu'yla bir araya gelir ve bir gün, Uğur mumcu için söyleneceğini bilmeden, şarkının son halini ilk kez beraber dinlerler. Dinledikten sonra Uğur Mumcu "bu yalnız Nazım'a değil, bütün şehitlerimize ağıt olmuş.. bütün demokrasi şehitlerine.."demiş :( Ey özgürlük, Güneş topla benim için ve daha niceleri. Livaneli kitap, müzik ya da fikir bazında insanlığa katkısı olan insanlardan..

Livaneli her kitabında farklı, insanı bir yerinden tutan, tanıdık gelen, akılda kalıcı bir hikâye anlatıyor. Şahsen okuduğum tüm kitaplarında kalbime ya da aklıma dokunan bir yeri var. Mesela; tarihle harmanlanmış Konstantiniyye oteli; yazarın okuduğumyedinci kitabı. Zülfü hüzün veren masum tutkulu bir aşk hikâyesiyle “Serenad” kitabında gece ve keman eşliğinde Wagner'ın yazdığı Serenad Für Nadia'yı dinlemek, töreye kurban hayatları anlatan “mutluluk” kitabında insanlığa dair bir umut vadeden İrfan’ın annesinin söylediği "insanlar bir araya geldiklerinde birbirinin zehrini alırlar" sözü, farklı kültürdeki insanları ortak bir kaderde birleştiren “Leyla’nın Evi” kitabında Leyla' nın evi Leyla' ya diyerek o göz yaşartıcı final sözü, “Son Ada” kitabındaki martıların zekası ve cesareti. Aslında orada bir anne pelikanların yavrularına yiyecek bulamayıp aç kalmamaları için kendi etinden parçalar koparıp doyurduğu hikayesi vardı ama araştırdığımda bunun gerçekliğine dair bilgi bulamadım ki öyle bir şeyin olma ihtimali bile can acıtıcı.. ”Orta Zekalılar Cenneti” kitabında taklit ülke oluşumuzu anlatan deryadan habersiz mahiler yazısı ve orta zekalıların tanımı yerinde yapılmış, merak uyandıran polisiye hikayasiyle “Kardeşimin Hikayesi” kitabında “öyle bir yer var mı gerçekten” dediğim Athos Dağı’nın yani Ayranoz’un hikayesini anlatayım size. 15. yüzyılda bugünkü 20 manastırın 19’u tamamlandı. Daha sonra yapılan eklerle manastırlar genişledi. ” Dinsel amaç ya da bilimsel araştırma isteğiyle yalnız erkekler Aynaroz’a gidebilir” gerekçesiyle 1045’te çıkarılan bir fermanla kadınların Aynaroz’a girmeleri yasaklandı. Bugün hala burada 1.500 keşiş; sade ve dünyadan uzak bir yaşam sürerler, ekim yaparlar ve bazı el sanatlarıyla uğraşırlar. Yani dünyada kadınların olmadığı bir yer sizce de kulağa hoş gelmiyor mu:) Ayrıca yine kardeşimin hikâyesi kitabında kitabın kapağına değinmek istiyorum. Çünkü kitap kapağındaki fotoğrafın hikâyesi kitabın hikâyesiyle birebir uyumlu. Okuyanlar bilir Kardeşimin hikayesi engellenmiş bir aşk hikayesi. Fotoğraf ise gerçeküstücülük akımının en önemli temsilcilerinden René Magritte ait. İşte bu ressamın hikayesi, kapak resmindeki çiftin yüzlerinin neden kapalı olduğunu anlatıyor. Hikaye şöyle: Evlerinin kenarında ırmak geçen bir kasabada yaşayan 5-6 yaşlarında bir çocuk gece gürültülere uyanıyor. İnsanlar ellerinde meşalelerle ırmağa doğru koşuyorlar. Vardıklarında çocuğun gördüğü manzara ırmağa atlayarak intihar ettiğinde geceliği yüzünü kapatmış bir kadın. Kadını çıkarıyorlar yüzünü açıyorlar kadın çocuğun annesi. İşte bu görüntü yıllarca çocuğun belleğinden gitmiyor. Ressam oluyor ve resimlerinde bir dönem hep insan portreleri çiziyor. Ama hep yüzleri kapalı.İşte o resimlerden biri “kardeşimin hikayesi” kitabının kapak resmi.İşte tüm bu bilgiler yüzünden yazıları edebi nitelik açısından tatmin edici olmasa da itiraf etmeliyim bir şeyler öğrendim ve derslerle ilgili yoğun zamanlarımı değerlendirdim anlamında beni tatmin etmeye yetiyor.

Livaneli; Konstantiniyye oteli kitabında; neden İstanbul Oteli değil de Konstantiniyye ismini kullandığını şöyle açıklıyor.“Bilindiği gibi Konstantiniyye Roma ismi ve Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde ismini Fatih, Mehmet vs gibi herhangi bir isim koyabilirdi. Hatta Kilisleri camiye çevirdiğinde de isimlerini değiştirebilirdi. Değiştirmedi. Mesela kutsal bilgelik anlamına gelen Ayasofya gibi. Şehirlerin bir ruhu var ve bu ruhu rejimler de değiştiremiyor. Bende değiştirmedim, çünkü Konstantiniyye diyerek aslında ne kadar kültürel zenginliğe sahip bir tarihi olduğuna göndermeler yapmak, bu ruhu ben de yaşatmak istedim. Diğer bir sebepte; Hz. Muhammed'in "Konstantiniyye muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; onu fetheden ordu ne kutlu ordudur" hadisi. Peygamber'in hadisinde bir harfi değiştirmek günah; o Konstantiniyye diyor. O öyle diyorsa biz nasıl onu değiştirebiliriz!? Ve Napolyon’un bir sözü..Diyor ki, "Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti muhakkak Konstantiniyye olurdu." Kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde bağladım.”

Livaneli kitabı üç yılda yazmış. Okumayanlar için olay örgüsüne fazla değinmeyeceğim ama zaten olay örgüsü yok daha çok öykü tarzında bir kitap. Kırktan fazla karakteri İstanbul üzerinden Osmanlıdan başlayarak yakın tarihte şahit olduğumuz 60 darbesi, 80 darbesi, Uludere-Sivas-Maraş katliamlarını, gezi direnişi, töre cinayeti, rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük ve daha birçok kavram ve olayları geçmişten günümüze anlatmak için büyük bir otelde bir araya getirme fikrini sevdim. Tarih tekerrürden ibarettir vurgusuyla işlenen kitapta karakterler üzerinden insan profilleri irdelenmiş. Kısa öykülerde değişik hayatlar anlatılmış ve birer son yazılmış bunlardan bazıları çok etkileyici. Kitapta ironi olarak en çok etkilendiğim daha doğrusu gülümsememe neden olay anlatı; Müslüman bir ülkede, işlettiği 37 genelev sayısıyla 6 kez vergi rekortmeni olmasıydı. Bu biraz gerçeği yansıtmıyor çünkü gayrimenkullerde gelir beyanına esastır ama gayrimenkulleri alacak para nereden sağlandı derseniz işte orası ironik  Her neyse benim bu kitapta hafızamdan silinmeyecek bilgi; 1800’lü yıllarda İstanbul’un bir parçası olarak benimsenen sokak köpekleri modernleşme çabasıyla birlikte sorun olarak görülmeye başlar. Talat Paşa’nın Dahiliye Nazırı, Suphi Bey, İstanbul’u sokak köpeklerinden temizlemek amacıyla 80 bin köpeği tek bir dal bulunmayan kaya parçası Hayırsızada’ya sürgüne gönderir ve onları önce açlıktan birbirini yemeye, sonra da çığlık sesleri içinde ölüme terk eder. Bu olay için Ermeni soykırımı tatbikatı deniliyor. Bu satırlar ve düşünce aklıma, bomba ve füze'yi birleştirip ortaya eşsiz bir silah çıkardığını düşünen ve Suriye'yi Rusya'nın askeri tatbikat alanı olarak gören Putin’i getirdi. Kitabın giriş kısmı, kişiler hayal ürünüdür gibi bir cümleyle başlasa da karakterleri irdelediğinizde günümüzde cemiyet, siyaset, iş ve medya dünyasından tanıdık isimler bulacaksınız. Ben hikaye anlatımında geçen karakterleri Cem Uzan, İlber Ortaylı ve Yılmaz Özdil’le bağdaştırdım.

Livaneli’nin siyasete girmesini her daim gereksiz olarak değerlendiriyorum. Kendisi, bu kitabında da görüşümü tasdiklercesine hatalar yapmış. Siyasette yaşadığı hezimeti iktidara mesaj verme kaygısıyla hikayelerinde objektif yaklaşımdan uzak tutmuş. Birçok örneği mevcuttur ama şuraya takıldım, entelektüel birikimi bu denli fazla olan birinin “Osmanlı padişahlarından neden hiç kimse hacca gitmemiştir?” sorusu tezime çanak tutacak niteliktedir.

Gelelim negatif olarak addettiğim ikinci hususa. Zülfü Livaneli’yi hep bir şeyler anlatma heyecanı ve telaşı içinde Sunay Akın’a benzetirim. Kitaplarında da bunu fazlasıyla göstermek ister. Burada da özel bir yemek yapmak isterken tüm baharatları yemeğe boca etmiş bir aşçı telaşında görüyorum kendisini. Aslında 700 sayfa olan kitabı 476 sayfaya indirmiş ama yine de bu onun hikâyenin uzamasından hata yapmasına engel olamamış. Karakterler üzerinden bir yerde keskin ifadeler kullanırken diğer yanda aynı tutum esnemeye uğruyor dolayısıyla tutarsızlık baş gösteriyor. Bkz. Zehra artık hiçbir şeye şaşırmıyordu/ Zehra olayı şaşkınlıkla karşıladı. Bu bağlamda Livaneli’yi eleştirirken yayınevini es geçmek olmaz. Doğan yayınevinden çıkma kitap, kağıt baskısı yüzünden korsan kitabı andırmakla beraber etiket fiyatını hak etmiyor. Editöryel hatalar oldukça fazla. Karakterlerden birinin ismi Serhat’ken diğer sayfada Serdar olmuş mesela, ya da sabah namazının 5 vakit oluşu.. Sanırım editör-yazar ilişkisi zayıf. Ya da Doğan yayınevi “nasıl olsa Zülfü Livaneli ne yazsa her türlü okunur” demişler iyi hoş da bu yayınevi etiğine uymayıp okura saygı ilkesiyle bağdaşmıyor.

Kitaptan altını çizdiğim çok nokta var ama cümle değil fikir niteliği taşıdığından her biri ayrı bir irdeleme konusu o yüzden burada belirtmeyeceğim.

4 puan

Öncelikle kurgunun cılızlığı beni bir süre sonra yorduğunu sylemem gerek. Çok fazla insan anlatılıyor, tipler çok fazla. Karakterler sıfatındaki kahramanlar iyi bir şekilde takdim edilmiş diyebilirim ancak kaliteli bir romanda olması gereken karakterler arasındaki ilişki çok zayıf düzeyde kalmış diye düşünüyorum. Fakat bunların hiç biri kitabı bırakmış olmamın asıl sebebi değil. Beni asıl çileden çıkaran şey, kitapta bariz bir Türk ırkçılığı yapılıyor. Anti-Türkçülük kitapta buram buram kokuyor, her bölümde bunu görüyorsunuz. Batı medeniyeti ve Kürtlük neredeyse idealize edilmişken Türk yaşayışı, düşüncesi, tarihiyle yerin dibine sokulmuş. Post-modern bir romanın önemli bir özelliği olan ironi sadece ve sadece Türkler üzerine kurgulanmış. Bu zıtlık karakterlerin roman içerisindeki konumundan anlaşılabileceği gibi, bizzat yazarın ağzından çıkan kelimelerle de açıkça vuku buluyor. İşte bu haksızlık benim kitabı bırakmama sebep oldu. Halbuki yazarın bir iki romanı hariç tüm romanlarını okumuştum, yazara bu kitaba dek büyük bir hayranlık duyuyorum . Ama bu sayfalar beni ondan soğutmaya yetti. Gözümde insan sevgisi taşıyan bir insanken, pis bir ırkçıya dönüştü.Kısacası bu kitap benim için tamamen bir hayal kırıklığı oldu.

8 puan

İstanbul da medeniyetler beşiginde Konstantiniyye Otelinin açılış davetine katilan iş adami,manken,yazar,doktor,hakim ve otel çalisanlari, patron Ergun bey, eşi Elmas hanim bu saydigim kisilerin gecmisleri ve gelecekleri yani kisaca hayat hikayeleri anlatilmis. Okurken kisiler size hic yabanci gelmiyor sanki çok yakindan taniyorsunuz gibi geliyor. Anlatilan olaylari okurken tipik Türkiye halleri ne olacak diye aci bir tebessüm birakiyor yüzünüzde. Yazar bu kitapta bana gore farkli bir anlatim da bulunmus tarihi olaylari ve kisileri anlatirken okudugunuzda nedemek istedigimi daha iyi anlayacaksiniz. Kitapta tek bir olay ve belirli bir karakter olmadigi icin merak uyandirmiyor bu yüzdende kitap yavaş ilerliyor. Ama anlatilan tarihi olaylardan bircok kisi ve olaylar ögrendim kendi adima soylemek istiyorum. Bana gore doyurucu ve ögretici bir kitapti evet kabul livanelinin diger kitaplari gibi sonunda ters köse yapacak bir konu degildi ama yinede tavsiye ederim herkese.

4 puan

Boş, gereksiz...

2 puan

Kitap, zulfu livanelinin kitabi olmaktan uzakti. Murat mentes mi elif safak mi okudum zulfu livaneli mi okudum karistirdim... Ki, murat menteşin son kitabi disinda, elif safagin saysaniz bir elin parmaklarini gecmez bi kac kitabini okudum.
Ne yazik ki bu kitap murat menteşin ve elif safağın karişimi bir kitap olmuş. Bu kitap benim ilk göz ağrım olan zulfu livanelinin yazdigi kitap olamaz!
İktidar Turkiyesini elestirecegim diye, aslindan uzaklasmamaliydi.gezi olaylarini anlatabilir, ismail kormazdan, ve diger gezide fasist iktidar partisinin polisi tarafindan katledilen genclerimizden, berkin elvandan bahsedebilirdi. o muhteşem anlatımını ve kurgusunu birakmamaliydi! O beğenmediğim kardesimin hikayesini bile mumla aradım. O kitapta kurgu vardı. Bu kitabinda kurgu zayif...
Verdiği tarihi bilgiler cok doyurucu...
Bu kitabin ne emeklerle yazildigini gosteriyor.ama zayif kurgusu bu emegi yerle bir etmeye yetiyor.

6 puan

Müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve yönetmen kişiliğiyle tanıdığımız Zülfü Livaneli; 1996 yılında Unesco tarafından büyükelçilik verilen, dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulunan, 19 Mayıs 1997 tarihinde Ankara Hipodrom meydanında verdiği konsere 500.000 kişinin katılmasıyla Türkiye'nin en büyük konserini gerçekleştirme ünvanını kazanan, 30 film müziği ve Joan Baez, Maria Farantouri, Maria del Mar Bonet, Leman Sam gibi sanatçılarında yorumladığı 300’e yakın beste yapmış sanat adamıdır. Kitapları 34 dile çevrilmiş, şarkıları 22 dilde söylenmiş. Böyle çok yönlü insanlar için genelde “herkes kendi işini yapmalı, tek bir işte ustalaşmalı” önyargısı fazladır. Livaneli ; kitapeki.com editörü Zafer Köse'yle söyleşisinde bu konuyla ilgili “anıldığım sıfatlardan sadece gazeteci ve politikacı denmesine itiraz ediyorum."demiş. Bir diğer makalesinde de “Bir ses sanatçısı değilim ben. Kendi bestelerimi, bir de müthiş geleneğimizden seçtiğim bazı deyişleri seslendiriyorum. Ne yazık ki Türkiye’de besteci ve yorumcu ayrımı pek fazla yapılmaz. Bir bestenin kalitesi nasıl anlaşılır? Yaygınlık bu işteki tek ölçü müdür? Elbette hayır! Bir bestenin en büyük sınavı zamandır. Eğer beste yıllara dayanabiliyor, bestelendikten 20–30 yıl sonra hala söyleniyor, hele kuşaktan kuşağa aktarılıyorsa sınavı geçmiş demektir.” demiş. Ayrıca özellikle Türkiye gibi duyarlılığın fazla olması gereken ülkelerde “ben sanatımla meşgulüm başka bir platformda düşünmüyorum fikir beyan etmiyorum deme lüksünüz yok. ” der. Yoruma açık bir konu.. Tabi günümüzde bu yola çıkanların, Leonardo Da Vinci gibi bir döneminin önemli düşünürü, mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltıraşı, botanisti, jeoloğu, kartografı, yazarı ve ressamı olması zor. Livaneli kendini nerede hangi işte başarılı buluyor bilemem ama ben altı kitabını okumuş biri olarak daha çok yazar yönüyle tanıyorum. Buna karşılık müzisyen kimliğinde de Livaneli'nin her bir parçası yaşanmışlık içerdiğinden can acıtıyor. Nazım'ın sürgünde memleket hasretiyle nasıl yanıp kavrulduğunu, acısını, yalnızlığını, sevdasını dile getirdiği şiiri "Karlı kayın ormanı",saçın yüzüne perde yüreğim düştü derde ayak üstü duramam seni gördüğüm yerde sözlerini içeren Giresun'da duyduğu bir ağıttan esinlenerek seslendirdiği en güzel aşk şarkılarından biri "Nefesim Nefesine", sonra ne zaman dinlesem gözlerimi dolduran Yiğidim Aslanım var mesela Livaneli; 1983'te Paris'te Uğur Mumcu'yla bir araya gelir ve bir gün, Uğur mumcu için söyleneceğini bilmeden, şarkının son halini ilk kez beraber dinlerler. Dinledikten sonra Uğur Mumcu "bu yalnız Nazım'a değil, bütün şehitlerimize ağıt olmuş.. bütün demokrasi şehitlerine.."demiş :( Ey özgürlük, Güneş topla benim için ve daha niceleri. Livaneli kitap, müzik ya da fikir bazında insanlığa katkısı olan insanlardan..

Livaneli her kitabında farklı, insanı bir yerinden tutan, tanıdık gelen, akılda kalıcı bir hikâye anlatıyor. Şahsen okuduğum tüm kitaplarında kalbime ya da aklıma dokunan bir yeri var. Mesela; tarihle harmanlanmış Konstantiniyye oteli; yazarın okuduğumyedinci kitabı. Zülfü hüzün veren masum tutkulu bir aşk hikâyesiyle “Serenad” kitabında gece ve keman eşliğinde Wagner'ın yazdığı Serenad Für Nadia'yı dinlemek, töreye kurban hayatları anlatan “mutluluk” kitabında insanlığa dair bir umut vadeden İrfan’ın annesinin söylediği "insanlar bir araya geldiklerinde birbirinin zehrini alırlar" sözü, farklı kültürdeki insanları ortak bir kaderde birleştiren “Leyla’nın Evi” kitabında Leyla' nın evi Leyla' ya diyerek o göz yaşartıcı final sözü, “Son Ada” kitabındaki martıların zekası ve cesareti. Aslında orada bir anne pelikanların yavrularına yiyecek bulamayıp aç kalmamaları için kendi etinden parçalar koparıp doyurduğu hikayesi vardı ama araştırdığımda bunun gerçekliğine dair bilgi bulamadım ki öyle bir şeyin olma ihtimali bile can acıtıcı.. ”Orta Zekalılar Cenneti” kitabında taklit ülke oluşumuzu anlatan deryadan habersiz mahiler yazısı ve orta zekalıların tanımı yerinde yapılmış, merak uyandıran polisiye hikayasiyle “Kardeşimin Hikayesi” kitabında “öyle bir yer var mı gerçekten” dediğim Athos Dağı’nın yani Ayranoz’un hikayesini anlatayım size. 15. yüzyılda bugünkü 20 manastırın 19’u tamamlandı. Daha sonra yapılan eklerle manastırlar genişledi. ” Dinsel amaç ya da bilimsel araştırma isteğiyle yalnız erkekler Aynaroz’a gidebilir” gerekçesiyle 1045’te çıkarılan bir fermanla kadınların Aynaroz’a girmeleri yasaklandı. Bugün hala burada 1.500 keşiş; sade ve dünyadan uzak bir yaşam sürerler, ekim yaparlar ve bazı el sanatlarıyla uğraşırlar. Yani dünyada kadınların olmadığı bir yer sizce de kulağa hoş gelmiyor mu:) Ayrıca yine kardeşimin hikâyesi kitabında kitabın kapağına değinmek istiyorum. Çünkü kitap kapağındaki fotoğrafın hikâyesi kitabın hikâyesiyle birebir uyumlu. Okuyanlar bilir Kardeşimin hikayesi engellenmiş bir aşk hikayesi. Fotoğraf ise gerçeküstücülük akımının en önemli temsilcilerinden René Magritte ait. İşte bu ressamın hikayesi, kapak resmindeki çiftin yüzlerinin neden kapalı olduğunu anlatıyor. Hikaye şöyle: Evlerinin kenarında ırmak geçen bir kasabada yaşayan 5-6 yaşlarında bir çocuk gece gürültülere uyanıyor. İnsanlar ellerinde meşalelerle ırmağa doğru koşuyorlar. Vardıklarında çocuğun gördüğü manzara ırmağa atlayarak intihar ettiğinde geceliği yüzünü kapatmış bir kadın. Kadını çıkarıyorlar yüzünü açıyorlar kadın çocuğun annesi. İşte bu görüntü yıllarca çocuğun belleğinden gitmiyor. Ressam oluyor ve resimlerinde bir dönem hep insan portreleri çiziyor. Ama hep yüzleri kapalı.İşte o resimlerden biri “kardeşimin hikayesi” kitabının kapak resmi.İşte tüm bu bilgiler yüzünden yazıları edebi nitelik açısından tatmin edici olmasa da itiraf etmeliyim bir şeyler öğrendim ve derslerle ilgili yoğun zamanlarımı değerlendirdim anlamında beni tatmin etmeye yetiyor.

Livaneli; Konstantiniyye oteli kitabında; neden İstanbul Oteli değil de Konstantiniyye ismini kullandığını şöyle açıklıyor.“Bilindiği gibi Konstantiniyye Roma ismi ve Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde ismini Fatih, Mehmet vs gibi herhangi bir isim koyabilirdi. Hatta Kilisleri camiye çevirdiğinde de isimlerini değiştirebilirdi. Değiştirmedi. Mesela kutsal bilgelik anlamına gelen Ayasofya gibi. Şehirlerin bir ruhu var ve bu ruhu rejimler de değiştiremiyor. Bende değiştirmedim, çünkü Konstantiniyye diyerek aslında ne kadar kültürel zenginliğe sahip bir tarihi olduğuna göndermeler yapmak, bu ruhu ben de yaşatmak istedim. Diğer bir sebepte; Hz. Muhammed'in "Konstantiniyye muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; onu fetheden ordu ne kutlu ordudur" hadisi. Peygamber'in hadisinde bir harfi değiştirmek günah; o Konstantiniyye diyor. O öyle diyorsa biz nasıl onu değiştirebiliriz!? Ve Napolyon’un bir sözü..Diyor ki, "Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti muhakkak Konstantiniyye olurdu." Kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde bağladım.”

Livaneli kitabı üç yılda yazmış. Okumayanlar için olay örgüsüne fazla değinmeyeceğim ama zaten olay örgüsü yok daha çok öykü tarzında bir kitap. Kırktan fazla karakteri İstanbul üzerinden Osmanlıdan başlayarak yakın tarihte şahit olduğumuz 60 darbesi, 80 darbesi, Uludere-Sivas-Maraş katliamlarını, gezi direnişi, töre cinayeti, rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük ve daha birçok kavram ve olayları geçmişten günümüze anlatmak için büyük bir otelde bir araya getirme fikrini sevdim. Tarih tekerrürden ibarettir vurgusuyla işlenen kitapta karakterler üzerinden insan profilleri irdelenmiş. Kısa öykülerde değişik hayatlar anlatılmış ve birer son yazılmış bunlardan bazıları çok etkileyici. Kitapta ironi olarak en çok etkilendiğim daha doğrusu gülümsememe neden olay anlatı; Müslüman bir ülkede, işlettiği 37 genelev sayısıyla 6 kez vergi rekortmeni olmasıydı. Bu biraz gerçeği yansıtmıyor çünkü gayrimenkullerde gelir beyanına esastır ama gayrimenkulleri alacak para nereden sağlandı derseniz işte orası ironik  Her neyse benim bu kitapta hafızamdan silinmeyecek bilgi; 1800’lü yıllarda İstanbul’un bir parçası olarak benimsenen sokak köpekleri modernleşme çabasıyla birlikte sorun olarak görülmeye başlar. Talat Paşa’nın Dahiliye Nazırı, Suphi Bey, İstanbul’u sokak köpeklerinden temizlemek amacıyla 80 bin köpeği tek bir dal bulunmayan kaya parçası Hayırsızada’ya sürgüne gönderir ve onları önce açlıktan birbirini yemeye, sonra da çığlık sesleri içinde ölüme terk eder. Bu olay için Ermeni soykırımı tatbikatı deniliyor. Bu satırlar ve düşünce aklıma, bomba ve füze'yi birleştirip ortaya eşsiz bir silah çıkardığını düşünen ve Suriye'yi Rusya'nın askeri tatbikat alanı olarak gören Putin’i getirdi. Kitabın giriş kısmı, kişiler hayal ürünüdür gibi bir cümleyle başlasa da karakterleri irdelediğinizde günümüzde cemiyet, siyaset, iş ve medya dünyasından tanıdık isimler bulacaksınız. Ben hikaye anlatımında geçen karakterleri Cem Uzan, İlber Ortaylı ve Yılmaz Özdil’le bağdaştırdım.

Livaneli’nin siyasete girmesini her daim gereksiz olarak değerlendiriyorum. Kendisi, bu kitabında da görüşümü tasdiklercesine hatalar yapmış. Siyasette yaşadığı hezimeti iktidara mesaj verme kaygısıyla hikayelerinde objektif yaklaşımdan uzak tutmuş. Birçok örneği mevcuttur ama şuraya takıldım, entelektüel birikimi bu denli fazla olan birinin “Osmanlı padişahlarından neden hiç kimse hacca gitmemiştir?” sorusu tezime çanak tutacak niteliktedir.

Gelelim negatif olarak addettiğim ikinci hususa. Zülfü Livaneli’yi hep bir şeyler anlatma heyecanı ve telaşı içinde Sunay Akın’a benzetirim. Kitaplarında da bunu fazlasıyla göstermek ister. Burada da özel bir yemek yapmak isterken tüm baharatları yemeğe boca etmiş bir aşçı telaşında görüyorum kendisini. Aslında 700 sayfa olan kitabı 476 sayfaya indirmiş ama yine de bu onun hikâyenin uzamasından hata yapmasına engel olamamış. Karakterler üzerinden bir yerde keskin ifadeler kullanırken diğer yanda aynı tutum esnemeye uğruyor dolayısıyla tutarsızlık baş gösteriyor. Bkz. Zehra artık hiçbir şeye şaşırmıyordu/ Zehra olayı şaşkınlıkla karşıladı. Bu bağlamda Livaneli’yi eleştirirken yayınevini es geçmek olmaz. Doğan yayınevinden çıkma kitap, kağıt baskısı yüzünden korsan kitabı andırmakla beraber etiket fiyatını hak etmiyor. Editöryel hatalar oldukça fazla. Karakterlerden birinin ismi Serhat’ken diğer sayfada Serdar olmuş mesela, ya da sabah namazının 5 vakit oluşu.. Sanırım editör-yazar ilişkisi zayıf. Ya da Doğan yayınevi “nasıl olsa Zülfü Livaneli ne yazsa her türlü okunur” demişler iyi hoş da bu yayınevi etiğine uymayıp okura saygı ilkesiyle bağdaşmıyor.

Kitaptan altını çizdiğim çok nokta var ama cümle değil fikir niteliği taşıdığından her biri ayrı bir irdeleme konusu o yüzden burada belirtmeyeceğim. Her zaman kitap tanıtımlarını uzun yaptığımı ve okumaya üşendikleri gerekçesini önüme süren arkadaşlara bu sefer bende katılıyorum. Evet biraz uzun oldu. Takdir edersiniz ki Zülfü Livaneli'nin 7 kitabını okumuş biri olarak Zülfü Livaneli gibi birini iki satırda anlatamazdım.

9 puan

Yazar, tarihiyle, insanıyla, yaşanmışlıklarıyla, yapısıyla İstanbul'u öyle iyi anlatmış ki. Birbirinden bu kadar farklı hatta kimi yerde tabantabana zıt karakteri bir araya getirme şekli düşündürüyor insanı. Karakterler televizyondan, gazetelerden bildik, doğal olarak yaşananlarda çok tanıdık. Yazıldığı dönemdeki Türkiye gündemi kitabı etkilemiş, "Gezi"den izler taşıması, gaz kapsülleri, kör olan onca insan, zamanın yandaş gazetecileri, kadınlar, şiddet, tecavüz, eşcinsellik, din ve bağnazlık arasındaki kimi zaman ince kimi zaman kalın o çizgi, Roboski, iş kazaları, hak, adalet, hukuk vs. Kısaca kitapta biz varız, son birkaç yıldaki yaşamımız var, hem kişisel hem toplumsal yaralarımız var, sarsılan adalet, yozlaşan insanlığımız, eğitim sistemimiz de...
İstanbul'un tarihinde bilmediklerinizi de ufak göndermelerle, araştırmaya zorluyor sizi. Siyasi; bir o kadar da toplumsal. Dili, akıcı, yalın..

7 puan

Tum kitaplarini buyuk bir keyifle okuyorum Zulfu Livaneli"nin.. "Konstantiniyye Oteli" de sirada bekliyordu uzun suredir.
Okunmasi cok kolay bir roman oldugunu hemen soyleyeyim. Gorkemli ve uzun bir tarihe sahip Istanbul"daki Otel"in acilis yemegine katilan davetlilerin hayatlarini okuyoruz kitapda. Her bir hayat, birbirinden cok farkli, kimi yalan, kimi aci, kimi gulunc, kimi trajik. Tipki Istanbul"un sahip oldugu binbir farkli surat gibi. Bir de geceye, gecmisten, yuzyillar oncesinden katilan ruhlar olunca, degisik bir hal aliyor kitap.
Fakat, Zulfu Livaneli"nin cok daha guzel ve derin ! kitaplarini okudugumu soylemeliyim.

5 puan

Bütün olarak değerlendirdiğimde edebi olarak çok kalıcı unutulmaz bir tat bırakmadı. Ana karakterler Zehra ve Emre. Romanın işleyişi bu iki ana karakter üzerinden. Ancak kalabalık bir davette renkli, çeşitli konuklar, bu konukların öyküleri, İstanbul'un tarihsel zenginliğine dayanan öykü bolluğu.
Toplumsal olarak göç sorunu, bunun sonuçlarının büyük kente yansıması işleniyor, ancak roman gerçek zaman dilimini yani 2014 yılını okura sürekli anımsatıyor, güncelden kopmama yazarın özellikle tercihi olmasına karşın toplumsal olarak göç sorununun 1970-1990 arası etkileri üzerinde duruluyor. İkinci ve üçüncü kuşağın yaşadığı varoluşsal sorgulamalar eksik kalıyor.
Bu kalınlıkta bir roman için azımsanamayacak hatalar dikkatli okuyucuyu rahatsız ediyor.Yedi yıldızlı bir otelin açılışında bulunan tüm garsonların,güvenlik görevlilerinin ve kat görevlilerinin tamamının Anadolu'dan yeni gelmiş,saf ve köylü çocukları olması gerçeklik duygusundan uzaklaştırıyor okuyucuyu.Tüm kitaplarını okuyan biri olarak kitabı ortalarda bir yerlere koyuyorum.Zaman kaybı mı?Bence değil.Bu yaz doğru dürüst kitap yok.Alın okuyun ama asla bir kedi bir adam bir ölüm değil.

2 puan

Öğrenci imkanlarıyle elektirik faturasının bir kısmının gömüldüğü kitap. Alacağım gece sevinçten uyku uyuyamamıştım. Final döneminin devreye girmesiyle 1 ayda ittire kaktıra okuduğum kitap. Beklentim çok üst seviyedeydi. Bana göre kitabın sonu çok aceleye getirilmiş. Bir de siyasi kaygılarla yazılan akabinde kendi düşüncesini ve yorumlarını okuyucunun kafasına balyoz gibi indiren içerikten pek hoşlanmıyorum. Benim için hüsrandı.

8 yıl, 8 ay
2 puan

Çok sağlam bir kalemi var Sevgili Livaneli'nin ama bu kitap beni tatmin etmedi, umduğum gibi olmadı.

http://kitapcikizmelike.blogspot.com.tr/2015/05/konstantiniyye-oteli-zulfu-livaneli.html

7 puan


Romandan çok Yakın Türkiye bilgi kitapçığı gibi olsa da zevkle okudum ama bittiğinde hüsrana uğramadım değil.hikayelerin hepsi kendi başlarına çok iyiydi ama maalesef diğer kitaplarından aldığım tadı alamadım.Kitabın sonu yok!



https://fistiklitombi.wordpress.com/2015/05/26/konstantiniyye-oteli-zulfu-livaneli/

9 puan

Her zamanki gibi lezzet veren Livaneli kalemi. Yaptığı karakter tahlillerinin doğruluğu ve şu anda yaşadığımız ortamın bir özeti.

7 puan

Bir okurun dediği gibi ''sonu olmayan'''bir kitap..
Fakat nekropolis bölümü hoşuma gitti.

8 puan

2-3 saatlik akşam yemeğine tarihin bilinmeyen yada benim bilmediğim pekçok gizli ve karanlık olayları sığdırılmış

geri 1 | 2