Ölmeye Yatmak

Dar Zamanlar üçlemesinin ilk kitabı olan Ölmeye Yatmak, yayımlandığı günden başlayarak Türkiyedeki roman tartışmalarının odak noktasına yerleşti. Adalet Ağaoğlunun yazarlık güzergahında bir dönemeç niteliğini taşıyan bu yapıt, edebiyatımızda da benzer bir rol oynadı: Yakın geçmişimize tutulan hassas bir ayna. TADIMLIKDoğdu Gün Işıkları Ülkünün - Sümerbank keteni bordo renk perde, okul sahnesini tam örtmüyordu. Hademe Cemal, müsamerede perdecilik edecek. Elindeki ipi az çekiyor, perde aralığı hiç kapanmıyor. Bütün korkusu da; ya hiç açılmazsa?.. Günlerdir bütün işi bunu prova etmek. İpi usulca geriyor, bırakıyor. Yeniden geriyor, bırakıyor. Perdenin gerisinde çocuklar itişip kakışıyorlardı. Toz, yağ, sirke, sidik ve bitotu karışımı bir koku. Okulun her günkü alışılmış kokusunun az daha yoğunu. Kekremsi, ama yıllar geçtiğinde de hâlâ duyulabilen, duyulmasından tat alınabilen bir koku. Bazı zamanlar insanın kendi kokusunu sevmesi gibi bir şey. Başöğretmen, eski bir Ermeni evinden bozma okulun ikinci kat koridorunu geçti. Ahşap duvar delinerek sahneye bir kapı açılmıştı. O kapının önünde durdu. Başöğretmeni ilkin, bahçede yüzünü yıkamaktan dönen Namık gördü. Koşup sahne içine haber vermek istedi, ama başöğretmenin önüne geçemedi. Duvar boyunca kıyın kıyın yanaştı. Soluğu kesildi. Başöğretmen, Namıkı yengeç yürüyüşü içinde gördü: Ne dolaşıp duruyorsunuz hâlâ ortalıkta? Beni rezil mi edeceksiniz? diye bağırdı. O hızla sahnenin koridora açılan tek kapısından içeri daldı. Üçüncü, dördüncü ve beşinci sınıflar öğretmeni Dündar Bey, sahnede çocuklara son öğütlerini veriyordu: Unutmayın! Koro biterken, yani ilelebet derken ikiye ayrılacaksınız. Bir, üç, beş, yedi, dokuzlar bir yana; iki, dört, altı, sekiz ve onlar bir yana. Siz ayrılınca aradaki bu pencere görünecek. İyi ayrılın. Yoksa, her şey bozulur. Ulu Önderimize de çok büyük saygısızlık olur. Tamam mı? Anladınız mı? Kan ter içindeydi. Çocuklara uzun uzun baktı, haykırdı: Ali!.. Ali, beni mahvettin! Toparlacık, fırça saçlı bir çocuk, titredi. Ellerini hazır ola koydu. Başına bir sumsuk bekledi. Hani senin kara papyonun, kahrolmayası? Hani, nerde? Lastiği koptu öğretmenim... Kopuverdi... Kara kıl dokumadan soluk siyah, uzun kısa pantolonunun cebinden beyaz lastiğe dikilmiş kelebek biçimi bir kumaş parçası çıkardı. Papyona benzetilmeye çalışılmış bu kara nesneyi, evin ambarında kuyruğundan yakaladığı bir fare gibi tutuyordu. Çocuklar, birbirlerini dürtüp gülüşüyorlardı. Dündar Bey, evinde, demir maşayla ondülelediği saçlarını sıvazladı. Sınıfına göre yaşı en büyük, en iri kız öğrenciye döndü: Semiha! Gel buraya!.. Şunun lastiğini dik. Ekle. Koş... Acele edin... Saat geldi!.. Semiha, iğne iplik bulmak için korkunç bir telâşa düştü. Bu arada Namıkın kafasına da iki yumruk indirdi. Öğretmen Dündar, öğütlerini sürdürüyordu: Koro bitti. Siz yavaş yavaş ikiye ayrıldınız. Siz yavaş yavaş ikiye ayrılınca Büyük Atamız çıktı. Ulu Atamız üstümüze bir güneş doğmuş gibi yüzünü gösterirken koro bitiyor. Atamız gidiyor. Atamız gitti... Hemen polkaya başlıyorsunuz. Erkekler, damlarının önünde eğiliyorlar. Damlarını alıyorlar falan... Derken polka bitince rondoya başlıyorsunuz... Haa, Aysel, rondoyu oynarken kazık gibi durma. Rahat ol. Sen de Hasip!.. Kapının önünde çember çevirmiyorsun. Rondo oynuyorsun. Kafanı da âyet okur gibi sallama. Camide değilsin. Uygarlık kaynağı bir okulun sahnesindesin. Uçkurunu topla kerata!.. Rondo bitince Mesleklere geçiyoruz. Tamam mı? Anlaşıldı mı? Başöğretmenin sahne içinde olduğunu o sırada gördü. Savcının kızı Sevil de gruptan ayrılıp, bir kibrit sandığının ardından usulca süzülerek kendini Başöğretmene gösterdi. Başöğretmen, ellerini arkasına kenetlemiş, sabırsızca ortalıktaki dağınıklığa bakıyordu. Kolları kısa, soluk, çizgili ceketi, çizgili dokuma gömleği, bol kısa paça, göbeğine dar gelen pantolonuna, çocuk kakası rengindeki kunduralarına rağmen bir başöğretmenden çok, bir cami hocasını andırıyordu. Ama o tarihte bir başöğretmen olarak da fazla yadırganmıyordu. Hayır, hiç hem de. Latin harfleriyle adını yazmayı beceren, azıcık da, değişimlere karşı yumuşakbaşlı davranan her orta yaşlı kimse, bir ilçe ilkokuluna başöğretmen olabilirdi. Başöğretmenin kırmızı toparlak yüzü, ağda yapıştırılmış gibi parlıyorsa, bu da, hafızlığında önüne fazla pekmez konulmuş olmasındandır herhalde.

Dar Zamanlar üçlemesinin ilk kitabı olan Ölmeye Yatmak, yayımlandığı günden başlayarak Türkiyedeki roman tartışmalarının odak noktasına yerleşti. Adalet Ağaoğlunun yazarlık güzergahında bir dönemeç niteliğini taşıyan bu yapıt, edebiyatımızda da benzer bir rol oynadı: Yakın geçmişimize tutulan hassas bir ayna. TADIMLIKDoğdu Gün Işıkları Ülkünün - Sümerbank keteni bordo renk perde, okul sahnesini tam örtmüyordu. Hademe Cemal, müsamerede perdecilik edecek. Elindeki ipi az çekiyor, perde aralığı hiç kapanmıyor. Bütün korkusu da; ya hiç açılmazsa?.. Günlerdir bütün işi bunu prova etmek. İpi usulca geriyor, bırakıyor. Yeniden geriyor, bırakıyor. Perdenin gerisinde çocuklar itişip kakışıyorlardı. Toz, yağ, sirke, sidik ve bitotu karışımı bir koku. Okulun her günkü alışılmış kokusunun az daha yoğunu. Kekremsi, ama yıllar geçtiğinde de hâlâ duyulabilen, duyulmasından tat alınabilen bir koku. Bazı zamanlar insanın kendi kokusunu sevmesi gibi bir şey. Başöğretmen, eski bir Ermeni evinden bozma okulun ikinci kat koridorunu geçti. Ahşap duvar delinerek sahneye bir kapı açılmıştı. O kapının önünde durdu. Başöğretmeni ilkin, bahçede yüzünü yıkamaktan dönen Namık gördü. Koşup sahne içine haber vermek istedi, ama başöğretmenin önüne geçemedi. Duvar boyunca kıyın kıyın yanaştı. Soluğu kesildi. Başöğretmen, Namıkı yengeç yürüyüşü içinde gördü: Ne dolaşıp duruyorsunuz hâlâ ortalıkta? Beni rezil mi edeceksiniz? diye bağırdı. O hızla sahnenin koridora açılan tek kapısından içeri daldı. Üçüncü,... tümünü göster


Değerlendirmeler

değerlendirme
7 puan

Cumhuriyet sonrası tarih araştırmaları, sosyolojik incelemeler ve makalaler vahim tabloyu hep anlattı bana. Oysa Ağaoğlu beni aldı, 20li yılların sonunda doğurtdu, 70lerde aydın yaptı, insanları izletti ve hep kaçtığım aynayı tuttu bana., hissettirdi. ''...kim hesabımızı kimden soracak? Vatana yararlı bir evlat olmak için onca iyi niyetin, inanmışlığın, saflığın sonunda biraz sol yayınla bolca da masa altlarından kadın bacağı sıkıştırmaya gelinmişse, günübirliği pırıltılarla avunulmak için donatılmışsa her şeyler, bizim soracağımız ve bize de sorulacak sorular olmalı. En azından bir soru kalmalı...''

Profil Resmi
7 puan

' İntihar etmeyeceksek içelim bari' Tezel benimle beraber ne çok sofraya oturdu, ne çok yaşantıya konuk oldu bu cümlesi ile. Sanırım okuyalı 25 yıldan fazla oldu, gençtim büyüdüm ama tadı damağımda kaldı. Yeniden okusam aynı tat olur mu, ne dersiniz?

6 puan

ilginç ve yazıldığı döneme oranla farkını ortaya koyan bir eser.geçmiş hakkında bilgi de edinebiliyoruz. ama bana hiç hitap etmiyor malesef.yine de okumaya değer buluyorum.

5 puan

Üç kitaplık Dar Zamanlar serisinin ilk kitabı. Roman kahramanı Aysel'in kendisiyle ve yakın zaman Türkiye tarihiyle hesaplaşması.

Adalet Ağaoğlu romanın başkahramanı Aysel'le beraber Aysel'in yakın çevresinden bazı insanların da öyküsünü anlatıyor. Zaman zaman öyküler birbirinin içine giriyor. Ancak öykülerin çoğu tamamlanmadan, öylece kalıyor.

İnsan öyküleri, yaşadıkları zamanın önemli olayları ile beraber anlatılırken, bu olaylarla kişisel öyküler birbirine bağlanmıyor. Bu da okuyucuda kopuk kopuk öyküler ve gazete manşetlerinden oluşan bir karmaşa duygusu yaratıyor.

Ağaoğlu zaman zaman aynı paragrafın içinde farklı zaman ekleri kullanıyor -ki kullandığı bu dil öykünün akışkanlığını bozuyor.

Romanın ikincil kahramanlarının öyküleri hep havada kalıyor. Ali, İlhan, Sevil, Semiha, Behire romanda iğreti duruyorlar. 1930'lar ve 1940'lar ayrıntılı bir şekilde anlatılırken 1960'lara nasıl gelindiği konusu üzerinde durulmuyor. (Nihayetinde yazarın seçimidir)

Kitabın ilk sayfalarında çizilen 1930'ların "kasaba okulu" sahnelerini çok sıradan ve fazlasıyla abartılı buldum.

Aysel'in ölmeye niye yattığı (ve ölmeden niye kalktığı) konusu kafamda netleşmedi.

8 puan

"Cumhuriyet" çocuklarının yaşamına bambaşka bir bakış. Tarihte sancısız geçmiş bir dönem yok, kimileri öyle gözükse de. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarının sancılarını da en çok tam bu geçişin ortasında kalanlar çekmiş görünüyor. Ailelerin dayattığı geçmiş ile henüz kendileri de tam aydınlanamamış fakat iyi niyetli öğretmenlerin yönlendirdiği gelecek arasına sıkışmış çocuklar... Her biri bu çabaların ve direnişlerin ortasına bir şekilde yollarını çizen çocuklar...

Karakterleri capcanlı, kesinlikle tek bir renk olmayan eser, baş karakter Aysel'i eksenine oturtarak başarılı bir bilinç akışı tekniği ile ilerlemekte. Bir diğer dikkat çekici nokta ise geriye dönüşlerde kullanılan haberler ve reklamlar gibi o tarihlere ait gerçek bilgilerin başarıyla aralara serpiştirilmesi.

9 puan

Bir kasaba ilkokulunun sessiz, utangaç, zeki ve hırslı kızı Aysel’in hikayesi toplumumuza, toplumumuzun bir dönemine ışık tutar nitelikte. Aile baskısı, toplumun dayattığı yaşam tarzı; kendi duygu ve düşünceleri ile çelişen, idealleriyle çatışan Aysel; kendini bulma ve kadın olmanın zorluğunu yaşatarak anlatır. Aslında anlatılanlar çok yabancı değil bizlere, Aysel’in Ankara’da okurken kasabaya dönüşlerinde başını örtmesi, sırf büyüdüğü serpildiği, geliştiği görülmesin bir erkek tarafından beğenilmesin diye modaya uymayan uzuna yakın kıyafetler giymesi, okula devam edebilmek için babasının gözüne batmaktan kaçınması, dönemin kızlarının yaşadığı zorlukları bir bir seriyor önümüze.

Aysel’in çevresindeki erkeklerin kimi modern aileye mensuptur, kimi geleneksel, kimi zengindir kimi fakir, ne olursa olsun gözlerindeki akıllarındaki ‘kadın imajı’ aynıdır. Öyle ki, en aydınları “Aydın” bile okudukça Aysel’in uzaklaştığını düşünür, ona yaklaşamadıkça, onu geri kalmışlıkla suçlar.

En büyük amacı Cumhuriyet’i anlamak Cumhuriyetle uzlaşmak, demokrasiyi tanımaktır, Aysel’in. Öyle ki, lise yıllarında matematik problemlerine döker bu isteğini, çok bilinmeyenli denklem halinde; bitirme tezinde ise demokrasiyi pratik açıdan nasıl tanımlayacağı, cumhuriyetleri nasıl sınıflandıracağı sorgulaması şeklinde.(Bknz. Sayfa 381)

Bir tarafta cehaletle savaş, bir tarafta 2. Dünya Savaşı, açlık yokluk, bir tarafta gelişen, değişen ideolojiler; yaşanan olaylar, siyasal durumun etkileri, sosyolojik olaylar, dönemin müzikleri, okunan kitapları, sevilen beğenilen yazarları güzel bir dekor oluşturmuş. İdeolojik çatışmaların hem şair ve yazarlar hem de karakterler üzerinden verilmesi de ayrı bir hava katıyor romana.

Dili ilk sayfalarda, biraz zorluyor fakat okudukça alışılıyor. Beğenilerek okunacak ve tavsiye edilebilecek türden...


Baskı Bilgileri

Karton Cilt, Edebiyat > Roman (yerli) , 366 sayfa
366 tarihinde, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı


ISBN
975363336X
Dil
Türkiye Türkçesi

Diğer baskılar


Etiketler: diğer

Benzer Kitaplar

Şu An Okuyanlar

bintulineb pinkelephant neslihansen Şules
4 kişi

Okumuşlar

counselor bikahvebikitap helen sezgi Siyam doganozmurat
118 kişi

Okumak İsteyenler

Mehcûr eliferen stylish akhillaus karagozozlem
34 kişi

Takas Verenler

Mehmet Özkan
1 kişi
Puan : hepsi | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 | 8 | 9 | 10
Değerlendirme Zamanı: en yeni | en eski